04 Mart 2015

Erdoğan iktidarının darbecilerle el ele tutuşması…

‘Devlet sırrı’ndan gazeteciyi hapse atmak gazeteciliğe, özgürlüğe, bilgi alma hakkına darbedir

Taraf gazetesinden Mehmet Baransu tutuklanınca tweet attım:
“Mehmet Baransu yalnız değilsin, canını sıkma, bu da geçer.”
Bu tweet, bir gazeteciden demir parmaklık arkasına atılan bir gazeteciye dayanışma mesajıydı.
Tutuklanmıştı bir meslektaşım.
Neden mi?
Türk Ceza Kanunu’nun 327. maddesini ihlalden dolayı.
Bu madde diyor ki:
“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin etmek…”
Bir başka deyişle:
Devlet sırrı’nı ifşa etmekle suçlanıyor.
Bundan dolayı gazeteciyi hapse atmak, sen gazetecilik yapma demektir.
Özgürlüğe bir darbedir.
Toplumun bilgi edinme hakkına kaba bir saldırıdır.
Gazeteci eğer neyin haber olacağını, neyin olmayacağını ‘devlet’ten, ceza yasalarından öğrenecekse, devletin çizdiği kırmızı çizgiler içinde top koşturacaksa, bunun adı gazetecilik olmaz.
Eğer bir gazeteci, devlet içindeki ‘yasa dışı faaliyetler’e dair bilgi ve belgeleri görmezden gelirse, bunları haberleştirmezse, ona da gazeteci denilmez.
Haberleştirir de, bunu gazetesi yayınlamazsa, o da gazete olmaz.
Bunlar bizim mesleğimizin abc’leridir.

Taraf muhabiri Mehmet Baransu, Ocak 2009'da yayımlanan Balyoz darbe planı iddialarına ilişkin haberlere dayanak olan, yargıya da teslim ettiği ve daha önce beraat kararı aldığı belgeler öne sürülerek beş yıl sonra tutuklandı


HUKUK DEVLETİ NEREDE?..

Baransu ‘devlet sırrı’nı ifşa etmekle suçlanıyor. Bundan dolayı gazeteciyi hapse atmak, 'sen gazetecilik yapma' demektir

Ayrıca şunu bir kenara not edin:
Mehmet Baransu, beş yıl önce yazdığı bu haberlere ilişkin davadan beraat etmişti.
Ama şimdi, beraatten kaç yıl sonra, aynı haberlerden dolayı bu kez devlet sırrı açıklamaktan dolayı tutuklandı.
İnsanın aklına ister istemez hukuk devleti bunun neresinde sorusu takılıyor.
Bu sorunun hiç kuşkusuz Balyoz Davası için de sorulması gerekir.
Balyoz Davası’nda da hukuk adına, adalet adına bazı vahim hatalar yapılmış, büyük mağduriyetler yaşanmıştır.
Bu açıdan, klasik deyişle, adaletin yerini bulması için gereken her şey yapılmalıdır.
Anayasa Mahkemesi'ne yapılan bireysel başvuruların ardından açılan yeniden yargılama sürecinde gerçek aydınlanmalıdır.
Ama bunun gereği yapılmadan, “Balyoz yoktur, darbe tertipleri tamamen komplodur” denirse...
Mehmet Baransu ve Taraf şeytanlaştırılır, darbe tezgâhı yok, paralelci kumpas var denirse...
Bu da inandırıcı olmaz.
Ciddiye de alınmaz.

Taraf'ın kurucu Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin  Çongar

DEVLETE  TESLİM...

Taraf’ın eski yöneticisi, değerli meslektaşım Yasemin Çongar’ın yazısından şu satırların altını çiziyorum.        

Bahse konu olan haberler bir darbe hazırlığı yapıldığını gösteren belgelere dayanmaktaydı.
Ve bu belgeler Taraf’ın o günkü yönetimince gazeteye yansıyan haberler dışında çoğaltılmadı. Paylaşılmadı.
Gazete bürosu dışına çıkarılmadı.
Ve bir süre sonra da devletin talebi üzerine, belgelerin asılları Baransu tarafından savcılık makamına tutanakla teslim edildi.
Şimdi Baransu neyle suçlanıyor?
Şu ya da bu nedenle Baransu’ya kızanlar bu sorunun gerçek cevabından uzak duruyorlar.
Bir gazetecinin tutuklanmasına gerekçe yapılan asıl konuyu ya gözardı ediyor, ya da açıkça veya zımnen onaylıyorlar.
Baransu’nun sahte belge hazırladığı iddiası da, askeri casusluk yaptığı iddiası da rahatça telaffuz edilebiliyor.
Bir gazeteci elindeki belgelerde sahtecilik yapsa ya da bu belgelerin sahte olabileceğini düşünse, bunları kendi eliyle devlete teslim eder mi?
Bir gazetecinin amacı askeri sırları başka ülkelere satmak olsa, yani casusluk yapsa, bunu o sırlarla ilgili haberi gazetesinin manşetinden duyurarak, elindeki belgeleri de kendi devletine teslim ederek yapar mı?
Baransu’nun tutuklanma gerekçesi ise, öyle anlaşılıyor ki, bu dedikodularla ilgili değil.
Baransu, TCK 327. maddesinde düzenlenen “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin etmek”le suçlanıyor.
Şimdi biz, darbe hazırlıklarının yasal bir iş olduğunu, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gerektiğini mi kabul etmeliyiz?
Gazetecilerin, toplumun bilgilenme hakkını gözardı ederek, devlet içindeki yasa dışı faaliyetlerle ilgili bilgi ve belgelerden uzak durmasını, bunları haberleştirmemesini mi savunmalıyız?
Bu, gazetecilikten vazgeçmek değil midir?        

TAHRİFAT...

“Biz gazetecilik yaptık” diyen Yasemin Çongar şöyle devam ediyor:        

Balyoz'da adalet adına bazı vahim hatalar yapılmıştır. Gerçek aydınlanmalıdır. Ama bu yapılmadan 'Darbe tertipleri tamamen komplodur” denirse inandırıcı olmaz

Baransu’nun tutuklanma gerekçesi, TCK 327 kapsamında, Balyoz davasına konu olan belgelerin “gizliliğini,” dolaylı olarak da “gerçekliğini” teyit ediyor.
Oysa ortada bu belgelerin bir bölümünün üzerinde oynanmış olabileceği ya da farklı tarihlerde oluşturulmuş olabileceği iddiası var.
Bu iddia sonuna kadar soruşturulmalı, gerçek ortaya çıkarılmalıdır.
Peki, bu soruşturmanın öncelikle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)  içinde yürütülmesi gerekmez mi?
Devletin ve özelde de TSK’nın işe bu durumu açıklayarak başlaması gerekmez mi?
Devlet, kendi kurumlarının içinden çıkan, kendi mahkemelerinde bir davaya konu olan belgelerin ve -eğer varsa- bu belgelerdeki tahrifatın kaynağını kendi içinde aramalıdır.
O Balyoz haberlerini yayınlayan gazetenin eski bir yöneticisi ve o haberlerde imzası olan biri olarak, bu konudaki gerçeğin ortaya çıkmasını tüm kalbimle istiyorum.
Haberlere kaynaklık eden belgeleri okuyup, ses kayıtlarını dinlediğimde, 2003 yılında 1. Ordu Komutanlığı’nda bir darbe planlaması yapıldığı kanaatine varmıştım.
Bugün yine aynı kanaatteyim.
Kendilerinin de reddetmedikleri ses kayıtlarında komutanların neler dediğine kulak vermeniz, yapılanın hükümeti devirmeye dönük bir plan olduğunu anlamanız için yeterli.
Dönemin Genelkurmay Başkanı’nın, Kara Kuvvetleri Komutanı’nın 1. Ordu’da yaşananlara ilişkin anlatımları da kayıtlarda, kitaplarda.

 DARBE SUÇU…

Eğer darbeciliği görmezden gelmek için özel bir çaba içinde değilseniz, bizzat komutanlarca gerçekliğine itiraz edilmeyen belgelerde de darbe hazırlıklarını görebilirsiniz.
Tabii, bu gerçek, “Balyoz” davasına konu olan belgelerin bazılarında tahrifat olması ihtimalinin vahametini ortadan kaldırmıyor.

Böyle bir tahrifatın yapılmış olması, darbecilikle yüzleşme fırsatının heba edilmesine, bu ülkede darbelerin bir daha asla yaşanmaması yolundaki çok önemli bir hukuk sürecinin gölgelenmesine yol açar.
“Balyoz” davası, birçok kişi gibi bana da kurunun yanında yaşın, darbecilerin yanında masumların da yandığı izlenimini verdi.
Bundan büyük bir mağduriyet, bundan büyük bir adaletsizlik olamaz.
Öte yandan, eğer belgelerde darbe suçunun “yokmuş” varsayılmasına yol açacak bir tahrifat yapılmışsa, darbeciliğe karşı hukuksal mücadele açısından, adaletin yerini bulması ve gerçeğin ortaya çıkması açısından etkisi yıllarca sürecek bir toplumsal mağduriyet yaşayacağız.
Darbeleri ve darbecileri aklama meraklıları buna aldırmayacaklardır; onlar  “Balyoz sahte” deyip konuyu kapatmak isteyebilirler, şimdi Baransu’nun o belgeleri temin etmekle suçlanmasına sevinebilirler.
Adaletin yerini bulmasını, gerçeğin ortaya çıkmasını samimiyetle isteyenler ise, bizlerin gerçekliğine kani olarak haber yaptığımız “Balyoz” belgeleriyle ilgili soruları artık esas muhatabına, devletin kurumlarına, orduya sormalılar.”   

Taraf'ın kurucu Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan

HIRSIZLARLA DARBECİLER…

“Ben Taraf gazetesinin kurucularından biriyim, o gazeteyi beş yıl yönettim, Balyoz darbe planlarının basılmasına ben izin verdim, o planları bin defa önüme getirseler bin defa basarım” diyen Ahmet Altan’ın yazısındaki aşağıdaki satırları da okumakta yarar var.

Mehmet Baransu’nun, bir bavul dolusu belgeyi savcılığa teslim ettiği halde, “devletin güvenliğine ilişkin belgeleri”yok ettiğini söylüyorlar.
Ne kadar belge vardı ki Baransu yok etti?
En çok da ‘Balyoz darbe planı’ndan “devletin güvenliğine ilişkin bilgi” ve “devletin gizli kalması gereken belgeleri” diye söz etmelerine bayıldım.
Ne zamandan beri darbe planları “devletin güvenliğine ilişkin belge” ve “devletin gizli kalması gereken bilgileri” olarak niteleniyor?
Ne zamandan beri olacak?
Hırsızlarla darbeciler hukuktan kurtulmak için kol kola girdiğinden beri…

 DONANMA İSTİHBARAT MERKEZİ…

Demokrasi ve hukukun üstünlüğü bu memlekette tüm kural ve kurumlarıyla yerli yerine oturacaksa, Ergenekon ve Balyoz unutturulamaz

O belgelerin sahte olduğunu mu söylüyorsunuz?
O zaman o “sahte” belgeler Donanma’nın istihbarat merkezinde ne arıyordu diye soracaksınız.
Bütün subayların sicil numaralarını, görev yerlerini gösteren bavul dolusu belgeyi Donanma İstihbarat Merkezine kim yerleştirdi?
İstihbarat merkezi bu halk plajı değil.
Parolası, şifresi, kamerası, muhafızı, kayıt defteri olması gerek.
Nerede kayıtlar?
Nerede kamera görüntüleri?
Kim koydu onları oraya?
Neden Genelkurmay beş yıldan beri bu konuda tek bir açıklama yapmıyor?

PARALELCİ  DARBE…

Sözü uzatmak istemiyorum.
Balyoz davasında hukuk ve adalet açısından yaşanmış olan büyük hata, haksızlık ve mağduriyetlere ilişkin gerçeğin tüm boyutlarıyla ortaya çıkarılmasından yanayım.
Bunu da ilk kez yazmıyorum.
Ama bu noktayı vurgularken, “Balyoz yoktur, paralelci kumpas vardır” iddiasına inanmamı kimse benden beklemesin. Tıpkı paralelci darbe palavrasına inanmadığım gibi…
Bu memlekette darbeci zihniyetle yüzleşilecek ve hesaplaşılacaksa, kimse Balyoz’u unutturmaya, aklamaya çalışmasın.
Bu memlekette Ergenekon da, Balyoz da yaşanmıştır.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü bu memlekette tüm kural ve kurumlarıyla yerli yerine oturacaksa, Ergenekon ve Balyoz unutturulamaz.
Her ikisiyle de hesaplaşmak zorunda Türkiye.
Bu henüz yapılmış değil.

Yazarın Diğer Yazıları

Taksim Meydanı 1 Mayıs'lara açılmadıkça, cezaevleri boşalmadıkça...

Bu ülkede demokrasiden, hukuk ve adaletten, özgürlükten söz edilemez

Ermeni kardeşlerimin 24 Nisan soykırım acısını, Hrant Dink'in "23,5 Nisan" yazısıyla paylaşıyorum

"Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle..."

Ortadoğu cehennemine Gazze'ye BARIŞ gelecek mi?

İsrail, İran ve Filistin'de iktidarlar değişmedikçe, Batı'nın İsrail'e kayıtsız şartsız desteği son bulmadıkça, Hamas şiddet ve terörden vazgeçmedikçe Ortadoğu'da barış kapısı açılmaz!