Umut Bozkurt
Kuzey Kıbrıs’ta 7 Ocak Pazar günü yapılacak erken genel seçime geri sayım başladı. Kıbrıs müzakerelerinin Temmuz ayında çökmesinin ardından, ilk kez Kıbrıs sorununa pek değinmeyen bir seçim kampanyası süreci işliyor. Kıbrıs sorunu, ne seçim bildirgelerinde, ne de tartışmalarda öne çıkıyor. Merkez sağda ve soldaki partilerin ana önceliğinin Kuzey Kıbrıs’ta iç politikayla alakalı, sağlık, eğitim, trafik, çevre gibi farklı sorunların çözümüne yönelik politikalar geliştirmek olduğu görülüyor.
Seçime sekiz parti katılıyor: UBP, CTP, HP, TDP, DP, YDP, TKP ve MDP. Daha önce T24’de tüm partileri ayrıntılarıyla anlatan yazılar yayımlandığı için ben bu yazıda sadece UBP, CTP, HP, TDP ve DP üzerinde duracağım.
Muhtelif kamuoyu yoklamalarına göre seçimleri birinci parti olarak bitirmesi beklenen Ulusal Birlik Partisi (UBP), sağ tandanslı bir parti. UBP, toplam 27 yıl iktidarda kalarak Kuzey Kıbrıs’ta 1974 sonrası yaratılan sorunlu siyasi ve ekonomik yapının en önemli mimarı oldu. 1974’den sonra Kuzey Kıbrıs’ta kurulan yapıda devlet aygıtını kontrol eden siyasi elitler, iki temel stratejiyle devletin meşruiyetini tesis etmeye çalıştılar. Öncelikle savaş ganimeti muamelesi yapılan Kıbrıslı Rumların kuzeyde bıraktığı mallar bölüştürüldü, ardından da bürokrasi, kamu iktisadi teşebbüsleri içindeki mevkiler paylaştırılarak vatandaşların rızası alınmaya çalışıldı. Adam kayırmacılık, torpil üzerine kurulu bu mekanizmada işe alımlarda temel kriter, belli bir konuda yetkin olmak yerine, bir siyasi partinin destekçisi olmak haline geldi. Bürokraside ciddi bir kalite düşüşüne yol açan bu mekanizma, kamu menfaatini gözetmek yerine bir sonraki seçimi nasıl kazanabilirim üzerine küçük hesaplar yapan bir kasaba politikacısını 1974 sonrası Kıbrıs Türk siyasi sahnesinde en makbul siyasi aktör haline getirdi. Partizanlık, adam kayırmacılığın en önemli sorumlusu UBP olmakla birlikte, iktidara gelen diğer partiler de farklı mekanizmalarla kendi yandaşlarını nemalandırmaktan imtina etmediler.
UBP’den kopan kadroların oluşturduğu ve milliyetçi lider Rauf Raif Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş’ın başkanlığını ettiği Demokrat Parti (DP), UBP’nin koalisyon ortağı olarak hükümette yapılan bazı icraatlardan ötürü seçime hayli yıpranmış olarak girdi. Özellikle peynir ekmek gibi dağıtılan KKTC vatandaşlıkları seçim yatırımı olarak görüldüğü için hayli tepki topladı. Son birkaç aydır en fazla konuşulan konu ise DP’nin yüzde 5’lik seçim barajını geçip geçemeyeceği meselesi oldu.
Kamuoyu yoklamalarına göre seçimlerde ikinci parti olması beklenen Cumhuriyetçi Türk Partisi ise merkez sol tandanslı bir parti olarak tanımlanabilir. Soğuk savaş sırasında, özellikle Özker Özgür’ün başkanlığı döneminde kendini Sovyet yanlısı olarak tanımlayan parti, Mehmet Ali Talat’ın başa geldiği 1996 yılından itibaren sosyal demokrat bir çizgide tanımlanmaya başladı. Kıbrıs’ta sol partiler 1974 sonrası dönemde sosyo-ekonomik meselelerden ziyade, kendilerini esasen Kıbrıs sorununun çözümünü savunan pozisyonları üzerinden sol ideolojide konumlandırdılar. Bu seçimde ise CTP, Kıbrıs sorununu geri plana atan, “çalışırız yaparız” sloganıyla görünür hale gelen bir kalkınmacılık düsturuyla hareket ediyor. Sınıfsal çelişkilerin önemsizleştirildiği, hep birlikte çalışarak aydınlık günlere ulaşabilmenin sözünün verildiği bu siyasi vizyon, özellikle Kıbrıs Türk Ticaret Odası başkanı Fikri Toros’un kontenjan adayı yapılmasından sonra soldan gelen bazı eleştirilere maruz kaldı. Ticaret Odası, Türkiye’nin Kıbrıs’taki hükümetlerden talep ettiği ve Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu ve Kıbrıs Türk Telekomünikasyon Dairesi gibi kurumların özelleştirilmesini ve ciddi kemer sıkma politikalarını içeren ekonomik protokollerin hazırlanması aşamasında ciddi katkıları olan, sözü dinlenen bir örgüt olageldi.
2016 yılında kurulan ve seçimlere ilk kez girecek olan Halkın Partisi (HP) ise kendini “temiz toplum” ilkesinden hareketle 1974’den beridir Kıbrıs Türk siyasi sahnesinde sivrilen kasaba politikacısı modeline savaş açan bir parti olarak konumlandırdı. En fazla üzerine gittiği konular ise son dönemde UBP-DP koalisyonu döneminde iyice ayyuka çıkmış olan yolsuzluklar, usulsüzlükler, hukuğa aykırı uygulamalar ve partizanlık konuları oldu. Ayrıca, trafik, çevre, gıda güvenliği gibi konularda da siyaset üretmeye çalışıyor. Kendini ideolojiler üstü merkezde bir parti olarak tanımlayan HP tamamıyla teknokratlardan oluşacak bir bakanlar kurulu sözü veriyor.
2018 seçiminde gösterdiği nitelikli adaylarla adından söz ettiren sosyal demokrat Toplumsal Demokrasi Partisi’nin (TDP), Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Lefkoşa Belediye Başkanı Mehmet Harmancı’nın bu partiye mensup olmasından ötürü bir çıkış yakaladığı gözlemlenebiliyor. Yine de UBP ve CTP kadar örgütlenmiş, büyük bütçeye sahip olmayan bir parti olması kampanya aşamasında bir dezavantaj oluşturuyor.
Hem merkez solda olan partilere, hem de 1974 sonrası partizanlık ve adam kayırmacılığı üzerine kurulu siyasi yapıya savaş açan “ideolojiler üstü” HP’ye ise şu eleştiri getirilebilir. Seçim kampanyası sırasında Kıbrıs sorununa çok az değindikleri gibi, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye ile ilişkilerini de çok az gündeme getirdiler. Oysa Kuzey Kıbrıs’ta 1974 yılından sonra yaratılan devlet hem mali hem de siyasi açıdan Türkiye’ye bağımlıdır ve bu bağımlılığın çok farklı tezahürleri vardır. Uzun zamandır AKP yönetiminin yeterince dindar bulunmayan Kıbrıslı Türklerin dindar nesiller yetiştirmesi için Kuzey Kıbrıs’ta Sünni İslamlaşma yönünde bir toplumsal mühendislik projesi yürüttüğü konuşuluyor. Hem bu konuyla ilgili hem de 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden sonra Kuzey Kıbrıs’ta demokrasiye aykırı müdahaleler söz konusu olduğu zaman, CTP, TDP ve HP açık bir tavır almaktan çoğunlukla kaçındılar. Bu da, Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün sürdüğü bir toplumsal bağlamda bu partilerin 1974 sonrası kurulan siyasi yapıyı ancak sınırlı bir şekilde reform edebileceklerinin işaretlerini veriyor.
Öte yandan sağ partiler, Türkiye’yle ilişkiler konusunda çok daha açıktır. UBP ve DP gibi sağ partilere göre Türkiye, en azından söylem düzeyinde şükran duyulacak bir anavatandır ve anavatanla her daim işbirliği esastır. Türkiye’nin Kıbrıs’ta uygulatmaya çalıştığı politikalar, bu partilerin partizanca politikalar yoluyla siyasi pozisyonlarını garantiye alma amaçlarına halel getirmediği sürece uygulanabilir. Halel getirecekse, AKP’nin Kıbrıs’ta uygulatmaya çalıştığı ekonomi politikaları gibi, esnetilir, hatta sulandırılır.
Seçim kampanyalarının ülkede çok fazla heyecan uyandırdığını söylemek zor. Siyasi partilere güvenin son derece düştüğü bir dönemde seçmenin tek bir parti yerine farklı partilerin adaylarına oy vermesini içeren karma oyların artması bekleniyor. Önemli sayıda kararsız seçmen de mevcut. Son tahlilde karma oyların ve kararsızların oyu seçimin sonucunu belirleyecek. Seçimin sonucunu öngörebilmek zor olsa da şu anda söylenebilecek olan tek şey hiçbir partinin tek başına iktidar olmasının olası görünmediğidir. Kurulabilecek koalisyon hükümetlerinin çok uzun ömürlü olmaması, bir başka erken seçim ihtimalini de beraberinde getirebilir.