24 Şubat 2024

Yosun tuttu gözlerim, yalnızlar rıhtımında!

Türkiye'de tek kişilik hanelerde yaşayanların sayısı artıyor. ABD'de, İngiltere'de, Avustralya'da durum farklı değil. Araştırmalara göre flört etme isteği giderek azalan insanlık, seksten de soğuyor. Bunların hepsi kadın-erkek ilişkilerinde yeni bir dönemecin işareti...

Cennet vatanımızda 5 milyon 192 bin 825 kişinin tek kişilik hanelerde yaşadığını TÜİK'in geçen hafta açıkladığı nüfus istatistiklerinden öğrendim.

Bu sayıya evlerinde sadece çocuklarıyla birlikte yaşayan 2 milyon 164 bin 825 anneyi ve 629 bin 921 babayı ekleyerek "memleketimizde 8 milyon yalnız kalp" var diyebiliriz.

Ve değerli okuyucular şunu da artık söylemek zorundayım ki bu, "yaşasın ülkemizdeki özgür ruhların sayısı artıyor" diye sevinebileceğimiz bir tablo da değil.

Birleşik Krallıktaki York Üniversitesi'nin araştırması ortaya koyuyor ki yalnızlık, en az sigara içmek kadar sağlığa zararlı. Bu bulguya, 180 bin kişi üzerinde yapılmış 23 farklı araştırmanın sonuçlarının değerlendirilmesiyle ulaşıldı.

Yalnızlık çeken insanların kalp hastalıklarına yakalanma olasılıkları, normalden yüzde 29 daha fazla. Dr. Nicole Valtorta, "sosyal ilişkileri zayıf olan kişilerin kalp hastalığına yakalanma riskinin, güçlü sosyal ilişkileri olan kişilerden yüzde 29 oranında daha yüksek olduğunu gördük. Felç riskinin ise sosyal olarak izole olmuş kişilerde yüzde 32 daha fazla olduğunu tespit ettik" diyor.

Yalnız yaşayanların sayısı tüm dünyada giderek artıyor ve öyle görünüyor ki sosyal medya aracılığıyla sosyalleştiğini zannetmek, bu yalnızlığın ilacı da değil.

1950'lerde Amerika'da içinde bir tek kişi yaşayan hanelerin oranı yüzde 10 iken, 2010'da bu oran yüzde 27'ye çıkmıştı.

TÜİK'in araştırması gösteriyor ki bu konuda da "Küçük Amerika" olmaya çabalıyor gibiyiz.

Mazide kalacak

"8 milyon yalnız kalp" dediğimizde toplam nüfusun onda birini tarif ediyoruz demektir. Sadece 18 yaş üstü yetişkinleri dikkate alırsak tek kişilik hanelerde yaşayanlar yetişkin nüfusun üçte birine yaklaşıyor.

Büyük anne – dede, anne – baba ve çocuklardan oluşan "geniş aile", bu eğilim devam ettiği için yakında sadece romanlarda ve filmlerde kalacak. Yalnızlık, çağdaş toplumların bir gerçeği ve öyle görünüyor ki bu gerçekle baş edebilmenin yolu da "sosyal medya" değil. Bilgisayar ekranında ya da elinizdeki telefondaki harflere, emojilere bakarak yalnızlığı yenebilmek mümkün değil.

Kaliforniya Üniversitesi (UCLA) bir "yalnızlık ölçer" geliştirmiş. 20 sorudan oluşuyor. 2010 yılı araştırmasına göre 45 yaş üstü yetişkinlerin yüzde 35'i kronik yalnızlık çekiyor. Bunların yüzde 20'si bu duruma son on yılda düşmüş.

Amerika nüfusunun yüzde 20'si "yalnızlık nedeniyle mutsuz" olduğunu söylüyor. 2004 yılında yapılan araştırmaya göre Amerikalıların yüzde 25'inin ciddi bir konuyu konuşabilecekleri herhangi bir arkadaşları, yakınları vs. yok, yüzde 20'sinin ise tek bir arkadaşı var.

Türkiye'de durum ne alemde, bununla ilgili bir veriye ulaşamadım. Sosyal medya böylesine yaygınlaşmadan önce insanlar sosyalleşmek için hiç olmazsa sokağa çıkıyorlardı.

Kimseyi bulamasalar sohbet edebilecek bir barmen, bir berber, aynı takımı tuttuğu bir taraftar bulabiliyorlardı. Kendileri gibi insanların devam ettikleri kulüplere, kahvelere vs. gidip, orada "canlı bir paylaşım" yaşayabiliyorlardı.

Bugün de bunu yapanlar var elbette, spor salonlarına düzenli devam edenlerin sadece sağlıklı yaşam için mi oralara gittiklerini düşünüyorsunuz yoksa?

Avustralya'da "uzun süreli facebook kullanıcıları" üzerinde yapılan araştırma önemli bir "sosyal servet" sayılması gereken "yakın arkadaşlık" meselesinin giderek bu işten olumsuz etkilendiğini gösteriyor.

Peki bu kaçınılmaz bir sonuç mu?

Sanki derin bir ormanda kaybolmuş gibi, bu koca dünyada tek başımıza mı kalacağız?

Hayır, hiç sanmıyorum.

İnsanoğlu bugünkü medeniyet düzeyine sosyalleşerek, bunun kurumlarını yaratarak ulaştı. Bir çaresi mutlaka bulunacaktır.

"Gamlı Baykuş" gibi görünmek istemesem de yalnızlığı arttıran bir diğer soruna da dikkat çekmek istiyorum: Flört etme isteğimiz de azalıyor!

Dünyanın en eğlenceli ve en heyecanlı şeyini, bir yandan pahalılık diğer yandan post Covid sendromlar nedeniyle giderek daha az yapıyoruz.

Böyle araştırmalar bizde pek yapılmıyor; insanlarımız mı utangaç, araştırmacılarımız mı utangaç bilmiyorum ama Britanya'da yapılan araştırmalar insanların seksten soğuduklarını da ortaya koyuyor.

Lelo'nun yaptığı Seks Sayımı, "seks göçünün" COVID-19 pandemisinin bir sonucu olarak "yakınlık kaybından" doğduğunu ve ekonomik belirsizlik, küresel olaylar ve yaşam maliyeti kriziyle geçen son 1 yılda daha da arttığını gösteriyor.

Tamamen duygusal!

Flört uygulaması Flirtini'nin araştırmasına göre her 12 Britanyalıdan biri para biriktirmek için flört etmekten tamamen vazgeçiyor, yüzde 60'ı ise artan fiyatlar nedeniyle randevularını iptal etmek zorunda kaldıklarını söylüyor.

Her 5 bekardan biri daha az randevuya çıktığını söylerken, yüzde 14'ü çıktıkları randevularda daha az harcama yapmaya çalıştıklarını anlatıyor.

Flirtini'nin verileri, kadınların yüzde 46'sının ve erkeklerin yüzde 28'inin kendilerinden daha fazla kazanan birini aradıklarını da gösteriyor.

Belli ki "iki çıplak bir hamama yakışır" atasözümüz, evrensel bir tespite dönüşmüş bulunuyor.

"Eş durumundan zenginleşmeye" kadınların daha çok önem veriyor gibi görünmeleri ise böyle düşünenlerin kötü kalpli cadılar olmalarından değil, bugünkü erkek egemen toplum düzenimizin bir sonucu.

Aradan bunca yıl geçmiş kadın hareketinin önemli sorunlarından biri hâlâ "eşit işe, eşit ücret"!

İş yaşamına aynı anda başlamış, aynı üniversitenin aynı fakültesinden, aynı not ortalamasıyla mezun olmuş bir kadın ile erkeğin, meslek yaşamları boyunca gelişen kariyer çizgileri bile aynı olamıyor.

Hiçbir engel çıkmasa, kadının doğum için izne ayrılması, bebeğini emzirmek için zamana ihtiyaç duyması gibi engeller bile kadınların kariyerini etkiliyor.

Flörtten sosyalizme

Bakın geçenlerde istifa etmek zorunda bırakılan Merkez Bankası Başkanı bile "bebeğini iş yerinde emzirmek için özel oda ayarladı" diye eleştirildi.

Oysa eleştirilmesi gereken Hafize Gaye Hanım'ın bu iş için kendisine özel bir oda ayırması değil, bütün genç annelerin böyle bir imkâna neden sahip olamadığı olmalıydı.

Flörtten çıktık, nerelere geldik, sosyalist olmak böyle bir şey işte; insana flört üzerinde sohbet ederken bile rahat, huzur vermiyor!

Fransız tarihçi Jean Claude Bologne'ün yazdığı Gönül Çelmenin Tarihi isimli kitaptan daha önce de söz etmiştim. Bologne, flörtün de bir tarihinin olduğunu, kadın – erkek ilişkilerinde zaman içinde görülen değişimlerin bu tarihi belirlediğini anlatıyor.

Vurgu yaptığı en önemli husus, kadının özgürleşmesinin, bu tarihin ana omurgasını oluşturduğu. Kadının özgürleşmesiyle birlikte gönül çelme yöntemlerinin ve flörtün de çehre değiştirdiğini anlatıyor.

"Tavlama cinsiyetler arasında bir karşılaşma biçimidir ve sosyolojinin incelediği tüm biçimler gibi tarihsel değişimlere maruz kalır" diye yazmış sosyolog Kintzele de.

Bugün geldiğimiz noktada, bildiğimiz anlamda flört etme isteği azalsa ve ekonomik imkansızlıklara takılsa da bilelim ki tarihin bu dönemi, kadın – erkek ilişkilerinde yeni bir dönemecin işaretlerini veriyor.

Bu ne yönde, nasıl gelişecek bilemem; falcı değilim ama insanların beğendikleri birinin gönlünü ve aklını çelmekten hiç vazgeçemeyecekleri üzerine iddiaya girerim.

Yazının başlığı Erkin Koray'ı anıyor: "Bir ben miyim perişan gecenin karanlığında / Yosun tuttu gözlerim, yalnızlar rıhtımında!"


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Adana'ya gidek mi kebabından yiyek mi?

Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre yaşadığım Adana hayatıma o tarihte girdi ve bir daha hiç çıkmadı... Kuşkusuz ki cennet vatanımızın birçok güzel köşesi var. Ama şunu söylemeliyim ki Adana farklıdır...

Güzelliğin on para etmez!

Kendisini aşağıya çekmeye çalışanlara karşı geçmişte güzelliğini saklamak zorunda kaldığını söyleyen Nurgül Yeşilçay, aslında erkeklerin bilinçli taktiğine işaret ediyor: Kadın kendisini yetersiz hissetsin ve gözü benden başkasını görmesin

Bir efsanenin sonu

Bu seçimin bize gösterdikleri arasında en önemlisi Erdoğan'ın artık psikolojik üstünlüğünü kaybetmiş olması. "Her seçimi kazanır, Kurum'u aday gösterse bile kazanır" efsanesi yıkıldı, artık Erdoğan'ın öyle bir gücü yok