04 Aralık 2017

Sen affetsen ben affetmem

Zarrab’ın ‘şerefli bir iş adamı’ olması ile ‘hain’ olması arasında bu ülkede çok şey gördük...

“Tanrım kötü kullarını
Sen affetsen ben affetmem
Bütün zalim olanları
Sen affetsen ben affetmem”

Bergen’in yıllar önce söylediği bu şarkı, Zarrab’ın söylediği her sözden sonra aklıma geliyor. Milyon doların havada uçuştuğu pazarlıklara, rüşvet iddialarına dair okuduğumuz her satırda “ah” ediyoruz. Bu kötü kullara bela okuyoruz.

Aklımızın almadığı paralardan bahsediliyor. Düşünün hata payı 5 milyon Euro. Bu davanın “Türkiye’ye karşı açılmış bir dava” olduğunu söylüyorlar. Ama “Bu paralar yalan” diyen çıkmıyor. Kimse “Bu rüşvet iddiaları doğru değil” demiyor.

“Aynı gemideyiz” diyorlar. Asgari ücretle ev geçindirmeye çalışan ve 500 Euro sahibi olabildiğinde kendini zengin sayan insanlarla 45-50 milyon Euro arasındaki hata payını hesaplayamayanlar aynı gemide olamaz.

Zarrab’ın ‘şerefli bir iş adamı’ olması ile ‘hain’ olması arasında bu ülkede çok şey gördük.

Ayakkabı kutusunda saklanan paralar gördük. Bu paraların iade edildiğini gördük. Saatler gördük, sonra bu saatlerin parasının alındığını gösterir ‘makbuzlar’ gördük. Ses kayıtları gördük. Ses kayıtlarına “montaj” dendiğini gördük. “Bu saat nereden çıktı” dendiğini görmedik. “Bu adam nasıl oluyor da bu kadar para ve itibar sahibi oluyor?” diye soranı görmedik.

Birileri paralarını saydı biz karşının ölüsü olmaya devam ettik…

14 yaşındaki bir çocuğu mezara koyduk. “Aynı gemideyiz” diyenlerin hiç birini o cenazede görmedik. Berkin’in annesi meydanlarda yuhalatıldı mesela. Şimdi “Türkiye duruşu” bekleyenlerin hiçbirinin “ayıptır, günahtır” dediğini görmedik.

Soma’da madencilerin yakınlarının tekmelenmesine kızan görmedik.

Ölüme “kader” diyenleri gördük. “Neden ölüyorlar?” bizden başka soran görmedik.

Buzdolabında ölü çocukların bekletildiğini gördük… Çırıl çıplak soyulan ölüler gördük… Yerle bir edilen kentler gördük. Sokağa çıkma yasakları gördük.

Panzer ardına takılıp gezdirilen insanlar gördük. Panzerin ezdiği çocuklara ‘terörist’ dendiğini gördük. Bombalanan meydanlar gördük, oyuncak götüren çocuklarının parçalarını toprağa veren arkadaşlar gördük.

Vura vura öldürülen oğlu için mahkeme önlerinde adalet isteyen analar gördük… O anaların üzerine gaz sıkıldığını gördük.

İşten atılan yüz binler gördük. Bedenini açlığa yatıran akademisyenlere ‘yiyorlar’ diyenleri gördük.

Hakkını istediği için itilip kakılan emekçiler gördük, coplanan memurlar gördük. Hakikati yazdığı için hapse atılan gazeteciler gördük.

Ama biz o kadar parayı bir arada hiç görmedik… Bizim cebimize bir kuruş rüşvet girmedi. Hiç kimsenin itirafnamesine girecek yolsuzluğumuz olmadı.

‘Terörist’ sayıldık, ‘af edersiniz Ermeni’ denildi. Ormanımız yakıldı, kapımıza işaret kondu. Ama hiç kimse bizim için “rüşvet verdim” demedi…

Ne bir duayı kirlettik, ne de birinin ahını aldık. Ne hak yedik, ne de hakkımızın yenmesine sessiz kaldık. Ez cümle biz hiç zalim olmadık…

Zarrab hiçbir zaman bizim ‘eniştemiz’ olmadı. Zarrab’ın daha neler açıklayacağını bilmiyoruz, söyleyeceği şeylerden kaygı duymuyoruz çünkü bize bir kuruş bile rüşvet vermedi.

Kim hangi pazarlıkları yaptı, kimi kimi nerede nasıl sattı bilmiyoruz. Ortada bir oyun varsa bu oyunu biz kurmadık. Biz başlatmadık ve bu oyunda biz hiç oynamadık. Karanlık kapılar ardında yapılan hesapların, dönün dolapların, manevraların ya da teslim ama harekâtlarının parçası biz değiliz. Şimdi daha büyük pazarlıklar yaşanıyor olabilir, daha büyük hesaplar yapılıyor olabilir ve bunun ceremesini hepimiz çekecek olabiliriz ama bunun sebebi kesinlikle biz değiliz.

Bu yüzden bütün zalim olanları kim nasıl affeder, kim nasıl üstünü kapatır bilmiyoruz ama biz affetmeyeceğiz…

Yazarın Diğer Yazıları

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

Neyi seçeceğiz?

Biz 14 Mayıs'ta kimin şampanya patlatıp, kimin namaz kılacağını seçmeyeceğiz; isteyenin şampanya patlatıp, isteyenin dua edeceği, inancı, dili, dini nedeniyle kimsenin ötekileştirilmediği bir ülkede yaşama arzusunu seçeceğiz