16 Kasım 2018

Sürpriz aday Bilal Erdoğan mı?

Rahmetli Aydın Menderes ve Ahmet Özal örnekleri hafızalarımızda hâlâ taze...

Bir arkadaşımın uyarısıyla kendime geldim: AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na göstereceği sürpriz aday Bilal Erdoğan mı?
Son günlerde ciddi bir halkla ilişkiler kampanyası yürütüyor.
Radyoda İtalyanca şarkı söyledi. Yetmedi bir de Ala Turka şarkı patlattı.
Best FM’de hayat hikâyesini anlatırken 'acıların çocuğu Bilal' izlenimi yaratacak anılar da paylaştı. Ne de olsa seçmen mazlum seviyor!
Bu arada yandaş köşe yazılarında da daha görünür hale geldi.
Bütün bunları bir arada düşününce sanki profilini yükseltmek için sürdürülen bir halkla ilişkiler kampanyası ile karşı karşıyayız gibi geliyor.
Türkiye’de seçmenin bu durumdan çok hazzetmediğini biliyoruz.
Rahmetli Aydın Menderes ve Ahmet Özal örnekleri hafızalarımızda hâlâ taze.
Onun için Erdoğan da oğlunu bu yola sokar mı, yoksa şimdilik sadece damat ile mi idare eder, tahmin etmek kolay değil.
Ama görünen o ki Bilal Erdoğan, 'okçuluktan' çok daha fazlasına talip gibi!

***

Bilal Bey kardeşimiz
babasına neden sarılamadı?

Söz Bilal Erdoğan’dan açıldı, onunla devam edeyim.
Kampanyanın başlatıldığı Best FM’deki söyleşinin 'en hüzünlü anı' Sabah yazarı Mevlut Tezel’e göre şöyle:

“Cezaevi önüne geldiğimizde ‘Ben oğluyum, en son ben görüşebilirim’ diye düşünüyordum. Kalabalık içinde bir çırpıda göz önünden yok oldu babam. Babamı cezaevine girerken göremedim, ona sarılamadım. Hüzünlü bir anı olarak kaldı.”

Bilal Bey neden daha sonra içeri girip, babasına sarılamamış merak ettim.
İsterseniz önce Erdoğan’ın meşhur hapishaneye girme hikayesini hatırlayalım.
Hüseyin Besli ve Ömer Özbay’ın yazdığı, “Recep Tayyip Erdoğan: Bir liderin doğuşu” isimli kitapta bu konu ayrıntılı olarak anlatılıyor.
Olay şöyle gelişiyor: Hasan Yeşildağ’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi kardeşi Zeki Yeşildağ, ağabeyinin “Erdoğan’a hapishanede suikast yapılacak” istihbaratı üzerine kararını veriyor: “Ağabey, sen de onunla beraber hapse gireceksin.” Bunun üzerine Hasan Yeşildağ, bir tanıdığına 370 bin liralık karşılıksız bir çek kesiyor ki yargılanıp hapse mahkûm edilsin.
Nitekim öyle de oluyor. Yeşildağ, mahkemede hâkime yalvarıyor ve kendisini 4 ay hapse mahkûm ettiriyor. Sonra Erdoğan ile Yeşildağ, hapishaneler içinden hapishane seçiyorlar: Erdek, Karamürsel, Çorlu, Akyazı derken, Pınarhisar Cezaevi’ne karar veriyorlar.
Yeşildağ, önce cezaevini gezmeye gidiyor. Yapılacak işlerin listesini çıkarıyor, kendilerine 'tahsis edilecek' koğuşu geziyor. Koğuş temizletiliyor, duvarlarına kâğıt, zeminine halı kaplanıyor.
Elektrik ve sıhhi tesisatı yenileniyor, sıcak su için şofben takılıyor. Koğuşun bahçeye ve koridora açılan kapılarını boyatıp yalnızca içeriden açılabilen ilave sürgüler yaptırıyor. Çatıya manyetik bariyerler, bahçeye elektronik sensörler yerleştiriyor. Sıra mobilya ve beyaz eşyaya geldiğinde keseye davranmak Erhan Şenol’a düşüyor.
Derin donduruculu büyük boy bir buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinesi, toplantı ve çalışma masaları, deri koltuklar, oturma grupları ve büyük ekran bir televizyonla, kalacakları koğuşu ve cezaevi kütüphanesini, sıkıcılıktan uzak bir yaşam ve çalışma alanına dönüştürüyorlar.
Bu arada mahkûm ve gardiyanlar da unutulmuyor. Herkese pantolon, gömlek, ayakkabı ve eşofman takımı alınıyor. Erdoğan, hapishaneye Ahmet Ergün ve Hayati Yazıcı ile geliyor.
Hapishanenin güvenliğinden sorumlu yüzbaşı, üsteğmen, savcı kendisini karşılıyor. Sonra koğuşa geçiliyor ve Erdoğan etrafa göz atıp “Güzel olmuş” diyor.
Hasan Yeşildağ şöyle anlatıyor: 

“Reis’i beklerken, hapishanede bulunan mahkûm ve gardiyanlarla toplantı yapıp, herkesi sıkı sıkı uyarmıştım: Tayyip Bey’in yanında sigara içilmeyecek! Bacak bacak üstüne atılmayacak! Laubali hareketlerden kaçınılacak! Herkes saygılı olacak!”

Hapishanede yattığı sürece Erdoğan’ın televizyondaki Fenerbahçe maçlarını hiç kaçırmamış olması da bir başka ayrıntı.
Daha sonra da Erdoğan’ın ziyarete gelen misafirlerini koğuşunda ya da cezaevi müdürünün odasında kabul ettiğini filan öğrenmiştik zaten.
Bilal Erdoğan’ın “Babama son bir kez sarılamadım” sözleri nedeniyle benim hiç hüzünlenmemiş olmamın nedeni bu.
İstese cezaevinin kapısından içeri girip, babasına son bir kez sarılabilirdi. Buna bir engel yoktu.
Allah kimseyi hapishaneye düşürmesin ama Pınarhisar Cezaevi’nde Erdoğan için yaratılan koşullar, bugünkü Silivri ya da başka hapishanelerdeki koşullarla kıyaslanıp, bundan mağduriyet çıkarılabilecek şartlar değildi.

***

Sorun sistemde değildi

Haber, T24'te şu cümleyle duyuruldu: “İngiltere Başbakanı Theresa May, Avrupa Birliği ile yapılan Brexit anlaşmasıyla ilgili kabinesinden destek almayı başardı.”
Hükümetin bu konudaki toplantısı 5 saat sürmüş. May, “ateşli tartışmaların yaşandığını” ama taslak anlaşma metninin hükümet tarafından onaylandığını söyledi.
Ertesi gün de Brexit Bakanı ile Çalışma ve Emeklilik Bakanı anlaşmanın içeriğini uygun bulmadıkları için istifa ettiklerini açıkladılar.
Bize çok yabancı gelişmeler bunlar.
Başbakan’ın karar verdiği bir konu üzerinde 5 saat ateşli tartışmalar olacak, Başbakan anlaşmayı kabinesine onaylattığını açıklayacak ve ertesi gün iki bakan anlaşmayı benimsemediklerini söyleyerek istifa edecekler!
Bizde böyle bir şey olmaz çünkü bizde milletvekilleri ve bakanlar varlıklarını, kendi seçmenlerine değil, partinin genel başkanına borçlular.
Onun için onun sözünden çıkmazlar, dediklerini tartışmazlar, görevlerinin onun dediğini yapmak olduğuna inanırlar.


Bu nedenle en önemli konularda bile bir tartışma yaşanmıyor. Meselenin değişik boyutları masaya getirilip tartışılamıyor.
Ve sonra da “sistem işlemiyor” diye parlamenter sistemden vazgeçip, başkanlık sistemine geçtik.
Bakalım bu sistemin de aynı nedenlerle yürümediği ortaya çıkınca hangi sisteme geçmeyi deneyeceğiz?

Yazarın Diğer Yazıları

Dışişleri Bakanlığı, "dış kapının mandalı" mı?

Kim bilir, belki de Dışişleri şu günlerde daha çok Gazze'ye yoğunlaştığı için T.C. vatandaşlarının sınırlarda neler çektiğiyle ilgilenecek zaman bulamıyordur

Partisinden ümidini kesmiş bir genel başkan

Bahçeli belli ki Türkiye’de yeni yüzyılın kurtarıcı liderinin kendisi olamayacağını idrak etmiş

“Siz yine de dikkatli olun” diyorum!

Gezilerine, toplantılarına davet ettiği kişilerin ortak özelliği gazeteci rolü oynamaları, gazetecilik yapmak gibi bir dertlerinin olmaması. Televizyona çıktığında kimin hangi soruyu soracağı, karşılığında nasıl yanıt vereceği önceden ayarlanıyor. Bütün bunlar “münasebetsiz bir soruyla” karşılaşmamak için yapılıyor