06 Ocak 2024

Dikkat! En tehlikeli günlerdeyiz

Arkadaşlar, çiftlerin birbirlerine ihtiyaçlarını açıklıkla söylemeleri gerekmez. İhtiyaçlarını açıklıkla söylemesi gereken kişi, çiftin kadın olanından başkası değildir ve zaten bu ilişkide saygı duyulacak talep de onunkidir. Mutlu bir birlikteliğin tam da buradan geçtiğini aklı başında her erkek bilir

Hayır bayanlar, baylar; yazının başlığı bu diye "coitus interruptus" önerdiğimi düşünmeyin.

Gerçi "coitus interruptus"u bir doğum kontrol yöntemi olarak kullananlar elbette hâlâ vardır ama büyük olasılıkla bu sistemle alabilecekleri sonucun "yine de bebekus" olabileceğini öğrendiklerinde çok geç kalmış olacaklar.

Bu günleri "tehlikeli" hale getiren şey, The New York Times gazetesinde Gina Cherelus’un makalesinden öğrendiğime göre Noel!

Gerçi ülkemizde Noel’i dini bir bayram olarak kutlayanların sayısı son derece az ancak "yılbaşı gerilimi" de aynı işi görebiliyor.

Memleketin siyasal İslamcıları ne kadar aksini iddia etseler de yılbaşını kutlamak kentli Türkler için de bir gelenek.

İnanmayan AKP’nin ezici çoğunlukta oy aldığı semtlerdeki "ucuzluk marketlerinde" satılan yılbaşı süslerine, yeşil - kırmızı - beyazdan oluşan "mevsim renkleri" taşıyan şekerlere, kaşkollere, kazaklara vs. bakabilir. Ben baktım, oradan biliyorum, sallamıyorum.

Niyetim bu konu üzerine bir nafile tartışma daha açmak değil elbette, geçerken uğrayayım dedim sadece.
Konumuz zaten sallantıda olan ilişkilerin, yılın bu döneminde insanlarda hâkim olan ruh durumu nedeniyle duvara çarpma olasılığının yüksekliği.

Ve bütün acayip ruh durumları ile ilgili meseleler gibi bu sorunun kaynağı da ABD.

ABD'liler olmasa...

Zaman zaman hep merak ederim, acaba Amerikalı psikiyatrlar olmasaydı, insanlığın ruhsal durumu daha dengeli olabilir miydi diye!

Psikiyatrlar bana belki kızarlar ama şunu söylemek de gerekir mi bilmiyorum, tıp biliminin değişik branşları içinde "iki kere ikinin dört etmediği" yegâne dal sanıyorum psikiyatri.

Üç ay önce kaybettiğimiz gazeteci Metin Münir rahmet istedi, onun bir yazısından öğrenmiştim: 2000’lerin başında "adı konulmuş" 365 psikiyatrik hastalık vardı.

Bu hastalıkların "isim babası" APA kısaltmasıyla bilinen Amerikan Psikiyatri Derneği.

Bu dernek 1952 yılından beri bir el kitabı yayınlıyor ve ruhsal hastalıkların teşhis ve tedavisi ile ilgili bilgileri dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarına "saçıyor"!

"Akıl Bozukluklarının Tanısal ve İstatistiki El Kitabı" isimli bu rehber, APA tarafından tayin edilen komiteler tarafından hazırlanıyor.

Komitelere seçilenlerin önemli psikiyatr hekimler olduğunu da belirteyim. Bunlar düzenli toplanıyorlar, araştırmalara, hekimlerin deneyimlerine filan bakıp yeni yeni ruh hastalıkları icat ediyorlar.

Sayı sürekli artıyor

Sözünü ettiğim kitabın 1968 baskısında 182 ruh hastalığı tanımlanmıştı. 1980’de ruh hastalıklarının sayısı 265’e ulaştı. Dünya durduğu yerde durmuyor tabii, 2000 yılında 365 rakamını gördük.

Rabbim verdikçe veriyor bu günlerde 400’ü aşmış bile olabiliriz.
"Normal" bir insan sayılmanın giderek daha zorlaşacağının bir işareti bu.

Zaten Kazancakis’in muhteşem kahramanı Aleksi Zorba ne diyordu: "Her insanın kendi deliliği vardır; bana öyle geliyor ki en büyük delilik, bir deliliğe sahip olmamaktır."

Ben kendimi "son derece normal" buluyorum ama yakınlarıma bakarsanız, sözünü ettiğim kitaptaki "bozukluklardan" bende olanların sayısı iki elin parmaklarına rahatça ulaşabiliyor.

Dipsomaniden tutun da huzursuz parmak sendromuna kadar! Hayır, huzursuz bacak ya da bağırsak değil, benimkisi huzursuz parmak!

Bazı yazılarımda malum şahsın konuşmalarından bölümler aktardığım için parmak uçlarımda oluşan karıncalanma nedeniyle, bilgisayarımın tuşlarına daha hızlı basarak onları kısa sürede kırmama yol açan bir ruhsal bozukluk bu.

Bu faslı geçelim, uzadıkça uzuyor, tatsız yerlere varmayalım.
Asıl konumuz, bu "tehlikeli günler" meselesi.

Gina Hanım’ın makalesinden öğrendiğime göre ABD’de, iyi düşünülmüş bir Noel hediyesi almamak ya da partnerinizin ailesinin evinde düzenlenen Noel yemeğine katılmamak için bahaneler uydurmak veya istemeye istemeye gittiğini partnerinin gözünün içine sokmak ilişkilerin bitmesine yol açabiliyormuş.

'Son darbe' etkisi

Özellikle ilişkinin sallantıda olduğu geçiş dönemlerinde aşırı yüksek olan bu tür hassasiyetler, bir "son darbe" etkisi yaratabiliyormuş.

Bir başka sorun da yazın başlayan ilişkilerin yılın bu döneminde televizyon kanallarındaki filmlerle de desteklenen aşırı romantik ortam nedeniyle ciddiyet kazanması oluyormuş.

Ama bu işe yaramıyor çünkü romantizm ile ciddiyet el ele yürüyen şeyler değiller.

İş ciddileşince taraflardan biri "hata yapmakta olduğunun" farkına varıveriyormuş.
Dedim ya bunlar Amerikan tuhaflıkları.

Bizim memlekette böyle şeyler olmaz. Tabii yılbaşı hediyesi olarak vitrinde gördüğü o yüzüğü hayal eden sevdiceğinizin karşısına üzerine yalandan kırmızı bir fiyonk yapıştırılmış bir "airfryer" ile çıkmazsanız!
Bu tür acemilikler yapmayacağınızı umarım ama reklamlara filan bakınca bu tür hediyeler almaya eğilimli insanların sayısının fazlaca olduğunu da düşünmeden edemiyorum.

Reklamcılar salak değil elbette bir bildikleri var ki yılın bu mevsiminde bu tür reklamlara gaz veriyorlar.
Çiftler arasında sorun yaratan şeylerden biri de tatil dönemlerinde aşırı yapışık bir hayat yaşanması ve eşlerin birbirlerine kendi isteklerini dayatmaya çalışmalarıymış.

Geçen gün Remzi’de kitapları karıştırırken son yıllarda moda olan türde bir kitapta şöyle bir şey gördüm:
"Çiftler ihtiyaçlarını birbirlerine açıklıkla söylemeli ve birbirlerinin taleplerine saygılı olmalı."
Bir de böyle kitaplara "yaşam kılavuzu" gibi isimler koymuyorlar mı, sahip olduğumu bilmediğim deliliklerimden birini daha keşfediyorum.

Hayır arkadaşlar, çiftlerin birbirlerine ihtiyaçlarını açıklıkla söylemeleri gerekmez.

İhtiyaçlarını açıklıkla söylemesi gereken kişi, çiftin kadın olanından başkası değildir ve zaten bu ilişkide saygı duyulacak talep de onunkidir.
Mutlu bir birlikteliğin tam da buradan geçtiğini aklı başında her erkek bilir.

Onun içindir ki bizde "Yılbaşında nereye gideceğiz, ne yapacağız?" sorusu sorulmaz.

Kadınlar bilir!

Sorulacaksa bu kadına düşen bir görevdir ve erkekten bir yanıt beklendiği için sorulmuş bir soru da değildir. Kadın sadece sesli düşünüyordur, o kadar!

Onun için böyle kışkırtmalara karşı uyanık olmalısınız. Ne demek çiftler birbirlerinin taleplerine saygılı olsunlar? Türk aile birliği bu tür "karşılıklı saygı" hareketlerinden çok zarar görüyor; RTÜK, CİMER ve bu işlere bakan daha kim varsa, bu mevsimde gözlerini dört açmalılar.

Erkek mutlu olmak istiyorsa, böyle şeylere karışmaz. Kendine söyleneni yapar.
Gerçi bu da mutluluk garantisi değildir.
Sevdiceği "yılbaşını karlar altında kutlamak için" Uludağ’a gitmeye karar verir de sert bir lodos o gün karları eritmiş olursa, erkek görevini yerine getirmemiş demektir.

Rüzgârı engellemek erkeğin görevidir, engelleyemeyecekse başka yer önerecekti, o kadar.
"Tatlım, buraya gelmeyi sen istemiştin" demeye filan da kalkmayın, akıllı olun.
Dedim ya tehlikeli günlerdeyiz! 


Mehmet Y. Yılmaz'ın 29 Aralık 2023 tarihli bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Adana'ya gidek mi kebabından yiyek mi?

Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre yaşadığım Adana hayatıma o tarihte girdi ve bir daha hiç çıkmadı... Kuşkusuz ki cennet vatanımızın birçok güzel köşesi var. Ama şunu söylemeliyim ki Adana farklıdır...

Güzelliğin on para etmez!

Kendisini aşağıya çekmeye çalışanlara karşı geçmişte güzelliğini saklamak zorunda kaldığını söyleyen Nurgül Yeşilçay, aslında erkeklerin bilinçli taktiğine işaret ediyor: Kadın kendisini yetersiz hissetsin ve gözü benden başkasını görmesin

Bir efsanenin sonu

Bu seçimin bize gösterdikleri arasında en önemlisi Erdoğan'ın artık psikolojik üstünlüğünü kaybetmiş olması. "Her seçimi kazanır, Kurum'u aday gösterse bile kazanır" efsanesi yıkıldı, artık Erdoğan'ın öyle bir gücü yok