10 Eylül 2014

Çankaya Köşkü’nden AK Saray’a inmekle olmuyor, olamaz da

Sandık çoğunluğuna dayalı bir baskı rejimi her geçen gün kendini Türkiye’ye dayatıyor

Evvelce bu memlekette Başbakan’ın yaptığı işleri artık Cumhurbaşkanı yapıyor.
Evvelce Başbakan’ın yaptığı konuşmaları artık Cumhurbaşkanı yapıyor.
Ve Başbakan ağır ağır sahnenin arka tarafına doğru çekilirken, sahne ışıkları artık Cumhurbaşkanı’nı aydınlatmaya başlıyor.
Bu bir fiili durum.
Eski deyişle emrivaki.
Tek adamlık emrivakisi...
Cumhurbaşkanı, bu fiili durumu “Ben sandıktan çıktım, beni halk seçti” diyerek Türkiye’ye dayatıyor.
Oysa, anayasa aynı anayasa.
Değişmiş değil.
Parlamenter sistem geçerliğini koruyor.
Buna göre, ülkeyi siyasal sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanı değil, siyasal sorumluluğa sahip Başbakan’ın yönetmesi lazım.
Ama Erdoğan’ın umurunda değil.
O, kendi bildiği yolda inatla yürüyor.
Alışacak mıyız?
İçimize sindirecek miyiz?
Elbette hayır.
Çünkü Erdoğan’ın yolu anayasaya aykırı.
Hukukun üstünlüğüne aykırı.
Güçler ayrılığına aykırı.
Bunlara aykırı olduğu için de demokrasiyle çelişen bir durum var orta yerde.

Mücadeleye devam

Başbakan sahnenin arkasına doğru çekilirken, sahne ışıkları artık Cumhurbaşkanı’nı aydınlatmaya başlıyor. Tek adamlık emrivakisi...

O yüzden, Erdoğan’ın bu demokrasi karşıtı yolculuğuna karşı çıkmaktan, sandık çoğunluğuna dayalı ‘baskı rejimi’yle mücadele etmekten başka çare yok.
Demokrasi diyorsak...
Hukuk diyorsak...
Özgürlük diyorsak... 
Hayat tarzına saygı diyorsak...
O zaman mücadeleye devam!
Havlu atmak yok.
Kimileri maalesef havlu atmış durumda.
Erdoğan’a karşı mücadele yazılarını takıntılı tutum diye tarif edebiliyorlar.
Geçenlerde, siyaseti öteden beri yakın markajda tutan eski bir ANAP’lı şöyle diyordu:
“Hiç merak etme, Tayyip Erdoğan gelecek yılki seçimlerde MHP’yi barajın altına iter ve anayasayı tek başına değiştirecek çoğunluğu da elde eder. CHP’nin içler acısı vaziyeti malum... Abdullah Gül’e gelince, onu da unut, Gül’ü de bitirmiş durumda Erdoğan... 2015 seçimlerinde AKP’nin de içini tamamen temizleyerek işi bitirir, bayrağını diker.”
Her şey bu kadar kolay mı?
Sanmıyorum.
Ama varsayalım, Erdoğan 2015’de de seçim sandığından istediğini çıkararak anayasayı değiştirdi ve parlamenter sisteme son verdi.
Peki, o zaman Erdoğan’ınki nasıl bir  başkanlık sistemi  olacak?
Amerika’daki gibi demokrasi mi?
Fransa’daki yarı-başkanlık sistemine benzer bir demokrasi mi?
Hayır, ikisi de olmayacak.
Tayyip Erdoğan’ınki, başkan babalık olacak, demokrasi değil tek adamlık olacak.

Demokrasimiz hep sınıfta kaldı

Askerin, geçmişte yargıyla, MİT’le, üniversiteyle, medyayla, Köşk'le kurmuş olduğu siyasal ittifaklar, Erdoğan’ın tekeline giriyor

Erdoğan’ın Türkiye’de ‘vesayet sistemi’ni değiştirdiği doğru.
Ama bunun yerine yine vesayet sistemi getirdiği de doğru.
Eski vesayet sistemi özünde ‘asker’e dayanıyordu. Bu sistemde asıl güçlü olan, parlamento gibi, hükümet gibi seçilmiş kurumlar değil ‘devlet’ti.
Arka planda askerle birlikte yargı, MİT, üniversite, medya ve Cumhurbaşkanlığı’ydı asıl iktidar iplerini elinde tutan, seçilmiş hükümetlerin birçok meselede elini kolunu bağlayan...
Bu vesayet sistemi, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte şekillenmeye başlamış, ama özellikle çok partili sisteme geçildikten sonraki askeri darbe anayasalarıyla derinleşmişti.
Bu rejimin adı demokrasi değildi.
İktidarlar 1950’den itibaren halk tarafından seçim sandığında el değiştirse de, bizim demokrasi hiç birinci sınıf olmadı, hep ikinci sınıfta, üçüncü sınıfta kaldı durdu.
Seçimle gelen başbakanlar hiç kuşkusuz bu çıplak gerçeğin farkındaydı.
Ama bunu değiştiremediler.
Örneğin Kürt sorunu deyince, Kıbrıs sorunu deyince, her seferinde asker engeline takıldılar, askeri vesayet nenin nesidir gördüler.

Askerin geçmişteki ittifakları
Erdoğan'ın tekelinde

Erdoğan-Gül ikilisi, AKP’nin 2002 yılı sonunda tek başına seçimleri kazanmaya başlamasıyla birlikte, ‘vesayet sistemi’ne yüklenmeye başladı.
Siyasal tarihimizde ilk kez kararlı bir demokratik mücadele dönemi açtılar.
Avrupa Birliği’ne uyumun gerektirdiği demokratikleşme adımlarının atılması, Kıbrıs’ta Annan Planı’na evet denilmesi, Kürt sorununun, MİT’in ‘asker tekeli’nden kurtarılması, bütün bunlar Türkiye’de askeri vesayet sistemini geriletirken, birinci sınıf demokrasi kapısını aralayan olumlu gelişmelerdi.
Ama arkası gelmedi.
Özellikle 2011 genel seçimlerinin yüzde 50’lik oy oranıyla Tayyip Erdoğan’ın bir başka yola saptığı görüldü.
Evet, demokrasiye asker freni  çekiliyor, ama yerine Erdoğan’ın sivil freni devreye giriyordu.
Bir başka deyişle:
Askeri vesayet yerini ‘sivil vesayet’e bırakıyordu.
Askerin, geçmişte yargıyla, MİT’le, üniversiteyle, medyayla, Cumhurbaşkanlığı’yla kurmuş olduğu siyasal ittifaklar, bu kez Erdoğan’ın tekeline giriyordu.
Erdoğan, özellikle 17 Aralık süreciyle paralel darbe teşebbüsü diyerek, -iktidarının yolsuzluklarını da örtmek için- yargı bağımsızlığını sonlandıracak adımlar attı.
Bu adımlar hâlâ sürüyor.
Tayyip Erdoğan, HSYK’yı ekim ayındaki seçimlerle dikensiz gül bahçesine çevirerek, yargıda tam bir biatı gerçekleştirmenin peşinde.
Üniversite, yeni YÖK yasasıyla teslim alınmak isteniyor.
Yeni MİT Kanunu Erdoğan’ın isteklerini zaten karşılıyor.
En tepedeki Cumhurbaşkanlığı da kendi elinde...

Eskisi demokrasi değildi, şimdiki de değil

Evet, eskisi demokrasi değildi. Ama bu seferki de değil. Demokrasi, hukuk, özgürlük, hayat tarzına saygı diyorsak mücadeleye devam!

Kısacası:
Evet, eskisi demokrasi değildi.
Ama bu seferki de değil.
Eskisi ‘askeri vesayet’ti, şimdiki sivil vesayet.
Eskiden askerin elinde olan iktidar manivelaları bugün artık bir bir Erdoğan’ın eline geçiyor.
Cumhurbaşkanlığı da, asker de, yargı da, MİT de, üniversite de, medya da, yani Türkiye’nin tüm güç odakları da ağır ağır tek bir kişinin eline geçiyor.
Bunun adı demokrasi olabilir mi?
Yazın bir kenara:
Çankaya Köşkü’nden AK Saray’a inmekle demokrasi olmaz, olamaz.
Şundan bir kuşkunuz olmasın:
Sandık çoğunluğuna dayalı bir baskı rejimi her geçen gün kendini Türkiye’ye dayatıyor.
Buna karşı koymak, böyle bir rejimle mücadele etmek demokrasi adına bir görevdir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

CUMHURİYET’in 100. kuruluş yıldönümünü kutluyorum

Cumhuriyet’te geçen 18 yılımı “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” isimli kitabımda yazdım

Zülfü'nün hüzünlü sesi...

Yaşlı hatıralar beni dipsiz bir kuyu gibi içine çekiyor

Sevgili Celal Başlangıç gurbette, memleket hasretiyle gitti

Adam gibi adamdın, iyi gazeteciydin, seni "Yeşilyurt dışkı yedirme" haberiyle hatırlayacağım hep...