25 Haziran 2023
Bir gazeteci olarak acılara dokunarak,
acıları hissederek yaşamaya gayret ettim.
Başkalarının acılarına dokunmak,
başkalarının acılarını hissetmeye çalışmak
beni insanlaştırdı.
Aynı zamanda özgürlük nedir, hukuk nedir,
demokrasi nedir, daha çok anladım.
Tutsak aklım özgürleşmeye başladı.
Yaşamda acılara dokunmasaydım,
acıları hissetmeye çalışmasaydım,
kör gelip kör gidecektim.
Gazeteci olduğum için yazabiliyorum kitaplarımı.
Mesleğimi, gazeteciliği bunun için de sevdim, seviyorum.
"Masa başı" gazetecisi, yazarı, "telefon habercisi"
olmamaya gayret ettim.
Olayları elimden geldiği kadar yerinde
izleyerek, olayların içinde kalarak yazmaya çalıştım.
Bu sayede bir şeyler öğrendim.
Kafamın içinde az çok bir devrim yapabildiysem,
bu devrim gazeteciliğim sayesinde gerçekleşti.
İsviçre'de Lüzern gölü kıyısında güzel bir pazar
günü kendi başıma yürürken,
kafanın içinde devrim yapmak fikri kafama takılmıştı.
Müzede gördüğüm bir fotoğraftan etkilenmiştim.
Picasso'nun gözleri şimşek çakar gibi bakıyor.
Picasso, Yves Montand, eşi Simone Signoret.
Dördüncü kişi bir Fransız gazetecisi,
Georges Tabaraud. Simone Signoret,
genç ve güzel. Dördü de Fransız Komünist Partisi üyesi.
1956'da Moskova'ya karşı patlayan Macar İhtilali'nin
Kızıl Ordu tarafından ezilmesini tartışıyorlar.
Douglas Duncan'ın fotoğrafının altında böyle yazıyor.
Gazeteci savunuyor Moskova'yı.
Picasso düşünceli.
Öteki ikisinin kaşları çatık. Çünkü, bu üçlü
daha yeni Moskova'yı protesto eden
bir bildiriyi imzalamışlar.
Ve Montand'la Signoret, Fransız Komünist Partisi'yle
ilişkilerini keserken, Picasso parti üyeliğini pasifleştirmiş.
Lüzern gölü kıyısındaki ev 1601'den kalma.
Picasso'nun resimlerini ilk keşfeden ve çok uzun yıllar
büyük ressamla yakın dostu olan Siegfried Rosengart,
sonradan Picasso Müzesi'ne dönüştürülen bu evi
1946'da belediyeye bağışlamış.
Kimsecikler yok Weinmarkt'ta.
Sessizliği uzaktan delen piyano sesi insanı
hüzünle dolu bir yalnızlığın içine çekiyor.
On beşinci yüzyıldan kalma
Weinmarkt'tan göle doğru yürüyorum.
Lüzern gölü sakin, pürüzsüz.
Kuğular, ördekler.
Karlı dağların gölgesi vuruyor.
Orta Çağ'dan kalma tahta köprüden gitar sesi
çalınıyor kulağıma. Yakınlarda seyrettiğim bir filmdeki
o piyanistin sesini duyuyorum yine:
Kafamın içinde devrim oldu.
Değiş ve hayata en başından başla,
dedim kendi kendime...
Ve yeniden başladım.
Sadece bir gazeteci olarak dokunmadım acılara.
Büyük sanatçıların büyük yapıtları da bana
acıların ne demek olduğunu, acıların insanları
ve toplumları nasıl olgunlaştırdığını,
barışa yakınlaştırdığını hissettirdi.
Bunlardan biri, Picasso'nun Guernica'sıdır.
Yirminci yüzyılın belki de kendisinden en çok
söz ettiren bu başyapıtını ilk kez 1985 yılında Madrid'de
görmüştüm. O tarihte Prado Müzesi'ne ait
müstakil bir binada sergileniyordu.
Olağanüstü güvenlik kordonlarını aşa aşa,
kurşun geçirmez bir camekânın içindeki
ölümsüz tabloya ulaşmıştım.
Sonra Sofia Sanat Merkezi'ne taşındı.
1998'de Madrid'e gittiğimde bir kez daha
Guernica'nın karşısında kendimi buldum.
Güvenlik teknolojisi yıllar içinde gelişmiş olmalı ki,
ona ulaşmak bu kez daha kolay oldu.
Kurşun geçirmez camekân yoktu.
Koca bir duvarı boydan boya kaplayan
dev tablonun çevresinde dört silahlı koruma vardı.
Guernica deyince bir diktatör, Franco'yla birlikte
İspanya İç Savaşı, bir cehennem akla gelir.
Guernica, 1937'de Franco'nun yeşil ışığı
ve Hitler'le Mussolini'nin savaş uçaklarıyla
bombalarıyla yerle bir edilmişti. Faşist diktatörler
el birliğiyle insanlığa karşı büyük bir suç daha işlemişlerdi.
Guernica kıyımı yaşandığında Picasso Paris'te,
sürgünde yaşıyordu. Tablosunun Franco
diktası sona erinceye kadar İspanya'ya girişine
izin verilmemişti. Guernica da Picasso gibi
yarım yüzyıl boyunca kendi vatanından uzakta,
sürgünde yaşamıştı.
Guernica tablosunda Picasso acının,
dehşetin, zulmün, korku ve öfkenin resmini yapmış.
Renkler sadece siyah, beyaz ve gri. Kurşuni havasıyla
insanın üstüne üstüne geliyor, büyük bir ağırlık çöküyor
insana, hatta soluksuz bırakıyor.
Acının, dehşetin ağırlığı bu.
Ama aynı zamanda direnişin çizgileri vardır Guernica'da,
geleceğe dair umut da vardır, özgürlüğün ışığı da.
O kadar korkunç acı ve yıkımın, kapkaranlığın içinde
bir sap çiçek dikkati çeker, o da umudu temsil eder.
Picasso'nun Guernica'sı artık İspanya'da
barış ve özgürlüğün simgesi.
Demek ki, bir bedel ödenmeden elde edilemiyor demokrasi.
Demek ki acılarla, yıkımlarla, kopuşlarla geliyor.
Demek ki, kişi ve toplum olarak "olgunlaşma"nın bir ürünü demokrasi...
Hitler işgali altındaki Paris'te, Guernica eskizlerini göstererek
Picasso'ya, "Bunları siz mi yaptınız?" diye soran Nazi subayına
büyük ressamın yanıtının şu olduğu söylenir:
"Hayır, siz yaptınız."
Hasan Cemal kimdir? Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) - Demokrasi Korkusu (1986) - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) - Özal Hikâyesi (1989) - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) - Kürtler (2003) - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) - Barışa Emanet Olun (2011) - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) - Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var. |
İnşallah böyle devam eder!
Şimdi sıra demokrasi, hukuk ve insan haklarında...
Ya da çöküşe karşı hikâye anlatanlar...
© Tüm hakları saklıdır.