07 Haziran 2015

Sadun Boro’nun sesi kulağımda: En çok uzun seyirleri özlüyorum!

‘Deniz öyle haşin bir sevgilidir ki, hürmette kusur ettin mi, hemen şamarını suratında bulursun...’

Lyon Körfezi,
10 Mayıs 2012, Perşembe, saat  05.00

Gece yarısı yatağa girdim ama uyku tutmadı.
Açık denizde ilk gecem.
Bir ara çok sallandık, tedirgin oldum.
Dışarıda, havuzlukta oturuyoruz.
Ortalık ıslak, çiğ yağıyor. 
Vardiya Cüneyt’te.
“Sancakta bir tekne var” diyor, “4.5 mil uzağımızda. Bizim radardaki 3 millik güvenlik zonumuza 5, 6 dakikada girebilir.”
Yıldızlar tek tük.
Mehtap bir görünüyor, bir kayboluyor kara bulutların arasında.
Cüneyt:
“Kritik zona girdi bu gemi. Radar sürekli alarm veriyor.”
“Ben duymuyorum.”
“Ben duyuyorum, dümenin başına gidiyorum. 1 mil sonra geçip gidecek bizi. Tam pruvamızda. Teknenin iskele (sol taraf) ışığı gözükmüyor.”
Sadun Boro bazı kitaplarını imzalamıştı seyahat öncesi. Kısmet isimli 11 metrelik yelkenli teknesiyle 1965’le 1968 arasındaki dünya seyahatini anlattığı Pupa Yelken‘i okumaya başladım.
Denizler beni çağırıyor!
Efsane denizcimiz Sadun Abi’nin sloganı bu. Kitabın bir yerinde diyor ki:
“Şu deniz öyle haşin bir sevgilidir ki, bir an ihmal ve hürmette kusur ettin mi, hemen şamarını suratında bulur insan...”

Boro: Kısmet, yakamozdan
duvağını peşinden eksik etmez

Saat 16.35

Sadun Boro’nun sesi yükseliyor, “En çok uzun seyirleri özlüyorum” diyor; hüzünlü titreşimler var bu sözde... 

Tek başımayım havuzlukta.
Dümenlerden birine sırtımı dayadım, bacaklarımı uzattım.
Vardiya, nöbet.
Yunus mu, köpekbalığı mı iskelede?
Kucağımda, Sadun Boro’nun bu yakınlarda “Hasan’la Ayşe Cemal’e güzel günler dilerim” diye imzaladığı Pupa Yelken kitabı, (Denizler Kitabevi).
Sayfaların arasında dolaşırken, arada bir gözlerimi burna dikiyorum, hiçbir şey görünmüyor.
Marsilya’dan yola çıktığımızdan beri 24 saat dolmak üzere. Açık denizde, Lyon Körfezi’nde seyrediyoruz Peace’yle.
Sabaha karşı radarımıza yakalanan ve bir süre “dııt dııt” sesiyle alarm veren hayalet tekneden başka şimdiye kadar başka bir şeye rastlamadık açık denizde.
Öyle dalıyorum.
Peace’nin çarşaf gibi denizi yararken çıkardığı fışırtılı sesi dinliyor, lacivert denizde belli belirsiz köpüklü dalgaları seyrediyorum.
Gökyüzü ise sütbeyaza dönüyor. Harikulade bir sessizlik ve muhteşem bir yalnızlık içinde kaybolmuş gibiyim.
Serçe yanıma kadar geliyor, hoplaya zıplaya... Aa, sancakta (sağ tarafımızda) kocaman, kabuklu birşey yüzüyor, deniz kaplumbağası...
Sadun Boro, kitabında sanki bizi yazıyor:
“İlk iki gün rüzgar yok denecek kadar azdı. Hatta daima güneyden gelen ölü dalgalar dahi pek hafif, denizin üstü çarşaf gibi. Tekne sürünür gibi ağır yol alıyor. Etrafımızda ton balıkları oynaşıyor, ama bizim oltaya tenezzül eden yok.”
Günün sonuna doğru güneş iyice alçaldı ve yine dümen suyumuza geldi, incelmeye başladı.
Ama denizin üstü hâlâ som gümüşten.
Sadun Boro şöyle der:
“Kısmet, yakamozdan duvağını peşinden eksik etmez.”

Açık denizde ilk fırtına...

Sayende denizi sevmeye başladık Sadun Abi, sana şükran borcumuz var.

Saat 05.50, şafak söktü.
Cüneyt Solakoğlu:
“Hazreti güneş en nihayet gözüktü.”
Sanki sabah olmayacakmış gibi bir hisse kapılıyor insan. Güneş, Bonifacio Boğazı’nın üstünü yangın yerine çevirerek, kocaman bir alev topu halinde yükseliyor.
Ve Bonifacio limanına kapağı attık, açık denizde, üstelik Lyon Körfezi’nde 36 saatlik bir yolculuktan sonra.
Bu arada rahat bir nefes aldığımı itiraf edeyim, sersemlemiş halde ayağımı karaya bastığım vakit.
Sadun Boro, Bir Hayalin Peşinde adını taşıyan kitabında şöyle der:
“İlk günlerde rastlanan kötü hava şartlarıdır ki, nice uzun seyahat meraklılarını daha ilk kapağı attıkları limanda senelerin mahsulü hülyalarından vazgeçirtip, bir daha böyle bir şeye kalkmaya tövbe ettirmiştir. Ben de bu ilk fırtına ve kötü şartlar içinde zaman zaman bunalmış ve ümitsizliğe düşmüştüm.
İşte böyle bir anda beni bu fırtınanın içinden çekip alsalardı, eminim bir daha denize adımımı atmazdım. Ama değil mi ki, bu ilk açık deniz fırtınasının bütün meşakkatini çektikten sonra selamete eriştik, o korku hissi yerini denize karşı sonsuz bir sevgi ve hürmete bıraktı. Her denizci yaşadığı ilk fırtınada aynı hisleri yaşar ve ondan sonra şerbetlenir, kanıksar.”
Bakalım Hasan Kaptan ne zaman yaşayacak böyle bir fırtınayı?.

Saat 07.00

Bonifacio kalesindeki kiliseden çan sesleri geliyor. Ortalıkta kimsecikler yok. Limanda açık bulduğum ilk kahveye oturuyorum.
Günün ilk kahvesi çok iyi geliyor, yanında da taptaze bir çörek...
36 saatlik açık deniz yolculuğunun son 10, 15 saatinde sıcak bir şey girmedi midemize. Kahvede Norah Jones söylüyor, yumuşacık sesiyle...
Gevşiyorum.
Bonifacio Kalesi surlarıyla birlikte sabah pusunun içinden tüm heybetiyle çıkıyor.
“Yağmur çiseliyor. Hava yeni ağırmış. O aşina siluet yavaş yavaş bir sis, bir pus perdesinin arkasında siliniyor” diye anlatıyor Sadun Boro, Bir Hayalin Peşinde isimli kitabında...
Günün ilk sessizliği ne kadar güzel.
Denizi seveceğim galiba.
Sadun Boro şöyle diyor:
“Her şeyden uzak asude bir hayat…
Zaman... O da ne demekmiş?.. Ne kıymeti var zamanın. Denizde öyle bir kelime yok...
Neptün dümende, görünmez dümencimiz tekneyi idare ediyor.”

‘Bu çaylağın paçasını sıkı bağlayın’

Rahat uyu büyük denizci, seni çok özleyeceğim...

2013 Ağustos ayı.
Koca dalgalar ağızlarından bembeyaz köpükler saçarak marinanın taşlarında büyük gürültülerle patlıyor.
Denizin rengi kopkoyu lacivert.
Beşik gibi sallanıyor Peace.
Rüzgâr iskeleden çok kuvvetli vuruyor. Teknenin kafasının atmaması için iskeleden koltuk halatı aldık baş tarafa. Arka halatlar da çiftlendi.
Anlaşılan iki gün daha burnumuzu çıkaramayacağız Paros’tan...
Sezen Aksu’nun güzel sesi geliyor Ege’nin mavi derinliklerinden:

          Cigaramı sardım karşı sahile
          
Yaktım ucunda acıları
          
Ağları attım anılar doldu
          
Ağlar hasretimin kıyılar
          
Yareme tuz diye yakamoz bastı
          
Tek şahidim aydı
          
Aman aman
          
Bir elimde defne, bir elimde sevdam
          
Kalbim Ege’de kaldı...

Gece yarısı.
Rıhtıma yanaşan feribottan kızlı erkekli gençler indiler, bir koşu dağıldılar adanın sokaklarına, hayallerinin peşinde…
Fırtına patlıyor denizlerde.
Deniz kudurdukça kuduruyor, korkutucu bir hali var.
Sadun Boro’nun benim için dediklerini hatırlıyorum:
“Bu çaylağın paçasını sıkı bağlayın ki, ilk limanda atlayıp tüymesin!”

15 Ağustos 2013

Kalimnos'tan Paros adasına doğru seyrediyoruz.
Gökova’dan bir ses yükseliyor, hiç ihtiyarlamayan bir denizcinin sesi bu, Sadun Boro’nun, “En çok uzun seyirleri özlüyorum” diyor.
Hüzünlü titreşimler var bu sözde...
Beni de hüzünlendiriyor.

Uzak denizleri özlediğini anlatıyor Sadun Abi:
“O uzun seyirlerde denizle, gökyüzüyle öylesine baş başasındır ki, sadece denizle boğuşur, sevişirsin. Öylesine bir başbaşalıktır ki bu, üç torba altının olsa bir dilim ekmek alamazsın, bir dilim ekmek...”
Kalimnos AdasıYıldızlar tepemizde. Ne kadar parlak, ne kadar yakın. Büyüleyici bir görüntü. Sürekli kayan yıldızlar bir başka âlem...
“Deniz korkusu”nu azaltıyor gökyüzündeki bu harika cümbüş...
Sayende denizi sevmeye başladık Sadun Abi, sana şükran borcumuz var.
AMORGOS, Ege’de bir ada.
Vira bismillah!
Kalimnos adası günün son ışıklarıyla arkamızda kalıyor. Ağır ağır yitip giden liman ışıl ışıl, sanki yangın yeri...
Denizci deyişiyle:
Rüzgârımız bol, denizimiz az olsun!
Paros adasına kadar 15-16 saat yolumuz var, yelkenlimiz Peace’le. Her şey yolunda giderse, ertesi gün öğle vakti Paros’tayız.
Hava beklediğimiz gibi. 26 knot esiyor. Rüzgârı kafadan alıyoruz. Henüz Kalimnos’un kuytuluğunda olduğumuz için o kadar hissetmiyoruz havayı.
Arada bir sağanaklar sert vuruyor. Açık denize çıkınca anlayacağız Hanya'yı, Konya'yı. Biraz dayak yiyeceğimiz kesin gibi...

Sadun Boro'nun sesi kulağımda: En çok uzun seyirleri özlüyorum...


Sadun Abi’nin Yeni Rakı’sı
ve tüttürdüğü ince purolar

Mehtap pırıldamaya başladı, ağır ağır yayılıyor denize. Dalgaların üstündeki o gümüşî oynaşmalar o kadar güzel ki...
Tuhaf bir heyecan.
Ve denizin insana verdiği özgürlük duygusu...
Tam önümüzde Çoban yıldızı, koca bir fener gibi asılı gökyüzüne, ne kadar parlak. Bize rehberlik ediyor çalkantılı denizde...
Üç torba altının bir dilim ekmek etmediği uzun seyirler
Gökova’dan bir ses yükseliyor, Karacasöğüt’ten. Hiç ihtiyarlamayan bir denizcinin sesi bu, Sadun Boro’nun:
“En çok uzun seyirleri özlüyorum.”
Hüzünlü titreşimler var bu sözde...
Beni de hüzünlendiriyor.
Efsane denizci 80 yaşını devirmiş durumda. Ama yıllar onu ihtiyarlatamıyor. Çünkü yaşamı boyunca her şeyini verdiği denizlerin koruması altında o.
“Uzun seyirleri özlüyorum en çok” cümlesini tekrarlıyorum, ne kadar uzun diye sesleniyorum ona Ege’nin ortalarından.
Sadun Boro keyifleniyor:
“Okyanus geçişlerini, çok uzak denizleri özlüyorum.”
Sonra takılıyor bana:
“Geçen yıl Marsilya’dan yelkenliyi getirdiniz. İki hafta Akdeniz’de seyrettin, Marmaris’e geldin. Neredeyse aylarca yazacaktın. Bir de benim gibi uzun seyirler yapsan, herhalde yıllar yılı yazardın.”
O büyük kahkahasını duyuyorum sevgili Sadun Abi’nin...
Yeni Rakı’sının ve tüttürdüğü ince purolarının kokusu burnumun ucunda...
Bir de ilk kadehle birlikte denizlere doğru çektiği heyyt sesi ve kocaman kahkahaları kulağımda çınlıyor.
Rahat uyu büyük denizci.
Seni çok özleyeceğim Sadun Abi.
Son bir notumu kabul et:
Kendi hayatına kendin hükmederek yaşadın, ne mutlu sana!  

Yazarın Diğer Yazıları

CUMHURİYET’in 100. kuruluş yıldönümünü kutluyorum

Cumhuriyet’te geçen 18 yılımı “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” isimli kitabımda yazdım

Zülfü'nün hüzünlü sesi...

Yaşlı hatıralar beni dipsiz bir kuyu gibi içine çekiyor

Sevgili Celal Başlangıç gurbette, memleket hasretiyle gitti

Adam gibi adamdın, iyi gazeteciydin, seni "Yeşilyurt dışkı yedirme" haberiyle hatırlayacağım hep...