20 Ocak 2024

Eşya insanda iz bırakır

Hepimiz "nomofobi" yani cep telefonsuz kalma korkusuyla karşı karşıyayız, başparmağımızın da evrim geçirmesi yakındır. Yani bu aletler "Eşya insanda iz bırakır" diyen Epikuros'u 2 bin 300 yıl sonra bir daha doğruladı

Montaigne üç-beş satır sonra sizlerle de paylaşacağım sözü söylerken günün birinde insanların ceplerinde telefon taşıyacağını bilmiyordu.

Laf aramızda kendimi dünyanın en önemli insanlarından biri zannettiğim ilk gençlik yıllarımda bunu ben de bilmiyordum.

Yani telefonu cebimde taşıyacağımı!

Montaigne benden kuşkusuz ki daha önemli bir insandı ama günün birinde telefon diye bir şey icat edileceğinden bile haberdar değildi.

Şöyle yazmış: "Yüceltip durduğumuz, bizi bütün yaratıkların efendisi yaptığına inandığımız aklımızın, aslında azap çekmemiz için bize sunulduğunu söylemeye cüret edebilir miyiz?"

Evet, ne yazık ki aklımız yüzünden azap da çekiyoruz.

Ve şu cep telefonu denen alet de zaten tam olarak bunun için icat edilmiş olmalı. Bakmayın siz; "Hayır efendim, o alet iletişimi hızlandırmak için yapıldı, çağımız artık iletişim çağı" gibi "yaşam koçu" sözleri söyleyecekler çıksa da gerçek budur!

Nitekim bu nedenle cep telefonunun hayatımıza girmesinden sonra literatüre girmiş bir ruhsal sorun (hastalık demeyeyim diye sorun dedim ama sizlere geçenlerde sözünü ettiğim Amerikan Psikiyatri Derneği bunu hastalık diye tanımlıyor) bile var.

Bunun adı nomofobi, mutlaka duymuşsunuzdur.

"Cep telefonsuz kalma korkusu sendromu" da diyebiliriz.

Yaygın bir hastalık

Yıllar önce Blackberry diye bir telefon kullanırdık, bilmiyorum hâlâ kullanılıyor mu. Yoksa o da bir zamanlar bu pazarın liderliğini kimseye bırakmayan Nokia gibi akıllı telefon işini ıskaladı ve yok oldu gitti mi?

Ne olduğunu şimdi tam olarak hatırlayamıyorum ama Amerika'da Blackberry'ler bir nedenle kısa bir süreliğine devre dışı kalmıştı.

Bir karikatür hatırlıyorum, NY Times'ta yayımlanmıştı. Karikatürist zombi filmlerindeki sahnelere benzeyen bir şey çizmişti: Elindeki Blackberry çalışmadığı için çıldırıp New York sokaklarında sağa sola saldıran onlarca insan!

Nomofobi diye bir hastalığın varlığını o vakit öğrenmiştim.

No – Mobile – Fobi, son derece yaygın bir hastalık.

Tedirginlik bitmez!

Mesela Kaliforniya eyaletinde kadınların yüzde 70'i, erkeklerin ise yüzde 61'i cep telefonsuz kalmaktan neredeyse ölesiye korkuyor.

Böyle bir hastalığa duçar olup olmadığınızı öğrenmeniz için size bir test önereceğim:

Eğer cep telefonunuzu uyurken baş ucunuza koyuyorsanız, uyandığınız andan itibaren gün boyunca sürekli ekranına bakıyorsanız, bavulunuzu hazırlarken ilk işiniz şarj cihazının yanınızda olup olmadığını kontrol etmekse, sizde de nomofobi var demektir. Gece tuvalete gitmek ya da su içmek için uyandığınızda saate bakma bahanesiyle parmağınızın ucuyla cep telefonuna dokunuyorsanız da öyle.

Şarjın bitmesi ya da şebekenin çalışmadığı bir noktada bulunmak gibi durumlar da nomofobikleri iyice çıldırtabiliyormuş.

Bir tür anksiyete bu.

Nedeni belirli olmayan bir tedirginlik hâli!

Kendimden söz edecek olursam "gazetecinin telefonu 24 saat açıktır" ilkesi gereği telefonum hep yanımda ve hastalığımın ilerlemiş olabileceğini düşündürten çok neden olduğunu da söylemek zorundayım.

Mesela denize atlarken bir kere değil, dört – beş kere mayomun cebini yokluyorum, telefonum cebimde kalmış mı diye.

Özellikle gençlerde mutlak bir cep telefonu bağımlılığı var, muhtemelen nomofobi ile neticelenecek bir bağımlılık.

Gençlerin gittiği barlarda ya da kafelerde kimsenin başkasıyla konuşmadığını, büyülenmiş gibi ellerindeki telefonun ekranına baktıklarını görüyorum.

Şahane kızlar, yakışıklı oğlanlar birbirlerinin gözlerinin içine bakıp ellerinden tutacaklarına o şeytan icadı aletin ekranına bakıyor.

Bazen bir portatif jammer da taşımak istiyorum, özellikle kalabalık yemeklerde sohbeti bırakıp elindeki telefona bakanları gördükçe. Böyle diyorum ama kendimi de zaman zaman bu durumda yakalıyor, utanarak telefonumu saklamaya çalışıyorum. Gerçi kimsenin umurunda da olmuyor, fark etmiyorlar bile çünkü onlar da aynı şeyi yapıyorlar.

Bağımlılık işareti

Bir insanın, yanında sevdiği bir insan varken telefonu ile ilgilenmesine özel bazı durumlarda anlayış gösterebilirim tabii.

Telefon sen istemesen de çalar, arayan önemlidir, mecburen açarsın.

Bunun dışındaki her davranış bir bağımlılığın işareti.

Bağımlılık tedavilerinde kullanılan yöntemler, telefon bağımlılığından kurtulmak için de işe yarar mı acaba?

Nomofobik olsam da bunu kontrol altına almaya çabalıyorum. Yemek masasına oturunca telefonumu çatal-bıçağın hemen yanına koymak yerine cepte tutmaya devam etmek gibi yöntemler deniyorum.

Bu durumda karşımdaki insanlarla daha rahat iletişim kuruyorum ama bir yandan da elimle telefonumun yerinde olup olmadığını kontrol etmeden de duramıyorum.

Ruh garabeti böyle bir şey işte!

250–300 yıl sonra hayatta olmamıza olanak yok ama insanların başparmakları evrim geçirecek, buna eminim!

Bu evrim ne yönde olabilir acaba?

Mesaj yazmak, arama yapmak için en çok kullandığımız organımız başparmağımızın uç kısmı.

Biliyorsunuz evrim sürecinde başparmağımız bu şekilde geliştiği için alet kullanabilen canlılar olduk.

O korku bambaşka!

Bütün medeniyet bu sayede kuruldu ama sanıyorum insanlık tarihi boyunca başparmağımızı bu kadar çok hiç kullanmamıştık.

Ne diyor bizim Sisamlı Epikuros: "Mühür bal mumunda nasıl iz bırakırsa, eşya da insanda öyle iz bırakır."

Cep telefonları da organik olarak böyle izler bırakacak ama bu evrim süreci ne zaman tamamlanır, bilemem tabii.

Elbette yalnızlık çeken, bir ilişkiyi yürütemediği için tek başına kalakalan bir insanın elindeki cep telefonuna umutla bakıp durmasını ve çalmasını beklemesini anlayabiliyorum.

Bu "hiçlikte yok olma" durumu sayılır!

Başınıza geldiyse sizler de nasıl bir duygu olduğunu tahmin edebilirsiniz, o vakit ne yapsanız yeridir zaten!

Beklersiniz ki arkasından yas tuttuğunuz kişinin adı cep telefonunuzun ekranına yansısın!

O anda içinizden havai fişekler patlayacağını da bilirsiniz ama telefon bir türlü çalmaz.

Aramasından o kadar umutlu değilseniz bile bir küçük mesaj "çınçını" beklersiniz.

Telefonunuza baktıkça telepatik dalgalar yayarak ve bu dalgaların yerine ulaşıp beklediğiniz mesajın, umduğunuz kişiden gelmesini sağlayacağını ümit edersiniz.

Elbette bu durumda olanlar da cep telefonlarını kaybetmekten, şarjının bitmesinden vs. korkarlar ama sanıyorum bunları "nomofobi" arasına sokmamalıyız.

Çünkü burada korku, daha çok "sevdiceğim arar da beni bulamazsa korkusu"dur, telefonu kaybetme korkusu değil.


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Adana'ya gidek mi kebabından yiyek mi?

Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre yaşadığım Adana hayatıma o tarihte girdi ve bir daha hiç çıkmadı... Kuşkusuz ki cennet vatanımızın birçok güzel köşesi var. Ama şunu söylemeliyim ki Adana farklıdır...

Güzelliğin on para etmez!

Kendisini aşağıya çekmeye çalışanlara karşı geçmişte güzelliğini saklamak zorunda kaldığını söyleyen Nurgül Yeşilçay, aslında erkeklerin bilinçli taktiğine işaret ediyor: Kadın kendisini yetersiz hissetsin ve gözü benden başkasını görmesin

Bir efsanenin sonu

Bu seçimin bize gösterdikleri arasında en önemlisi Erdoğan'ın artık psikolojik üstünlüğünü kaybetmiş olması. "Her seçimi kazanır, Kurum'u aday gösterse bile kazanır" efsanesi yıkıldı, artık Erdoğan'ın öyle bir gücü yok