07 Temmuz 2015

İşçisin sen yalnız öl…

Sırası değildi… Koalisyon konuşulacaktı, Yunanistan’a laf çakılacaktı… Koca koca laflar edilecekti…

Seçimler bitmiş, meclis başkanı seçilmiş, koalisyon tartışmaları yapılırken, kimin kime hangi koşullarda göz kırptığı, hangi pazarlıkların hangi maslarda yapıldığı, kimlerin ne kazanacağı konuşulacakken sabahın kör vakti, gün bile daha uyanmamışken 15 işçi can verdi...

Sırası değildi… Koalisyon konuşulacaktı, Yunanistan’a laf çakılacaktı… Koca koca laflar edilecekti… Bazıları bu yüzden ‘es’ geçti… Duymamış, görmemiş gibi yaptı, “kaza” dedi, “trafik kazası”…

13’ü kadın 15 işçi öldü… 40 lira için… Üzüldük… Kahrettik… “Kahrolsun” dedik… Ama biliyoruz kimse kahrolmayacak… Çünkü biz kimseye kahır etmeyeceğiz…

15 işçi bir anda can verdi… Ve adına ‘kaza’ dendi… Tıpkı Torunlarda, Soma’da, Ermenek’te, Esenyurt’ta, Davutpaşa’da olduğu gibi…

Hemen her yıl yüzlerce mevsimlik işçi ulaşım sırasında ölüyor ve her seferinde yeni duymuş gibi yeni haberimiz olmuş gibi yapıyoruz. Mevsimlik işçilerin hiçbir sosyal güvencesi yok. 30-40 lira yevmiye ile tüm aile çalışıyorlar. Ve yaşanan bir ‘kaza’da (Kaza değil cinayet) tüm aile can veriyor. Sağ kalanlarsa aynı koşullarda ama bir büyük yasla yaşamaya ve çalışmaya devam ediyor.

İşçiler yanarak, boğularak, düşerek, göçük altında kalarak, çarpılarak ölüyor… Biz her ölümün arkasından “yazık” diyoruz “çok yazık”. Televizyonlar, gazeteler için işçi ölümlerinin haber değeri ‘yeterli ölü’ sayısına ulaşması… Her hangi bir yerdeki bir işçi ölümünün bilmem hangi sanatçının bilmem hangi davette giydiği elbise kadar değeri yok…

Eğer ölümler yeterli sayıdaysa iki dakikaya kadar uzatılan ve içine öfke yerine özenle ‘duygusallık’ katılan haberi izleyip kendi hayatımıza dönüyoruz. Tıpkı kadın cinayetlerinde olduğu gibi, tıpkı tecavüzde olduğu gibi… Unutuyoruz…

Geçtiğimiz yıl İÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'nde taşeron işçi olarak çalışırken, zorla indirildiği kanalizasyonda kaptığı virüs nedeniyle hayatını kaybeden Zafer Açıkgözoğlu'nun, ardında bir mektup bırakmıştı. Şöyle diyordu;

“Yaşarsam, malulen emekli olacakmışım. Şimdi bunları düşünemiyorum bile, sonum ne olacak, yaşayacak mıyım bilmiyorum ki! Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği vasıtasıyla yürütülen dava süreci devam ediyor, hastane yetkilileri bizden daha yüksekler, daha üstünler; belki onlar kazanırlar. Ne karar çıkarsa saygı duyacağız, elden ne gelir ki! Biliyorum arkamdan iki gün ağlayıp üçüncü gün unutacaksınız. Hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edeceksiniz. Benden önce her sene ölen bin 500 işçi gibi. Soma’da ölen 301 maden işçisi gibi. Şimdi diyorum ki, iş buldum, ekmek buldum diye sevinirken güvenlik önlemlerinin alınmamasından, gerekli eğitimin verilmemesinden, altyapı eksikliğinden canımdan oldum. Yaşamak istiyorsanız, sevdiklerinizle mutlu bir yaşam sürmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak istiyorsanız; var olan şartların, eğitimlerin tamamlanmasını isteyin. Çalışma Bakanlığı başta olmak üzere, tüm sorumluların yasalarca cezalandırılması en büyük dileğimdir. Ceza alsınlar ki tekrar aynı hatalar yaşanmasın. Güle güle...”

Zafer bundan 11 ay önce 17 Ağustos 2014’de yaşamını yitirdi… Peki bizim hayatımızda ne değişti? Haksız mıydı “Unutacaksınız” derken…

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre Mayıs ayında 161, Haziran ayında en az 147 işçi öldü.

2014 yılında meydana gelen iş cinayetlerinde bin 886 işçinin yaşamını yitirdi. 2015 yılının ilk altı ayında 794… Birilerimizin yakınlarıydı ya da değildi. Olabilirdi. Bir kamyonun altında kalabilecek, bir barajda boğulabilecek, bir inşaattan düşecek, bir madende göçük altında kalabilecek yakınlarımız var… Ama ölüm bizden uzak olduğu daha doğrusu ölümün bize bu kadar yakın olduğunu yaşamadığımız sürece bakıp geçiyoruz. Durup, bakıp geçiyoruz… Esenyurt’ta yanarak can veren işçilerin davaları ne oldu mesela? Ostim ve İvedik patlamaları davası ne durumda? Torunlar’da dava açıldı mı?

Sendikasından siyasi partisine, demokratik kitle örgütünden, meslek odalarına kadar iş cinayeti davalarını neredeyse takip eden kimse yok. Ailelerinden başka… Oysa ne çok bağırıyoruz, ne çok “kahrolsun” diyoruz... Ve sonra susuyoruz… sonra unutuyoruz… Sonra başka bir yerde başka bir ölüm yaşanıyor. Sonra yine öfkeleniyoruz, sonra yine üzülüyoruz… Patron bunu biliyor, devlet bunu biliyor. “Kahrolsun” deyip kahretmediğimizi, “hesap soracağız” deyip hesap sormadığımızı, o işçilerin ailelerinin kendi kaderlerine, o işçilerin toprağın altına terk edileceğini ve kimsenin hesap sormayacağını biliyor… Ve bu rahatlıkla devam ediyor… Biz unuttukça patronların kar hırsı büyüyor… İşçiler birer rakam oluyor… Rakam insansız bir şey oysa, değersiz bir şey…

Birkaç ay önce İş Cinayetleri Almanağı 2014 çıktı. Üçüncüsü çıkan almanak hem 2014 yılı boyunca yaşanan iş cinayetlerini gazete kupürlerinden, rakamlardan ayırıp hatırlatıyor, hem de Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin mücadelesine dikkat çekiyor. Unutulmak istenmiyorsa okumakta fayda var.

Adalet Arayan İşçi Aileleri ise iki yıldır her ayın ilk pazar günü Galatasaray Meydanı’nda Vicdan ve Adalet Nöbeti tutuyor. Sadece kendileri için değil, sadece kendi adalet talepleri için değil, Zafer Açıkgözoğlu’nun dediği gibi başka ölümler olmasın diye. Bir eylemin adının “Vicdan Nöbeti” olması bile vicdan sızlatır…

Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin, 28 Nisan’ın İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü ilan edilmesi talebiyle başlattıkları imza kampanyası sayfasında “Dünyada her yıl savaşlardakinden daha çok insan çalışırken ölüyor!” deniyor. Yani bir savaşın ortasındayız, yani patronlara mermi, top, tüfek taşımıyor olsak bile cesaret taşıyoruz. İşçiler yalnız ölüyor… Aileleri yalnız kalıyor…

İşçilerin nasıl yaşayıp, nasıl çalıştıklarına bakmadığımız, onlarla yan yana durmadığımız, onların ve ailelerinin adalet arayışlarına kulak vermediğimiz sürece işçilerin nasıl öldüklerini okumaya, izlemeye devam edeceğiz… Ve ardından “yazık” demeye.

 Belki de bir “Vicdan Nöbeti’ne hiç değilse bir Vicdan Nöbetine katılma vakti gelmiştir…

Çünkü anlatılan bizim hikayemiz… Ölen biziz…

 

@leylaalp

Yazarın Diğer Yazıları

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

Neyi seçeceğiz?

Biz 14 Mayıs'ta kimin şampanya patlatıp, kimin namaz kılacağını seçmeyeceğiz; isteyenin şampanya patlatıp, isteyenin dua edeceği, inancı, dili, dini nedeniyle kimsenin ötekileştirilmediği bir ülkede yaşama arzusunu seçeceğiz