19 Şubat 2023

Depremzede çocukları korumak zorundayız

Diyanet İşleri'nin açıklamasından sonra depremzede çocukların geleceği, güvenliği, sağlığı hepimizin derdi olmalı

Sıradan bir pazartesiye uyandığımızı sandığımız 6 Şubat sabahından beri bir karabasan yaşıyoruz. En az 40 bin eksildik. Sayımız her geçen dakika biraz daha azalıyor. Enkaz altında kalanlar depremin korkusunu ve kurtarılma umudunu yaşarken milyonlarca insan çaresizliği yaşadı. Binlerce mesaj, binlerce haykırış, binlerce yalvarış, binlerce insanın gözyaşı…

"Bu kadar gözyaşı olabiliyormuş" demek diye düşündüm kendi adıma. Bu yaşıma dek sevdiğim pek çok insana veda ettim. Uzun uzun ağladığım, yas tuttuğum, boşluklara bakıp, karanlıklara gömüldüğüm çok oldu. Büyük acılara tanıklık ettiğimi sanırdım. Canımın bu kadar yandığı, beynimin bu kadar uyuştuğu, kalbimin böyle sıkıştığı bir acıyı hiç yaşamadığımı anladım. Bütün duyu organlarımla acının içindeydim. Ve bunları yaşayanın sadece ben olmadığımı biliyordum. Çaresizlik yaşayan sadece ben değildim, bağıra bağıra ağlayan sadece ben değildim. Uyuduğuna, ısındığına utanan sadece ben değildim… Bunu bildiğim için nefes alabildim, alabildik…

Kimsesizliği, çaresizliği, utancı, öfkeyi yani insana dair ne kadar duygu varsa neredeyse hepsini yaşadık. Vurdumduymazlığa, gösterişe, baskıya tanıklık ettik. Bu kadar da olmaz dediğimiz pek çok şeyin yine hâlâ bunca şeye rağmen olabildiğini gördük. İpe sapa gelmeyen açıklamaları, yalanları duyduk. Acıyla alay edenleri, faydalanmaya çalışanları gördük.

İnsan gerçekten de nasıl yaşarsa öyle düşünüyor. Bu düşünce tarzına kötülüğü anlayış biçimi de dahil. Zalimliği, kötülüğü anlama, anlamlandırma yetisine galiba geçmişte gördüklerimiz, duyduklarımız referans oluyor. Ve yine de hepsinin bir yere kadar olabileceğini düşünüyoruz. Kötülük dediğimiz şey bir yere kadar olur diye düşünüyoruz. Bu kadar da kötülük olmaz diyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın depremzede çocukların evlat edinilmesiyle ilgili açıklaması benim için bunlardan biriydi. Sosyal medyada ilk gördüğümde inanamadım. Bilgi kirliliği diye düşündüm. Bu kadar kötülüğü, pespayeliği aklımın alması mümkün değildi. Doğruymuş… Birgün'den Mustafa Bildircin haberine göre Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun fetva sitesinde depremlerin ardından, "İhtiyaç duyulan konulara açıklık getirmek" amacıyla özel bir bölüm oluşturulmuştu. "Deprem bölgesinden sıkça sorulan sorular" adı altında, "Koruyucu aile olmanın hükmü nedir?" ve "Cenaze kefenlenmeden gömülebilir mi?" sorularını yanıtlandığı sitede depremde ailesini kaybeden çocuklara ilişkin "Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi" sorusu şöyle yanıtlanıyordu:

"Dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte hukuki birtakım sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesi kabul edilmiş değildir. Buna göre, evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın kendi öz anne babasının yerine, evlat edinenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir."

Yani Diyanet, ailelerin evlat edindikleri çocuklara, "öz evlat gibi davranmasının" doğru olmadığını ve "evlat edinenle evlatlık arasında evlenme engeli olmadığını" açıkladı. Sosyal medyadaki tepkilerden sonra internet sayfasından bu kısım silindi. Ama Diyanet İşleri'nin aklının, işleyişinin, anlayışının nasıl olduğuna dair bu bilgi bizim beynimize kazındı.

Ateşi çıksa uykusuz kalınan, tırnağına diken batsa anne babasının canının yandığı çocuklar kimsesiz kaldı. Bu çocukların daha 15 gün önce uyurken üstü açılmıştır diye kalkıp bakan anne babaları vardı. Sıcak bir evleri, okulları, arkadaşları, oyunları, oyuncakları başını güvenle yaslayabildikleri yakınları vardı. Yüzlerce çocuk kimsesiz kaldı. Yakınları naylon torbalara konuldu. Kefensiz gömüldü insanlar kefensiz… Koskoca bir bölge toplu mezar halinde. Çocuklar anne – babalarının hangi mezarda olduğunu dahi bilemeyecek. Diyanet İşleri'nin aklına gelen ilk şey bu çocukların evlat edinilip sonra da nikah kıyılabileceği. Buna "din" demek o dine çok büyük hakaret. Buna "dikkatsizlik" demek çok büyük aymazlık. Buna ne diyeceğini bilememek bir başka çaresizlik… Nasıl oluyor da bu kadar vicdansız, bu kadar sapkın, bu kadar pespaye olunabiliyor bilmiyoruz. Bununla nasıl baş edeceğiz onu da... Bizim bu kadar kötülüğü anlama, anlamlandırma yetimiz gerçekten yok. Dahası var. Diyanet İşleri tepkilerin ardından özür dilemek yerine "Konuyu saygısız bir yaklaşımla bağlamından kopartarak çirkin çağrışımlara kapı aralayacak şekilde yorumlamak, iyi niyetle asla bağdaşmayan bir tutumdur" diye ayar verdi. Bağlamından koparılan bir şey yok. Soru basit "Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?" Buna verdiğiniz yanıtta "Evlenme önünde engel yok" diyen sizsiniz. Kaldı ki böyle bir soru sorulsa dahi buna yanıt vermemek ya da "hayır" demek de mümkündü. Neden yapmadınız?

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı'nın birkaç gün önce yaptığı açıklamaya göre depremde bulunan 448 çocuk devlet koruması altında veya hastanede. Bu sayının artmış olabileceği de malum. Bu çocukların başına gelebilecek her türlü kötülükten kim sorumlu olacak? O kötülüğü yapan mı yoksa böyle bir kötülüğün yapılabilmesinin yolunu gösteren Diyanet İşleri mi?

Diyanet İşleri'nin açıklamasından sonra depremzede çocukların geleceği, güvenliği, sağlığı hepimizin derdi olmalı. Bu çocukları Diyanet İşleri'nde bu fetvayı yazdıran zihniyetten korumak, kurtarmak zorundayız. Belli ki bizim derdimiz, acımız, kaygımızla onların kaygısı aynı değil.

Yazarın Diğer Yazıları

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

Neyi seçeceğiz?

Biz 14 Mayıs'ta kimin şampanya patlatıp, kimin namaz kılacağını seçmeyeceğiz; isteyenin şampanya patlatıp, isteyenin dua edeceği, inancı, dili, dini nedeniyle kimsenin ötekileştirilmediği bir ülkede yaşama arzusunu seçeceğiz