"Muhabir: Takım yorgun muydu?
Mourinho: Yorgun mu?
Günde on beş saat çalışıp ayda birkaç yüz euroyla
evine dönen baba yorgun olur,
biz değil."
Dün ilk defa futbol maçı izlemeye gittim. Yaşım 33.
Galatasaray-İnter dostluk maçıymış.
Futbolcular, sahada, birbirlerine çelme takıp üstüne çullanıp sonra da centilmenlik eli uzattılar. Fiziksel olarak bu böyle oldu. Önce, bir futbolcu diğerini düşürüyor. Sonra düşen, bazen numara yapıyor. Yerde kıvranıyor. Hakem de buna inanıyor ya da tam tersi. Seyirciler de psikolojiyi etkileyen tezahüratta bulunuyor.
Ara sıra cep telefonlarını çıkardılar. Işık yakıp sallandılar. Gol olunca da tam tam dansı yaptık.
Şimdi, aklım almıyor. Bir tane top var. Peşinde koşan sporcular... Top bir oraya gidiyor, bir buraya. O sırada, kafam topu izliyor. Sağa sola, sonra yine sağa sola ve yeniden sağa sola. Ağzımın kenarından mutluluk salyaları akıyor. İnanılacak şey değil ama gerçek. Hiçbir şey düşünmedim orada; ki buna ne kadar ihtiyacım varmış! Kediciğime yapardım öyle. Bir yumak bulup sağa sola oynatırdım. Gözleri ile takip edip şaşkına dönerdi.
“Düşünceyi durdurun” diyor yogiler, yeni dünya insanları, birileri. Maçlara, ben anladım, ondan gidiyorlar. Bir tür uyuşturucu gibi. Çocuk olmak gibi. Ait olmak gibi.
Galatasaray’dan forma alırsanız kulübe destek olurmuşsunuz. Arkadaşım dışarıda satılan -hani mesela kulüpte 150 lira ise orada 10 liraya satılan- GS’li ürünleri gösterip hayıflanıyor: “Bak, buralardan ucuza forma alıyorlar, üzülüyorum.”
Ben de dedim ki “İnsanlar aç bro! Fakirlik var!” O coşkuyu da mı yaşamayalım yani, sahte de olsa boynumuza GS iplikleri dolayıp? İşte, yol üstünden alırlarsa kulübe yardım olmazmış falan.
Burak Yılmaz çok laf yedi. Alışmıştır belki. “Sigara da içmiyorlar herhalde” diyordum ki içenler olduğunu öğrendim.
Nasıl o kadar çok para kazanabiliyorlar? Bir tane top var. Oyun basit olduğu için belki. Tüm dünyayı ele geçirmiş futbol, ondan olmalı. Sadece 55 bin kişi stadyuma geliyor çünkü. Televizyondan, sosyal medyadan izleyenler de var.
Ne tuhaf! Tüm dünya insanları ile belki en temel ortaklığımız futbol ve vö vö vö diye bağırmak...
Bunca yıl ne yapmışım?
Sahne yani saha, büyülü. Yeşil. Kocaman. Bitirim oldum ben orada. Günler işte böyle böyle geçecek. Azıcık daha küfür edebilseydim iyiydi.
Futbol modasını sevdim, sürreal. İnter’in lacivert formasının altına fosforlu pembe ayakkabı giyen futbolcusu var. Fosforlu sarı ve yeşil de revaçta. Bir de uzaktan, galoş gibi duran afacan, mavi ayakkabılar vardı.
Burak Yılmaz, Sabri Sarıoğlu, Alex Telles, Sinan Gümüş...
Tanıştığımıza memnun oldum.
Bu arada, Muslera 90 dakika sahada kalan tek Galatasaraylı oyuncu oldu.
Düşünmek tehlikeli. Anladım ki futbol candır (!) Uzun vadede futbolumsu bir şeylere dalıp çıkmazsam -bu ülkede, bu bedende- aklımı yitirmekten korkuyorum.
Re re re ra ra ra gassay gassay cim bom bom!
(Hafif dalgın, bakışlar yere doğru; adeta, mamasını kabul etmeyip tüküren bir velet kıvamında söylenmekte.)