15 Mart 2016

Yazık bu ülkeye, bunları hak etmiyor!

Despot kafası ile barış olmaz, istikrar olmaz, demokrasi ve hukuk olmaz

Terör insanlık suçudur.
Elbette.
Terörü lanetliyoruz.
Tamam.
Kahrolsun PKK!
Pekiyi.
Şehitler ölmez vatan bölünmez!
Olmuştur.
Terörün son çırpınışları...
İyi güzel.
Tünelin uçundaki ışık yanıp sönüyor.
Fevkalade.
(...)
Eyyy!
Buraya baksanıza.
Yıllarımız bu edebiyatla geçti.
Hep bu klişeler uçuştu havada, her terör şiddet saldırısının ardından aynı sloganları attık.
Ama değişen bir şey olmadı.
Sorun olduğu yerde de durmadı, her geçen gün derinleşti.
Kan da durmadı, oluk gibi akmaya devam etti.
Kafa değişmedikçe sorun çözülmez.
Kan gölü büyür, o kadar.
Bir haftalık kafa dinlemenin son günlerinde iki yazı yazdım.
Biri dün yayımlandı, önüne bir bölüm ekledikten sonra...
Bugün de, Ankara katliamının öncesinde yazdığım yazıyı değiştirmiyorum.
Yukarıdaki girişle birlikte yayımlıyorum.
Yazık bu memlekete, bütün bunları hak etmiyor.

                               *   *   *

13 Mart'ta Ankara'da bomba yüklü araçla gerçekleştirilen terör saldırısında 37 kişi hayatını kaybetti. Ankara'da 5 ayda gerçekleştirilen üç saldırıda toplam 168 kişi katledidi


Bu ‘devlet kafası’ bölecek ülkeyi! 

Kürtlere yaşatılan acıları hep seyrettik. Bugün de öyle. Sesimiz çıkmıyor. Yazıklar olsun

Eskiden de böyleydi.
Köyler zorla boşaltılırdı.

Köyler, ormanlar yakılırdı.
Kürtler kendi memleketlerinden sürgün edilir, sürgün yaşarlardı.
Eskiden köyler insansızlaştırılırdı.
Bugün de farklı değil.
Şehirler insansızlaştırılıyor.
Sur...
Cizre...
Nusaybin...
Silopi...
Mahalleler kapatılıyor.
Abluka altına alınıyor.
Bombalanıyor.
Enkaz yığını hâline getiriliyor.
Eskiden de böyleydi.
Mart 2016, Diyarbakır. Sur'da bir duvar. Önünde üzerleri soyulmuş erkekler. Karşılarında tam teçhizatlı askerler...Devlet görevlileri hukuk dışına çıkar, tek tek faili meçhul cinayetler işlerdi.
Bugün de farklı değil.
Toplu işleniyor cinayetler.
Mahalleler kapatılıp kıyım yapılıyor.
Yakılıyor insanlar.
Eskiden de öyleydi.
Ermeni dölü derlerdi.
Sünnetsiz derlerdi.
Bugün de farklı değil.
Ruslarla işbirliği yapan Ermeni çeteleri diyorlar.
Eskiden de böyleydi.
Milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılırdı.
Meclis kapısından doğruca hapishaneye atılılırdı Kürt milletvekilleri.
Bugün de farklı değil.
HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması kapıda.
Eskiden de böyleydi.
Gazeteci kılıklı teröristler derdi devlet büyükleri.
Bugün de diyorlar.
Eskiden de böyleydi.
Kitaplar, yazılar suç aleti sayılırdı.
Şimdi de öyle.
Örneğin benim iki kitabım,  Delila ve Kürdistan Günlükleri suç sayıldı, toplatma kararı alındı, soruşturma açıldı haklarında...
Eskiden de böyleydi.
Elleri daha serbest kalsın diye, daha rahat hukuk dışına çıkabilsinler diye yeni kanuni zırhlar talep ederlerdi.
Bugün de öyle.
Eskiden de böyleydi.
Hapishaneler Kürt siyasetçilerle dolar taşardı.
Bugün de öyle.
HDP’lilere dönük tutuklama dalgası kabardıkça kabarıyor.
Eskiden olduğu gibi bugün de, devletin elinin ne kadar ağır olduğunu göstermek için yapılıyor bütün bunlar.
Ya devletten yanasın, ya terörden yana diye yapılıyor.
Eskiden olduğu gibi bugün de,  söz konusu vatansa gerisi teferruattır diye yapılıyor.
Eskiden de böyleydi.
Bugün de değişmedi.
Vatan bölünmesin diyerek, milli birlik beraberlik olsun diyerek yaşatılıyor tüm bu acılar.
Eskiden de böyleydi.
Kürtlere yaşatılan acıları hep seyrettik.
Görmedik.
Acılara gözlerimizi kapattık.
Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde insanlara bok yedirildi, tutsak muamelesi yapıldı, çıt çıkmadı.
Sesimizi çıkarmadık, terörle mücadele diye, vatan millet sakarya diye.
Bugün de öyle.
Sesimiz çıkmıyor.
Seyretmekle yetiniyoruz acıları.
Yazıklar olsun.
Oysa, asıl bu acılar ülkeyi bölmeye götürüyor.
Sur’da üç ay mahsur kalan 16 yaşındaki Ramazan Hanas yaşadıklarını T24 Diyarbakır muhabiri Veysi Polat’a şöyle anlatmış:

16 yaşındaki Ramazan, okuldan sonra atık toplamaya gittiği Sur'da üç ay mahsur kaldı...
 

Asıl yaşattığınız acılar bu memleketi bölecek! Bu devlet kafası hiç mi değişmeyecek?

Okula sabahları gidiyordum, öğleden sonraları da atık maddeleri toplayarak harçlığımı çıkarıyordum.
Yine sıradan bir günde Sur’da yaşanan olaylardan ötürü daha fazla atık bulma ümidiyle girdim.
Ancak yasak kararı alınınca da dışarı çıkamadım.
Sokağın bir tarafında polisler, diğer tarafta ise yüzleri maskeli silahlılar vardı.
Çıkmamıza izin verilmedi.
Zaman zaman su taşıttırıldı ben ve benim gibi üç beş çocuğa.
Sürekli patlama oluyordu.
Ev değiştiriyorduk.
Bulunduğumuz yerlere bombalar veya kurşunlar gelince de başka yere geçiyorduk.
Biz üç dört çocuktuk.
Binaların bodrum katlarındaydık hep.
Son olarak tarihi bir evin bodrum katına sığındık.
Günlerce uykusuz kaldım.
Günleri unuttum…
Korktum, öleceğim diye.
Annemi, babamı, kardeşlerimi, okul arkadaşlarımı düşündüm. Sur’un dışını özledim oradayken. Yemek ihtiyacımızı bodrum katlardaki konservelerden, su ihtiyacımızı ise kuyu sularından temin ediyorduk.
Hayatımda ilk kez pilav ve bulgur yaptım.
Doğru düzgün yemek yiyemiyorduk.
Lahmacun ve kolayı özledim orada.
Üzerimize bomba yağıyordu.
Öleceğim diyordum.
Korkudan uyuyamıyordum.
Her yerden bomba yağıyordu.
Üstümüz, başımız barut kokuyordu.
Şans eseri kurtuldum.
Ara ara ‘teslim olun!’ anonsları geliyordu.
Ancak bulunduğumuz yerden çıkmamıza izin verilmiyordu. Bulunduğumuz yere kimse gelmesin diye kapının arkasına kanepe koymuştuk.
Günleri unuttum ama günlerce o odadan çıkmadık.
Bir ara kadın ve çocuk sesleri geldi ve dışarı çıkmamız istendi. Kalabalık bir grup olarak ellerimiz başımızın üzerinde Dört Ayaklı Minare’ye açılan sokaktan askerlere doğru yürüdük.
Oradan karakola, sonra da adliyeye çıkarılıp bırakıldım. 
“Teslim ol, dediler ama çıkmamıza izin vermediler”

Celal Başlangıç’ın Sur yazısı

Sur'da viran olmuş bir sokak. Bir adam; çıplak, tedirgin, şaşkın...Bütün bu acılar yaşandıktan sonra ne olacağını sanıyorsunuz?
Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren de yaşandı, 1980’lerde de yaşandı, 1990’larda da yaşandı bu acıların hepsi.
Yaşandı da ne oldu?
Ne değişti?
O acıları yaşayanların çocukları dağa çıktı. 
O acılara şahit olanların çocukları ‘barikatlar’a çıktı.
Sur’daki, Cizre’deki, Silopi’de, Nusaybin’deki, Silvan’daki, Dargeçit’teki, İdil’deki barikatları dolduranlar, 1990’larda köyleri yakılarak zorla şehirlere göç ettirilenlerin çocuklarıdır.
Eskiden de böyleydi.
Bugün de öyle.
Yarın da farklı olmayacak.
Bugünkü acılara Sur’da, Cizre’de tanıklık eden çocuklar da yarın ellerine silah alacak.
Akıllanmayacak mısınız?
Böyle giderseniz, asıl yaşattığınız acılar bu memleketi bölecek!
Bu devlet kafası hiç mi değişmeyecek?..
Yazın bir kenara:
Despot kafası ile bu memlekette barış olmaz, istikrar olmaz, demokrasi ve hukuk olmaz.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ermeni kardeşlerimin 24 Nisan soykırım acısını, Hrant Dink'in "23,5 Nisan" yazısıyla paylaşıyorum

"Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle..."

Ortadoğu cehennemine Gazze'ye BARIŞ gelecek mi?

İsrail, İran ve Filistin'de iktidarlar değişmedikçe, Batı'nın İsrail'e kayıtsız şartsız desteği son bulmadıkça, Hamas şiddet ve terörden vazgeçmedikçe Ortadoğu'da barış kapısı açılmaz!

Paris'ten, yaşlı hatıralarla...

Yürüyorum Paris sokaklarında, yoksa gençliğimi mi arıyorum?..