22 Kasım 2015

Paris katliamı sonrası... Keşke ben de ‘hiç yazarı’ olsaydım!

Belki en iyisi, bir kahve köşesinde yapayalnız oturup bir ‘hiç dünyası’ yaratmak...

NEW YORK


Paris katliamı sonrası... (1)

Soho’da bir kahve, sabah vakti erken.
Etrafta kimsecikler yok.
En köşedeki masaya oturuyorum.
Kendi başıma, yapayalnız.
Patti Smith gibi...
Kahve onun kahvesi, 12 Chairs.
Bu mekânı bir zamanlar stüdyo olarak kullanmış, zaten evi de sokağın karşı kıyısında...
Mis gibi kahve, iyi geliyor.
M Train, Patti Smith’in son kitabı.
Sayfayı çeviriyorum, daha ilk cümle aklıma takılıyor:
It is not so easy writing about nothing.
Peki ya Türkçesi?..
Hiç hakkında yazmak kolay değildir” olabilir mi?
Ya da şöyle:
Hiç hakkında yazmak, hiç de kolay değildir.
Peki hiç nedir?
Bir şey eğer hiç ise hakkında ne yazılabilir?
Sabah sabah aklıma takılıyor.
Hiç nedir, nasıl yazılır?..
Ben yazar ya da filozof değilim ki.
Gazeteciyim.
Patti Smith değilim ki, her sabah aynı kahvenin aynı köşesine yapayalnız çöküp, kopkoyu bir fincan kahve eşliğinde hiç hakkında düşüncelere dalayım.
Oysa ne güzel olurdu, dünyanın hâllerinden kopmak...
Paris Katliamı beni Boston’da yakaladı.
Kaç gündür katliamla, katliam sonrası dünyasının, Türkiye’sinin hâlleriyle uğraşıyor kafam...
Ve yıllar önce güvenli, özgür Paris’e kapağı atmış Faslı romancının New York Times’da okuduğum o cümlesi içimi acıtmaya devam ediyor:
“Yolun sonuna geldik galiba... Bundan sonra nerede yaşayacağız ki?..”
Rengi, inancı, hayat tarzı farklı biri için artık Paris de sığınılacak bir yer olmaktan çıkıyorsa...
Gerçekten hazin.
Keşke her sabah bu kahve köşesinde hiç  hakkında düşünüp yazsaydım.
Zaman beni hiç dürtmeseydi.
İlle de filmin sonunu göreceğim duygusundan kurtulsaydım.
Keşke hiç yazarı olsaydım.
Kendime bir hiç dünyası yaratsaydım.

Selçuk Demirel / Le Monde

 

Paris bir şenlikti...

 

Hemingway'in Paris'inde Les Deux Magots kahvesi Hemingway’a sormuş biri:
“Yazar olmaya karar verdiğin kesin bir an var mı, hatırlıyor musun?”
Yanıt:
“Hayır, ben her zaman yazar olmak istedim.”
Morgan Library’deki Hemingway sergisinde, yazar olmak isteyenlere Hemingway’in ilk tavsiyesine gelince:
Kısa cümle...
Sergiyi gezerken gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçip gidiyor, Hemingway’in Paris’i ya da Sol Kanat Paris’i...
Closerie des Lilas...
Shakespeare and Co...
Cafe de Flore...
Brasserie Lipp...
Les Deux Magots kahvesi...
Ben de bir zamanlar galiba bir şeylere özenmiş ve Les Deux Magots’nun  Hemingway adıyla fotoğrafının çakılı olduğu köşesine oturup, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım isimli kitabımın girişini yazmıştım.
Paris de kana bulandı.
Morgan Library’deki Hemingway sergisi   Hemingway’e diyor ki Gertrude Stein:
“Bizler için Paris, yirminci yüzyıl sanat ve edebiyatını yaratmak için en ideal yerdir.”
Hemingway de yirminci yüzyılın başlarında öyle yazmıştı, Paris Bir Şenliktir diye...
Ama gel gör ki, ‘yaşama sevinci’nden nefret edenler kana buladı Paris’i...
Farklı, renkli hayat tarzlarından nefret edenler insanlığa karşı suç işlediler Paris’te...
Paris’e sığınmış Faslı yazarın o cümlesi yüreğimi burkmaya devam ediyor:
“Yolun sonuna geldik galiba... Bundan sonra nerede yaşayacağız ki?..”

Patti Smith, kendi yapayalnız kahve dünyasında...

 

Amerika da ‘utanç duvarı örecek mi?’

 

Hemingway yirminci yüzyılın başlarında yazmıştı, “Paris Bir Şenliktir” diye... Ama gel gör ki, ‘yaşama sevinci’nden nefret edenler kana buladı Paris’i...

Eyy Patti Smith!
Söyle bakalım.
New York’ta, Soho’nun 12 Chairs isimli kahvesinin bir köşesinde hiç hakkında düşünüp yazarak bir ömür geçebilir mi?..
Hiç sanmıyorum.
Paris Katliamı sonrası bakıyorum da, farklılıklara, değişik renk ve inançlara hayır diyen damar buralarda, Amerika memleketinde de güçleniyor.
Kongre’den geçen kararlara, başkanlığa adaylığını ilan eden Cumhuriyetçilere kulak verdikçe, Avrupa’yla birlikte Amerika da zulümden kaçanlara karşı bir utanç duvarı örmeye mi hazırlanıyor sorusu büyüdükçe büyüyor.
Ne yazık.
Hudson Nehri usul usul akıyor.
Uzaktan Özgürlük Anıtı’nı seyrediyorum.
Bir zamanlar Avrupa’dan, baskının ve bağnazlığın her türlüsünden kaçanları kucaklamış ‘Amerikan rüyası’nın bir simgesi, Hürriyet Abidesi...
Sislerin içinden bir seçiliyor, bir kayboluyor.
Özgürlüğün özü...
Özgürlüğün sınırı...
Özgürlüğün sınırsızlığı...
Frank Stella sergisinden: Özgürlüğün sınırı, sınırsızlığıHudson Nehri’nin kıyısındaki Whitney Müzesi’nin yeni mekânında Frank Stella sergisini gezerken kafamın içini bir yandan hiç, diğer yandan özgürlük fikri burgaç gibi oyuyor.   
Kendi memleketimde darbe üstüne darbe yiyen özgürlük sorunu kafamdan hiç gitmiyor ki...
Frank Stella’nın heykelleri...
Şu sözünün altını çiziyorum:
“Özgürlüğün özü öyle bir şeydir ki, kendi çizdiği sınırları da aşar. Ya da sınırları tarif eden ama sınırlamayan bir şey vardır bu özde...”

 

Filmin sonu benim dünyama o kadar uzak ki...

 

Avrupa’yla birlikte Amerika da “zulümden kaçanlara karşı bir utanç duvarı örmeye mi hazırlanıyor” sorusu büyüdükçe büyüyor

İnsanoğlunun özgürlük alanını fütursuzca çiğneyen ‘düşman’lardan insanlık hiç kurtulamayacak mı?
Belki en iyisi hiç hakkında yazmak!
Belki en iyisi, Soho’daki bu kahve köşesinde, 12 Chairs’de her sabah kendi başına yapayalnız oturup bir fincan kahveyle bir hiç dünyası yaratmak...
Ama böyle bir dünyayı yaratmak ve hiç hakkında yazmak, hiç de kolay değil.
Bunun için Patti Smith olmak lazım.
Ben gazeteciyim, o kadar.
Dünyanın ve Türkiye’nin hâllerinden bir türlü kopamıyorum.
Sanki hep filmin sonunu görecekmişim gibi yaşamak benim hayat tarzım olmuş...
Filmin sonu ne mi?
Özgürlük, demokrasi, barış...
Şu günlerde benim dünyama o kadar uzak ki hepsi...
Bu satırları 12 Chairs’de noktalarken, cep telefonum çınlıyor:
Mali'nin başkenti Bamako'daki otel baskınında 27 ölü...

 

Nefes alamayacak mıyız?

 

Washington Square'de Paris katliamı anmasıParis’e sığınmış Faslı yazar Abdellah Taia’nın Paris katliamı sonrasındaki o cümlesi aklımdan çıkmıyor, içimi acıtmaya devam ediyor:
“Yolun sonuna geldik galiba... Bundan sonra nerede yaşayacağız ki?..”
Evet, söyler misiniz nerede?..
İsteyenin hiç hakkında, isteyenin her şey hakkında özgürce düşünüp özgürce yaşayabileceği, farklı hayat tarzlarının saygı ve tahammül göreceği mekânlar gün geçtikçe yitip gidecekler mi?..
Kısacası:
Nefes alamayacak mıyız?
Boğacaklar mı hepimizi?..
Paris Katliamı sonrası birkaç gün daha devam edecek.
İyi pazarlar!..

 

Yazarın Diğer Yazıları

Özgür Özel'in Erdoğan'la diyalog talebini neden önemsiyorum?

31 Mart penceresini açan CHP, hem kendisini hem Türkiye'yi bundan sonra büyütmek istiyorsa, bunun için siyaset meydanına bir büyük uzlaşma projesi, dört dörtlük bir demokratik anayasa önerisi sunmalıdır

Taksim Meydanı 1 Mayıs'lara açılmadıkça, cezaevleri boşalmadıkça...

Bu ülkede demokrasiden, hukuk ve adaletten, özgürlükten söz edilemez

Ermeni kardeşlerimin 24 Nisan soykırım acısını, Hrant Dink'in "23,5 Nisan" yazısıyla paylaşıyorum

"Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle..."