13 Nisan 2016

Sevgili Cengo'nun vedası...

Yıllar ne de çabuk geçiyor, hatıralar dipsiz bir kuyu gibi içine çekiyor

Bazı yazılar güçtür, kolay çıkmaz.
Zorlanırsın.
Masanda kendi başına yapayalnız kaldığında, belki ne yazayım değil de, nasıl yazayım diye düşünmeye başlarsın.
Haksızlık etmekten, kırmaktan, taşları yanlış yere koymaktan çekinirsin.
Kıvrantı uç verir iç dünyanda.
Bu yazı da biraz öyle.
Çünkü Cengiz Çandar hakkında.
Kırk yıllık kıymetli bir dost ve değerli bir meslektaşa dair satırların kolay çıkmayacağını biliyorum.
Onun gibi yazma kolaylığım da yok.
Ama yazmam gerektiğinin de farkındayım.
Sevgili Cengo bizim mesleğe veda etti.
Yüreğim burkuldu.
Son zamanlarda zaten yaşamakta olduğum yalnızlaşma duygusu daha da derinleşti.
Belki bencillik ama öyle.
Etraf tenhalaşıyor duygusu...
Cengo’nun mesleğe vedası beni hüzünlendirdi.
Ama sonra da, “Herkes hayat boyu gazetecilik yapacak, köşe yazacak ve her Allah’ın günü Erdoğan’ı eleştirecek değil ya” dedim kendi kendime...

Kırk yıllık kıymetli dostum ve meslektaşım sevgili Cengo, senin mesleğe vedan benim içimi acıtıyor, yalnızlaşmak duygusunu biraz daha derinden hissediyorum


Kırk yıllık dostluk, meslektaşlık.
Dile kolay.
Öylesine eski bir hukuk ki.
İşte bu hukukumuzdur, yıllar içindeki tüm iniş çıkışlara rağmen bizim dostluğumuzun kopmasını önleyen, pekişmesini sağlayan ve bugünlere taşıyan...
Sabah vakti bilgisayarın başına oturdum.
Kırk yılı düşünüyorum.
Hatıralar dipsiz bir kuyu gibi içine çekiyor beni. Hafızanın acımasızlığı belki de, neler neler çıkıyor suyun yüzüne...

Yıl 1969, 1970.
Ankara’da Adakale Sokak.
Darbe peşindeki Devrim dergisiyle, Maocu İşçi Köylü gazetesi aynı apartmanda, Türk Hukuk Kurumu’nun üst katında karşı karşıya dairelerde çıkıyor.
Cengiz Çandar bizim kapıdan kafasını uzatıp, “Ne haber karşı devrim?” diye bağırıyor muzip bir yüz ifadesiyle...
O, her zamanki gibi ‘hiç yanılmayan’ bir devrimci, ‘cuntacılık’la haşır neşir bizler ise ‘karşı devrimci’ydik tabii.
Kulağıma devrimci marşlar geliyor.
Pencereden bakıyorum.
İşçi Köylü satmak için Kızılay’a giden gençler, aralarında sevgili Tûba (Çandar)...

Cengo'nun Filistin devrimcisi olarak ‘emperyalizm’e karşı mücadele yıllarından...

Yıl 1971, 12 Mart darbesi geliyor.
Hepimiz darmadağın oluyoruz.
Hapisler, işkencehaneler, darağaçları, sürgünler...
Cengo, gizlice Suriye sınırından geçip Filistin’e gidiyor.
Filistin devrimcisi olarak ‘emperyalizm’e karşı mücadele yılları, Avrupa’da sürgün yaşantısı...
1970’lerin ortasında Türkiye’ye dönüş ve gazetecilik.  
Ben Cumhuriyet’te Ankara temsilcisiyken, o da İstanbul’da yazı işlerinde çalışıyor.

1981’de ben genel yayın müdürü olurken, sevgili Cengo da Ortadoğu’ya açılıyor.
Sanıyorum 1982 yılıydı.
İsrail, Lübnan’ı işgal etti.
Cengo Beyrut’a gitmek istedi.
Hem tehlikeliydi, hem de Cumhuriyet’in dar bütçesini aşıyordu.
Riskleri göze aldı. Karayolundan Suriye’ye geçti, oradan da bir taksiyle Beyrut’a girdi.
İlk röportajı telekste tıkırdamaya başladığında, dünyalar bizim olmuştu. Çünkü Cengo, İsrail işgali altındaki Beyrut’ta üç dört gazeteciden biriydi.
O gün Altan Abi de (Öymen) gazetedeydi. Birinci sayfayı olduğu gibi yıkmış, tam sayfa yapmıştık röportajı:

Cumhuriyet işgal altındaki Beyrut’ta,
Cengiz Çandar bildiriyor!

Mutluyduk, yalnız bizim basını değil, dünya basınını da atlatmıştık o gün...
Cengo’nun Beyrut röportajları iki üç hafta sürmüş ve bu sayede Cumhuriyet büyük tiraj almıştı.
Çok iyi röportajlardı.
O toprakları tarihiyle birlikte iyi bilen...
O toprakların insanlarını tanıyan, seven...
Belki daha önemlisi o toprakları, o insanları oralarda, onlarla birlikte yaşayarak öğrenmiş bir gazeteci...
Ya da hayatın içinden gelerek yazan, gazeteciliği neredeyse bir hayat tarzı olarak benimseyen gerçek bir gazeteci...
1980’li yılların başında Beyrut’ta böyle bir gazeteci, Cengiz Çandar sahneye çıkıyordu.
Bir yazısını hiç unutmam:
Beyrut Bir Aşktır!

10 Ağustos 1995, kanlı bir iç savaşı yaşayan Bosna-Hersek'teki Sabah gazetesi ekibi. Soldan sağa: Bengüç Özerdem, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Ahmet Utlu ve Ahmet Vardar


Aradan yıllar geçtikten sonra, 1995’te, sevgili Cengo’yla birlikte kanlı bir iç savaşı yaşayan Saraybosna’ya yolumuz düşmüştü.
İkimiz de Sabah’taydık.
Çok heyecanlı günlerdi.
Cengiz Çandar, Beyrut’tan yıllar sonra yeni aşkını buldu: Saraybosna...” diye yazmıştım.
Cengo, ‘aşk’la yazar.
Hissetmeden yazamaz belki de...
Ama bu ‘duygusallık’ onu bazen kendisinin de istemediği ‘uçlar’a itebilmiştir.
Cengo ve onun bir yerde ‘vicdan’ı olan sevgili Tûba ile birlikte adliyede...O ‘uçlar’ın törpülenmesinde, bazen engellenmesinde en büyük rolü, Cengo’nun bir yerde ‘vicdan’ı olan sevgili Tûba Çandar oynamış, onun olmadık ‘elektrik prizleri’ne parmağını sokmaya kalkışmasını büyük ölçüde önlemiştir.
Cengo, arada bir ‘ego’su biraz fazla öne çıksa da, ne yazdıysa içtenlikle, dürüstlükle ve bilerek yazmıştır.

İkimiz de Ankara’da, Mülkiye’de okuduk.
Düzen karşıtı fikirler, Mülkiye yıllarında hayatımıza girdi.
Önce Mülkiye, sonra Türkiye!” sloganlarıyla Mülkiye koridorlarında koşturduğumuz zamanlarda da, darbeci ve Maocu olduğumuz yıllarda da, askeri darbeler sonrası en nihayet demokrasi limanına demirlediğimizde de, her zaman kurulu düzen karşıtı olduk.
Özgürlük ve insan hakları ve de hukukun üstünlüğü çizdi nihai yolumuzu...
Ama hep aynı düşünmedik Cengo’yla.
Kavga da ettik, birbirimize bağırıp çağırdık da...
Cumhuriyet’te yollarımız ayrılırken, “İlhan Abi sansürüne daha fazla dayanamam” diye eleştirmişti beni...
Cengo, Özal’ın hayatı yetseydi, yeni partisinde siyasete aktif olarak girecekti sanıyorumBen de onu sonraki yıllarda ‘Turgut Özal’la ilişkileri’nden dolayı eleştirmiştim.
Cengo ‘siyaset’i hep sevmiştir.
Cem Boyner’le Yeni Demokrasi Hareketi’nin kuruluşunda yer aldı.
Rahmetli Özal’ın hayatı yetseydi, onun yeni partisinde siyasete aktif olarak girecekti sanıyorum.
2002 genel seçiminden önce, Kemal Dervişli CHP’den milletvekili olmasına da  ramak kalmıştı galiba...
Bu konuda, aktif siyasetle arasına mesafe koymuş bir gazeteci olarak benden farklıydı Cengo...

28 Şubat döneminde bana fena halde kızmıştı.
Özellikle andıç dolayısıyla...
Haklıydı.
Ona gereken desteği vermemiştim.
Bu haklılığını, Türkiye’nin Asker Sorunu adını taşıyan kitabımda anlatmasını kendisinden ben istemiştim, o da yazmıştı 2010’da...

Ben yavaş, o çok ve hızlı konuşur. CNN Türk’te birlikte yaptığımız Tecrübe Konuşuyor programında Cumhurbaşkanı Gül konuğumuzken telefonuma bir mesaj düştü: 'Tecrübe konuşiyi, Cumhurbaşkanı konuşamıyi...'


Cengo hızlı konuşur.
Ben ise yavaş.
O çok konuşur.
Bazen bayar insanı...
O da benim için, Asaf Savaş Akat’ın deyişiyle ağır aksak, fıstıki makam geveze der.
CNN Türk’te bir zamanlar Tecrübe Konuşuyor diye bir program yapmıştık birlikte.
Bir akşam Cumhurbaşkanı Gül’dü konuğumuz.
Cengo sorusunu soracaktı ama her zamanki gibi biraz yan yollara saptı, soru konuşmaya dönüştü, uzadı.
Sıra bana gelince, ben de soruyu her zamanki gibi biraz ağır aksak sordum, zaman geçti.
Ve telefonuma bir mesaj düştü Asaf Savaş’tan:
“Tecrübe konuşiyi, Cumhurbaşkanı konuşamıyi...”

Bir nokta daha var.
Cengo’yla aramızda bazen üstü örtülü bir mesleki rekabet yaşanırdı, ya da ben öyle sanıyorum.
Özellikle Kürt meselesiyle ilgili olarak bu rekabeti arada bir yaşadığımı söyleyebilirim.
2011 yılı Haziran ayında bir gün.
Cengo’nun TESEV için hazırladığı Kürt Raporu, benim de katıldığım bir akşam yemeğiyle açıklanıyor.
Ertesi gün basına dağıtılacak.
Kimsenin haberi yok.
Ben de aynı günün sabahı Erbil’e uçuyorum, oradan arabaya atlayıp doğru Kandil’e, Murat Karayılan’la konuşmaya gidiyorum.
Bu arada Cengo’nun raporunu da biraz konuşuyorum Karayılan’la...
Aynı gün akşam üzeri Erbil’e dönüş yolunda, cep telefonumdan mülakatı Milliyet’e yazdırıyorum, şehir içi baskılara yetişsin diye.
Bu arada Cengo’yu da cepten arayıp, Kandil’den gelmekte olduğumu kendisine bildiriyorum.
Böylece, Cengo’nun raporla benim Kandil röportajı aynı gün basında patlayacaktı.
Bundan dolayı üstü örtülü bir keyif aldığımı da itiraf etmeliyim.
Biz gazeteci milleti böyleyizdir.
Atlatma’dan duramayız.
Ama bazen de fena ‘atlayarak’, içimizi karalar bağladığı da olur.
Bunlar besler bizim mesleği...

Cengo, torunu Ela ve ben...Ama Cengo’yla benim aramda hiç bitmeyen, hiç bitmeyecek bir ‘rekabet’ daha vardır:
Galatasaray-Fenerbahçe...
İkimiz de fanatik sayılırız.
Ama bu konuda Cengo’yla fazla tartışmam.
Bir yandan benden daha güçlü bir çenesi vardır, öbür yandan da Fenerlilere özgü o tuhaf mantığıyla da uğraşmak beni yorar.
Bu akşam Arena’ya geliyorlar.
Bir ihtimal, Beşiktaş bu akşam şampiyonluğunu ilan edebilir bizim maçtan sonra...

Sevgili Cengo;
Yıllar ne de çabuk geçiyor.
Sen meslekte 40. yılındasın.
Ben de 47. yılı dolduruyorum.
Bu ince uzun yolda ‘günah’lar da var, ‘sevap’lar da, ‘doğru’lar da var, ‘yanlış’lar da.
Seyrek de olsa, epeyce saçmaladığımız da olmadı değil.
Ama normal!
Türkiye gibi ezeli sorunları olan bir ‘tımarhane’de 40 yıl, 47 yıl piyasada kalıp, onca yıl yazarken hep doğru yapmak, hep sevap işlemek elbette mümkün değildir.
Yaz bir kenara:
Hayatta böyle bir mutlak yanılmazlığı iddia etmeye kalkışmak ise ‘ahmaklık’tır.
Bir noktayı vurgulamak isterim.
Bunca yıl sonra bilançonun altına bir çizgi çektiğimizde, doğrular yanlışlara ağır basacaktır diye düşünüyorum.

Sevgili Cengo;
Şu günlerde bazı şeyler beni üzdü.
Biri şu:
Doğan Medya Grubu’nun Radikal’i kapatması...
Ve sana, örneğin Hürriyet’te bir köşe, CNN Türk’te bir program açmaktan kaçınması...
Seni davalarınla başbaşa işsiz bırakırken de, ‘Saray medyası’ndan bir ‘usta gazeteci’yi, Abdülkadir Selvi’yi transfer edebilmesi...

Bir başka üzüntü kaynağımı yazıma başlarken belirtmiştim.
Senin mesleğe vedan benim içimi acıttı.
Yalnızlaşmak duygusunu bu kez biraz daha derinden hissettim.
Etraf gitgide tenhalaşıyor.
Sevgili Cengo;
Yanlış anlamayacağını biliyorum.
Oxford’da, Stockholm’de ya da bir Amerikan üniversitesinde yapacağın çalışmalar da, yazacağın kitaplar da çok kıymetli olacak.
Bu açıdan herhangi bir kuşkum yok.
Güle güle Cengo, yolun açık olsun sevgili kardeşim.

Yazarın Diğer Yazıları

Sevgili Celal Başlangıç gurbette, memleket hasretiyle gitti

Adam gibi adamdın, iyi gazeteciydin, seni "Yeşilyurt dışkı yedirme" haberiyle hatırlayacağım hep...

Özgür Özel'in Erdoğan'la diyalog talebini neden önemsiyorum?

31 Mart penceresini açan CHP, hem kendisini hem Türkiye'yi bundan sonra büyütmek istiyorsa, bunun için siyaset meydanına bir büyük uzlaşma projesi, dört dörtlük bir demokratik anayasa önerisi sunmalıdır

Taksim Meydanı 1 Mayıs'lara açılmadıkça, cezaevleri boşalmadıkça...

Bu ülkede demokrasiden, hukuk ve adaletten, özgürlükten söz edilemez