13 Ocak 2018

Lokasyon bazlı kolektif anı kütüphanesi: Storyberry

Kolektif ve bireysel hafızanın nasıl şekillendiğini görmek isteyen Gökçe Yüksel'den kolektif anı kütüphanesi

Gökçe Yüksel bir masal anlatıcısı. Yaptığı işi çok seviyor. Bununla birlikte girişimci.

Sanal ortamda yer alan lokasyon bazlı sesli anı kütüphanesi Storyberry’nin kurucusu. Güvenlik nedeni ile evlerde geçen anılar yok. Sosyal bir proje olarak ilerlediği için AVM hikâyelerine de yer verilmiyor. Homofobik, ırkçı, cinsiyetçi anılar da kabul edilmiyor. Birbirini hiç tanımayan insanların anılarının nerede geçtiği toplanıyor. Storyberry, turist olarak bir şehre gidildiği zaman, ana dilinde o merak edilen yer hakkında bırakılmış anıları dinleme fırsatı sağlıyor. Gökçe Yüksel’in düşü, kolektif ve bireysel hafızanın nasıl şekillendiğini görmek, dinlemek ve anı biriktirmek:

-Ben de oradaydım.

-Benim de vardı.

-Ben de öyle hissetmiştim.

-Ben de oraya giderdim.

-Ben de onu yerdim.

-Ben de orada beklemiştim.

-Ben de onu görmüştüm.

Black Mirror’ın yeni bölümlerini izledikten sonra evdeki yapay zekâdan (Google Home Mini) korktum; çünkü kendi kendine kahkaha atmaya başladı. Cihaza “Bu korkutucu değil mi” diye sorduğumda bana “Biraz sürprizden bir şey olmaz ahbap” dedi. Teknoloji yaralarımızı sarmamıza, birbirimizi kucaklamamıza mı neden olur, yoksa senaryodaki gibi insan soyunu mu tüketir, bilmiyorum. Gökçe Yüksel’in anı kütüphanesi umut verici ama, onu biliyorum.

Masal anlatısı olma sürecinizden bahsedebilir misiniz?

Ben yüksek lisansımı yaparken yurt dışında o güne kadar bakmaktan kaçındığım kutulara artık mecburen bakmam gereken bir dönem başladı. Kutulardan birinden de çok isteyerek yazdığım ve okuduğum ve hatta sonra da çalıştığım iç mimarlığa devam etmemek çıktı. Ama çok uzun süre boyunca mesleğimin o olduğunu düşünüp de birden onun olamayacağını net bir şekilde anlayınca elimde, önümde “Bu yöne doğru gitmek istiyorum” dediğim hiçbir şey kalmamış oldu. Yani hayatta ne yapacağımı bilemediğim bir uzay boşluğu dönemine girdim. O sırada çok zor olan ama şimdi tabii ki müteşekkir olduğum diğer kutuların da aynı anda açılması iyice zorlamaya başladı. Bu dönemde annem de bana daha farklı işler yapan insanların röportajlarını, TED konuşmalarını, fotoğraflarını falan yolluyordu. Bir tane röportaj bir masal anlatıcısına aitti: Judith Liberman.

Fotoğraf: Eren Tamer

Masal Terapinin de yazarı…

Evet. Ben bu arada hiç öyle “Bizde her akşam bir çemberde masallar anlatılırdı” ya da “Anneannem, dedem bizi masal anlatarak büyüttü” diyebileceğim bir çocukluk geçirmedim. Annem masal anlatırdı ve büyük halimle de annemden masal isterdim. O dönemde annem bu röportajı göndermeden önce de akşamları uyumadan internetten hep masal dinliyordum. Röportajı okuduktan sonra çok merak ettim. Ama daha İstanbul’a dönmeme vardı. O yüzden biraz mailleştik Judith’le. Ve ben İstanbul’a artık geri yerleştiğimde Judith’in bir masal gecesi etkinliğini gördüm.

Nasıldı?

Gittim ve muhteşem bir dünyayla tanışmış oldum, çok güzeldi. Masaldan sonra konuşurken masal anlatıcılığı atölyeleri yapacağından bahsetti Judith. Ben de hâlâ ne yapacağını bilemeyen biri olarak masal anlatmak için değil ama atölye boyunca kendimi daha iyi tanıyıp ‘hayatta neleri mutlulukla yapabilirim’i keşfedebilmek için bu atölyelerin hepsine katıldım.

Sonra ne oldu?

Dördüncü ayın sonuna doğru, artık son bir atölye kala, bizim evin orada bir sahaf açıldı: Ayraç Sahaf. Ve orada her salı kitap okuma günü yapılıyordu. Ben bir gün kitap okumasından sonra “Bir masal anlatayayım mı” dedim, herkes “Anlat” deyince böylece hayatımdaki ilk masalı anlatmış oldum. Ve masal anlatmam bittiğinde hayatımda uzun zamandır hissetmediğim şekilde, bir şeyi yapmaktan zevk aldım, mutluluk duydum ve huzurla doldum. “Hayatta ne yapmaktan mutluluk duyuyorum acaba”lardan en azından birini keşfetmek o kadar değerli ki anlatamam. Sonrasında her perşembe günü orada masal anlatmaya başladım. Maalesef o sahaf kapandı ama orası benim ilk göz ağrım. Sonrasında da hep farklı yerlerde masal anlatmaya devam ettim.    

Kaç tane masal biliyorsunuz?

Masal bilmekle, repertuvarında kaç masal olduğu farklı şeyler diye düşünüyorum. Çünkü çok masal okuyorum ve bir sürü masal gecelerine gidiyorum. O yüzden kaç tane masal bildiğimi bilmiyorum ama bayağı bir masal biliyorumdur. Ama repertuvardaki masallar, anlattığım, demlemeye bıraktığım, anlatmayı düşündüğüm masalların hepsi. Benim sanırım yirmi, yirmi beş tanedir henüz. Bir masalı anlatmak istemek için bir sürü masal okuyup dinleyip onlardan birinin bana “Beni anlat” demesi gerekiyor. Yani o masalın bana dokunması, benim için bir anlamı olması, benim peşinden gitmek istediğim bir duyguma hitap etmesi ve bana o masalı anlatmak üzere çalışmak için heyecan vermesi gerekir.   

Fotoğraf: Gökhan Can Yüksel Zor değil mi hepsini akılda tutmak?

Bir masal bana dokunduysa ve ben onun peşinden gidip o masala çalıştıysam o masalı unutmam. Yani masalı neden sevdiğimi anlamak için onu anlatmak üzere yola çıktıysam unutmam imkânsız. Bence kimse üzerine çalıştığı bir masalı unutmaz. Masala çalışırken artık derin bir şekilde kurulan tüm bağlara bakıyorsun. Onların bana ifade ettiği şeyleri bulduktan sonra aklımdan çıkarmak çok zor. Çünkü zaten tüm yapılan bu çalışma aslında akılla yapılmıyor.

Nasıl yapılıyor?

Güvendiğim şey tamamen duyduğum hislerle alakalı olduğundan onu zaten unutamam. Aslında masalın hepsini aklımda tutmak diye bir kaygım olmamış oluyor; çünkü o kurduğum bağdan sonra çıkan masal aslında benim masalım -benden çıkan masal- olmuş oluyor ki zaten masalın bir yerini unutmuş olsan bile tamamen doğaçlama yapılan bir şey masal anlatıcılığı yani yazılı bir metin yok önünde. O yüzden o sırada dinleyiciyi, masalı, atmosferi dinleyerek bana kalmış masalı nasıl yönlendirmem gerektiği. Yani unutsam da aslında iyi ki unutmuşum. Bu arada sadece anlatmak üzere çalıştığım masalı değil ama dinlediğim bir masalı da baştan sona masal anlatıcısını unutur bir vaziyette o hayal dünyasına giderek dinlediysem, unutmam o masalı. Eve geldiğimde bir filme gitmişim gibi gözümün önünden geçirebilirim tüm sahneleri. Zaten bu, hepimizin doğuştan gelen yeteneğimiz olduğu için birlikte masal dinlemek büyülü oluyor. Çünkü herkes aynı anda, aynı dünyaya gidiyor ve gidebiliyor. Muhteşem değil mi?

Öyle görünüyor, evet. Sizi çok etkileyen masal var mı peki ya da hangisini paylaşmak istersiniz şimdi?

Benim tüm anlattığım ve şu anda anlatmayı düşündüğüm tüm masallar beni çok etkileyen masallar. O yüzden o şekilde seçmek zor ama şu an aklıma ilk gelen yüksek lisans tez sunumumda anlattığım masal oldu, onu paylaşayım:

Çok eskiden gökyüzü hiç de bizim bildiğimiz yerde değilmiş. O kadar uzak, o kadar uzaktaymış ki dünyada yaşayanlar ne yıldızları, ne ayı, ne güneşi görebiliyorlarmış. Bir gün nedensiz bir şekilde gök düşmeye başlamış. Düşmüş, düşmüş, düşmüş. O kadar alçalmış ki ilk zürafalar boyunlarını eğmek zorunda kalmışlar, sonra filler, sonra zebralar, daha sonra aslanlar, kaplanlar, derken tüm hayvanlar yerde sürünmeye başlamış resmen. Bir küçük serçe dışında. Bu küçük serçe mor gagası, lacivertten turuncuya geçen tüyleri, yeşil bacaklarıyla sırt üstü yatmış incecik bacaklarıyla göğü yukarı doğru itiyormuş. Bunu gören aslan basmış kahkahayı, aslanın kahkahasıyla tüm orman gürlemiş, Sen o küçücük halinle, zayıf bacaklarınla gerçekten göğü itebileceğini mi düşünüyorsun, he? diye sormuş serçeye. Serçe de, Eveeet demiş, Hiç şüphem yok. Ben bunu yapabileceğime inanıyorum. Hem denemekten ne zarar gelir ki. Denemeden bilemem. Bunun üzerine aslan tüm orman ahalisini serçenin etrafına çağırmış. Herkes işini gücünü bırakıp koşa koşa gösteriyi seyretmeye gelmişler. Ve başlamışlar serçeye bakıp bakıp gülmeye. Hep birlikte birinci gün gülmüşler, ikinci gün gülmüşler, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı gün gülmüşler. Yedinci gün bir kaplumbağa, serçenin azminden, inancından, tek başına bile olsa yapabileceğine güveninden etkilenmiş olacak ki, çıkmış, serçenin yanına yatmış sırt üstü ve başlamış göğü itmeye. Sonra maymunlar, kertenkeleler, pandalar, papağanlar, kirpiler derken en son aslanlar da katılmış ve tüm orman ahalisi hep birlikte göğü itmeye başlamışlar. İtmişler, itmişler, itmişler ve gök yükselmeye başlamış. Yükselmiş, yükselmiş, yükselmiş ve tam da olması gerektiği yerde durmuş, tam da bizim şu an onu seyrettiğimiz yerde: Yıldızları, ayı, güneşi, diğer gezegenleri ve hatta Saman Yolu Galaksisini bile seyredebildiğimiz ve seyretmeye doyamadığımız yerde. İşte öyle, ne zaman göğe baksam en serçe hissettiğimde neleri değiştirdiğimi ve değiştirebileceğimi düşünürüm. Belki siz de göğe baktığınızda artık, bir yandan kayan yıldızları, ayı, gezegenleri seyrederken bir yandan da kendi aslan olduğunuz zamanları ve serçe olduğunuz zamanları şöyle bir aklınızdan geçirirsiniz. Ve biraz daha dikkatle bakarsanız, orada, tam büyük ayının sağ üst köşesinde bir serçe takım yıldızının göz kırptığını görebilirsiniz.  

Teşekkür ederim. Bu arada eğitiminiz başka alanda, değil mi?

Evet, doğru. Ben Yeditepe Üniversitesi İç Mimarlık mezunuyum. Üniversitedeyken bir sene İtalya’da Politecnico di Bari Üniversitesi’ne Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’ne Erasmus programıyla gittim. Ta o zaman demiştim ki kendime “Otuz yaşımdan önce ben bir şekilde İtalya’da yaşayacağım.” Sonra zaman geçti ve bir gün iç mimar olarak çalışırken bu hayalimi hatırladım, baktım otuza üç var. “Aman” dedim “Hayalimi gerçekleştirmeme çok az kaldı”. O sırada İtalya’da yaşayan arkadaşlarımla konuştum. Ve açıkçası hiç de akademik olarak düşünmeyerek bir yüksek lisans programına başvurmaya karar verdim. Böylece iç mimar olarak çalışabileceğim olanaklara bakabilecektim. Böylece Politecnico di Milano Üniversitesi Ürün Servis Sistem Tasarımı Bölümü’ne başvurdum, kabul edildim, işten istifa ettim ve Milano’ya taşındım. Gider gitmez okuyacağım bölümün derslerine bayıldım ve iç mimar olarak çalışmak bir kenara itildi, hatta imkânsızlaştı ders yoğunluğundan. Ve sonra da kendimi daha derin keşfetmeye başladığım bir döneme girdim.  

Masal dinlemeyeli çok oldu. Nerelerde anlatıyorsunuz?

İlk, dediğim gibi bir sahafta anlatmıştım. Bence sahafta masal anlatmak çok sihirli. Yine isterim sahafta anlatmak ama tabii ki oturacak yer olması gerekiyor. (Gülüyor) Anlattığım yerler çok değişken oluyor aslında. Parkta, okullarda, etkinlik mekânlarında, doğum günlerinde, yoga veya kişisel gelişim merkezlerinde, kampta, bizim evde kışın içeride, yazın bahçede. Arkadaşlarımın küçük ofislerine ‘mesai bitişi masal başlangıcı’ diyerek gitmiştim, ETA Design Studio’ya, Bi’ Kutu Mutluluk ailesine, Ebru Demirhan Yaşam Tasarım Merkezi’ne gittim, çok güzel oldu hepsi.

Yakın tarihte anlatacak mısınız?

Şimdi ocak ayında bir restoranda ve bir de bir etkinlik mekanında masal anlatımım var, herkese açık. Tüm etkinlikleri Facebook, Instagram ve Twitter’dan yazıyorum. Facebook’ta etkinliğin detaylarına bakmak daha kolay olabilir. Hepsinde @anlatanlatgokce diye varım. 18 Ocak Perşembe Arnavutköy'de Fotini Café’de anlatıyorum mesela.

Masal anlatırken ya da dinlerken nasıl hissediyorsunuz?

Süper. Muhteşem. Özgür. Sınırsız. (Gülüyor) Özel güçleri olan kahraman gibi. Masal anlatırken dinleyicilerle bağı koparmadan zaten tamamen o diyarın içinde oluyorum. Yine ben oluyorum ama gördüğüm dünya masaldaki dünya oluyor. Kahramanın tüm maceralarını birebir yaşıyorum, çok heyecanlı. Dinlerken de eğer kopmazsam masaldan, aynı şekilde masalda geçen tüm olayları duygularıyla, ortamıyla, hareketleriyle yaşadığım bir yolculuğa çıkmış gibi oluyorum. Çok söylediğim bir şey var benim, zaten hepimiz kendi hikâyelerimizin kahramanıyız ve Joseph Campbell’in Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nu yapıyoruz. Bu hayat yolculuğunun içinde gün bazında da ve hatta daha da kısa zaman içinde bile küçük küçük, tüm döngüyü yaptığımız yolculuklar halini alabiliyor. Bir de masal dinleyince, kahramanın yolculuğu içinde kahramanın yolculuğu olmuş oluyor. Evrendeki her şey gibi en büyükle en küçüğün benzer bir düzende iç içe varolması gibi.  

Bir masalı anlatmak için nasıl çalışıyorsunuz? Ne kadar vaktinizi alıyor?

Çok değişken. Bir kere anlatacağın masalı bulmak zor bir şey. Ancak bir sürü masal okuduktan sonra, dinledikten sonra beni etkileyen masalı buluyorum. Bulduktan sonra çalışma evresi de çok değişken oluyor; çünkü masalın bir sürü parçasına çalışıyorum ama o masalın diğer versiyonlarını bulma, onları okuma ve en önemlisi de o masalın bana ne ifade ettiğini keşfetme süreci çok farklı olabiliyor. Bazen bunların hepsi sanki “Hadi, beni hemen anlatmalısın” der gibi o kadar hızlı oluyor ki beş, altı gün sürebiliyor ama bazen de masalın bana ne anlattığını bulmam bile çok uzun sürüyor; çünkü anlatmak istediğim belli oluyor ama çok zihin aktivitesi olduğunda, sağ olsun beni çok korumak istediğinden daha derine girmeyi engelliyor ve ben de buldum zannediyorum. O haliyle şöyle bir masalı aklımdan geçirdiğimde oturmayan, bana uymayan bir şeyler oluyor ve tekrar çalışıyorum üzerine. Masala çalışmak en genel anlamıyla baştan sona bir yandan tüm atmosferi, kıyafetleri, kişilikleri, görünüşleri tasarlarken bir yandan da her olayın, objenin, karakterin bana ne anlam ifade ettiğini keşfetmek demek. Eğer anlattığım sahnede, kişilikte, olayda bir kopukluk olursa akış bozulur.

Fotoğraf: Çağdaş Yavuz

Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?

Şaşıran çok oluyor. İnsanlar daha çok da kendisine şaşırıyor galiba. “Vay be, bir, bir buçuk saat masal dinledim ve hiç fark etmedim” gibi. Masal anlatıcılığı diye bir şeyin varlığına şaşıran ve çok mutlu olanlar oluyor. Genelde kendilerini en etkileyen yerleri paylaşma isteği oluyor. Yetişkinler masaldan sonra masal hakkında konuşmak istiyorlar, soru sormak istiyorlar. ‘Çocukluklarına geri döndüklerini’ söyleyen çok oluyor. Kendilerine kimin, ne masal anlattığını paylaşan oluyor. O çocukluktaki merak ve saf heyecan duygusu yüzeye çıkıyor bence.

Storyberry nedir?

Storyberry, sanal ortamda lokasyon bazlı sesli anı kütüphanesidir. Benim yüksek lisans tezim olarak ‘masal anlatıcılığıyla servis tasarımını nasıl birleştirip de kendimin de uğraşmaktan zevk duyduğum bir proje haline getirebilirim’den yola çıkarak başladı. Yurt dışında yaşarken ki bu hiç de uzun bir süre değildi, İstanbul’a geldiğimde habire “Orada olduğundan kesin emin olduğum” yerlerin adresi değişiyordu, taşınıyordu, yıkılıyordu, yanıyordu, boşaltılıyordu ya da atıl bırakılıyordu. Ben her geldiğimde yavaş yavaş bağımın koptuğunu hissetmeye başladım. Evet, aile, arkadaşlar ve güzel yemekler var ama bunlarla geçen anılarım mekândan veya bir yerden bağımsız geçmiyor, belli bir yerde geçiyor bu anılar.

Evet.

Ve bu anıların da gittikçe soyutlaştığını ve yok olmaya başladıklarını fark ettim. Sonra sadece canlıların değil, objelerin ve yerlerin de hafızalarının olduğundan ve bu hafızaya ulaşabilmek için birbirlerini tanımayan insanların kendiliğinden kesiştikleri bu yerlerdeki anıların soyut bir şekilde zaten biriktiğinden yola çıkarak insanların kendi sesleriyle anlattıkları anıları, anılarının geçtiği yeri pinleyerek kaydettikleri ve başkalarınınkini de dinledikleri bir platform yaratma fikrinden çıktı proje.

Amacınız neydi?

Bir yandan UNESCO’nun somut olmayan kültürel miras listesinde beş taneden biri olan sözlü kültürü yaşatmaya çalışmak, bir yandan artık mahalle kültürü dediğimiz zaman aklımıza gelen tüm yerlerin AVM’lere taşınmış olmasından üzüntü duyarak mahalle kültürünü biriken anılarla canlandırmaya çalışmak, bir yandan da hiç tanımadığımız insanların geçmişini, neye inandığını bilmiyor olsak da dinleyip ne kadar ortak noktamız olduğu gerçeğiyle tekrar tanıştırmak, birbirimizi dinleyebilmek.

Adı nereden geliyor?

“Buralar eskiden hep dutluktu” sözünden geliyor. Ben bu proje için çok büyük bir heyecan duyuyorum ve herkesin merakla kullanacağını düşünüyorum. Şu an bir prototip sitesi var: www.storyberry.me

Herkes kayıt yapabilir mi?

Herkes anı kaydedebilir ve anı dinleyebilir, sosyal medya hesaplarından (Facebook, Instagram, Twitter) takip edebilir: @storyberryme. Zamanla hayalimdeki site ve mobil uygulama haline gelecek. Herkesin sesi özeldir, anısı değerlidir. Bunu paylaşarak kendi hikâyenin sesi olup hayata bir iz bırakmak belki de en güzel miraslardan biridir.      

Eleme sisteminiz var mı? Bazı anılar yer alamaz vb. gibi.

Güvenlik nedeniyle evlerde geçen anıları kabul edemiyoruz. Çünkü anının geçtiği şehri ya da bölgeyi değil, direkt adresi pinlemek gerekiyor. Sosyal bir proje niteliğinde olduğundan yapmak istedikleriyle çeliştiği için AVM’lerde geçen anılar da sisteme girmiyor. Bunun dışında insan haklarına uyan tüm anılar kabul ediliyor. Nefret söylemi barındıran, küfür ve hakaret içeren, homofobik, ırkçı, pornografik, cinsiyetçi, milliyetçi, dini ve politik propaganda yapan, buna benzer anılar kabul edilmeyecek. Şimdilik moderasyon açısından sadece Türkçe ve İngilizce anılar yer alabiliyor ama geliştikçe en büyük hayalim tüm dillerde anı anlatılması. 

Lokasyon bazlı olması ne işe yarıyor?

Lokasyon bazlı demek adı sanı belli, adresi belli bir yerde/mekânda geçen anılar demek. Buralar, bize mahalle kültürünü hatırlatan çiçekçi, pastane, tuhafiye gibi bir yer olabilir. Tiyatro, sinema, sergi gibi bir kültür/sanat merkezi olabilir veya geçiş yaptığımız/durduğumuz/beklediğimiz park, pasaj, istasyon, iskele, havaalanı gibi yerler olabilir. Yani hepimizin kesiştiği, toplu olarak bulundukları yerler buralar. Anıların bu gibi yerler pinlenerek bırakılması anıların bu yerlerin türlerine göre filtrelenmelerini sağlıyor (mesela sadece İstanbul’daki çiçekçilerde geçen anılar gibi), insanların tam da o merak ettikleri yerde geçen anıları (mesela İnci Pastanesi) kolayca bulmalarını sağlıyor. Birbirini hiç tanımayan insanların bahsettikleri anılarının nerede geçtiğini bilerek bütünlük sağlamalarını sağlıyor ve en önemlilerinden biri de turist olarak bir şehre gidildiği zaman ana dilinde o merak edilen yer hakkında bırakılmış anıları dinleme fırsatı sağlıyor. Şu an, günümüzde, bilginin çok rahat ulaşılabilir olduğunu düşünürsek, bu deneyimler esas değerli şeyler haline geliyorlar. 

Anı kütüphanesini kurarken düşlediğiniz şey ne idi?

Benim en büyük düşüm ne kadar ‘Ben de’miz olduğunun farkında olmamızı görmek. “Ben de oradaydım, benim de vardı, ben de öyle hissetmiştim, ben de oraya giderdim, ben de onu yerdim, ben de orada beklemiştim, ben de onu görmüştüm” gibi gibi. Öbür düşüm de tüm dünyada Storyberry’nin kullanılamasıyla beraber bir yere tıkladığımda bir sürü farklı dilden, bir sürü farklı sesten anının aynı yer için toplandığını görüp projenin esas amacı olan o hafızanın aslında nasıl şekilleniyor olduğunu görmek, dinlemek. 

Daha çok masal dinlersek ya da anlatırsak daha sakin, daha anlayışlı insanlar olabilir miyiz?

StoryCorps diye bir dernek var Amerika’da. Onlar da iki akraba, arkadaş, yakın arasında birinin ötekine sorular sorduğu röportajı sesli bir şekide kaydederek geleceğe bir miras olarak kalmasını sağlıyorlar. Süper bence. Kurucusu David Isay’in seçtiği röportajların hikâyelerinden oluşturduğu bir kitap var, Listening is an Act of Love diye, hatta sanırım sonra belgesel oldu ve şu an da onların mottosu sayılabilecek bir cümle. Türkçe’ye de şöyle çevirebiliriz bence “Dinleme bir sevgi davranışıdır.” Bu benim tüm anlatabileceklerimi kapsayan bir cümle. Birini gerçek anlamda dinleyebilme yani derin dinleme, egoyu sıfıra indiği bir noktaya getirme demek. Gerisinde de doğabilecek sadece bir şey var ve o da sevgi. Sevgi, tam olmak, bütün olmakla ilgili. O zaman da olumlu anlamda olunamayacak şey yok.

Sizin anlattığınız masallarda cinler, periler var mı?

Tabii ki var. (Gülüyor) Zaten peri masalları diye ayrı bir masal sınıfı var. Çok değişik masallar var. Aynı masalın başka bir sürü versiyonları var. Karşına çıktıkça şaşırıyorsun. Sözlü masalın kendi yolculuğunu keşke bilebilsek, çok muhteşem olurdu.

Türkiyede masal anlatan kimler var?

Kimi söylersem eksik kalan olacaktır kesinlikle. O yüzden şu an aklıma gelmemiş olanlardan şimdiden özür diliyorum. Yücel Feyzioğlu (Masal Derlemeleri), Güneşin Aydemir, Judith Liberman, Ayşegül Dede, SEİBA anlatıcıları: Nazlı Çevik Azazi, Ayşe Senem Donatan, Şeyda Çevik, Aslı Hazar.

Epey varmış.

Evet, Beyza Akyüz, Arbil Çelen Yuca, Semih Ali Aksoy, Öykü Tekşen, Arzu Candoğan, Argın Kubin, Sıla Topçam, Özge Yaran Buzlu, Deniz Soruklu Evren, Tacettin Toparlı, Gülçin Uslu, Ferhat Budak, Didem Köktaş, Zinnure Türe, Ersin Şen, Davulumdan masallar: Serkan Kırmızı, Onur Erol...

Ankara’da Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi’ndeki masal anlatıcıları… 2013’ten beri bahar aylarında yapılan Çanakkale Masalcılar Buluşması var. Bu sene (2017) ikincisi düzenlenen Mardin Masalcılar Buluşması var. Başka masal festivalleri de oluyor.

Dünyada kimler var?

Ben dünyadaki festivallere dinleyici olarak henüz katılamadım. O yüzden ben de herhangi bir insan olarak internetten araştırarak buluyorum kim var kim yok diye. O kadar masal anlatıcısı arasından az kişinin adını söylemek çok doğru olmayacak. 

Bir varmış, bir yokmuş’ diyor musunuz?

Çoğunlukla diyorum hatta ben bazen sonunda da diyorum. Bazen demediğim de oluyor ama benim çok sevdiğim bir başlangıç cümlesi. Hem varoluşla ilgili felsefi bir ağırlığı var hem de acayip dalga geçiyor gibi.

Masalların hayal gücümüze etkisi nedir?

Hayal gücü, yaratıcılık gibi doğduğumuzdan itibaren genlerimizde olan bir şey; ama büyüdükçe sosyal çevre, aile, eğitim sistemi ve daha birçok şeyin etkisiyle bu ikisi olumsuz yönde etkileniyorlar ve köreliyorlar. Bence yaratıcılığı unuttuktan sonra canlandırmak daha zor ama hayal gücü öyle değil.

Nasıl?

İnsanların doğuştan bir sürü yetenekleri olabilir veya sonrasında keşfedebilirler ama bunun üzerine çalışmaları gerekir. Piyano çalmaya yeteneğin vardır; ama çalışmazsan olmaz gibi. Hayal gücü böyle değil. O orada, resmen uğruna saatler vermediğin yetenek. Tam anlamıyla fiziksel olarak bir yerdeyken, başka bir yere ışınlanma hali. Ve oradaki her şeyi net bir şekilde hissetme şekli. Bunu zaten yapabiliyorken bir de bunu birlikte, başka insanlarla beraber yapmak çok mucizevi. Bence herkesin görünmeyen bir şeylerle bağlantıya geçtiği nadir zamanlardan biri. O yüzden masallar hayal gücümüzü kullanarak bizi birleştiriyor. Onun dışında biraz paslanmış olsa da bize verdiği “Her şey olabilir, hiçbir şey imkânsız değildir” hissinin hayal gücündeki yansıması gerçek hayatla ilişki kurduruyor ve o anda zaten herkes için farklı olan yolculuk başlamış oluyor.    

Masal yazıyor musunuz?

Hayır, yazmıyorum. Zaten biliyorsunuz, masal olabilmesi için ilk anlatanının kim olduğunu ve hatta ilk dinleyeninin kim olduğunu bilmiyor olmamız gerekiyor.

Böyle düşünmemiştim. Peki, interaktif masal nasıl oluyor?

Masal anlatıcılığı yapanların yazılı bir metni yok. O yüzden masallar zaten her seferinde kendiliğinden doğaçlama oluyor. Dinleyicinin tiyatro sahnesindeki gibi sessiz oturması değil de katılması, laf atması, soru sorması olabilecek şeyler. O yüzden bence o şekilde hazırlanılmadıysa bile interaktif oluyor kendiliğinden. Onun dışında şarkıyı ya da melodiyi, ritmi, tekerlemeyi, tekrarları dinleyiciyle paylaşıp masalın bazı yerlerinde hep birlikte söyleyebiliyoruz. Soru cevap olabiliyor. Bazen bunların hiçbiri olmuyor. Masalcıya, masala, dinleyiciye, o sıradaki atmosfere bağlı masalın nasıl gideceği. Çocuklara masal anlatıyorsam kesinlikle interaktif oluyor.

Toplumsal cinsiyet rollerinin inşasına masalların katkısı nedir?

Bu sorunun cevabını özellikle bu konuda araştırma yapan bir akademisyenin vermesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Kapsamlı bir cevap verebilmek için bu konu özelinde detaylı okumalar yapmak gerekir. Benim verdiğim cevap yetersiz kalacaktır. Çok kısaca şu zamana kadarki küçük birikimimden yola çıkarak şöyle söyliyeyim: Masallar tamamen hayal ürünü bir kurguya dayanmıyor. ‘Hayatta zaten var olan, yaşanmış, yaşanmakta olan zorlu bir gerçeğin üstesinden ruhsal olarak gelebilmeliyiz’ kısmına dokunuş yapıyor. ‘Ruhsal olarak üstesinden nasıl gelmeliyiz’ kısmında olağanüstü olaylar yaşanmaya başlıyor. O yüzden masalların cinsiyet rollerini inşaa etmesi değil de her kültürde zaten var olanın bir yansıması desek daha doğru olabilir.

Eşitlik içeren var mı?

Kuzey masallarında çok daha eşitlikçi mesela. Bunu söylemekle beraber bazı içerikteki (ahlaki çarpıklıkları olan, kadına şiddeti normal, olağan gösteren) masalların artık anlatılmasına hiç gerek olmadığını ama derlenmesinin önemli olduğunu ve bu derlemelerin arşivde kalmasının ve bunun üzerine çalışmalar yapılmasının, konuşulmasının, tartışılmasının daha doğru olduğunu düşünüyorum; çünkü o büyülü zaman diliminde böyle bir masalla bağlanarak dünyayı güzel ve olumlu yönde değiştiremeyeceğimiz kesin. Halbuki masallarla güzel değişimler mümkün.

Gökten üç elma düşecek ve sonsuza dek mutlu yaşayacak mıyız?

Masalların mutlu sonla bitmesi her şeyden önce bir umuttur bence. Ben inanıyorum ki kendi içimizi dinlediğimizde tüm cevaplar kendi mutluluğumuza çıkıyor. Masallar da sanki kendi içimizi dinlememizin kilidini açıyor. Yaşam bir yolculuk ve kahramanın yolculuğundaki gibi her zaman o döngü var, yola çıkışa direnmeyle başlayan, yola bir şekilde çıkılan, badireler atlatılan, yolun yarısında ölünen, sonra tekrar canlanılan ve dönüşmüş, olgunlaşmış şekilde dönülen. Bu, gün içinde minik döngü şeklinde de var, büyük ölçekte ise tüm hayat bu büyük yolculuk döngüsü. Yani bunun küçük versiyonunu o kadar çok yaşıyoruz ki ve yaşamalıyız ki, sonsuza kadar mutlu yaşamak demek bir daha yola çıkamayacak olmak demek. Yani dönüşümün, değişimin bitmesi; ama o anda yani her o döngü tamamlandığında olan bir mutluluk vardır. İşte o ‘sonsuza dek mutlu yaşama’ duygusu zaten, iyi ki var. Yoksa insanda bir daha döngü başlatacak güç olmaz.

Hangi yaş grupları nasıl tepkiler veriyor masal dinlerken?

Çocuklar masal anlatırken akıllarına gelen her şeyi direkt o sırada söylüyorlar, soruyorlar. İnteraktif bir şey yapılacaksa hemen yapıyorlar, yetişkinlerdeki gibi çekingenlik ve utangaçlık olmuyor. Masal bitiminde çocuklar gelip sarılıyor, çok güzel bir duygu. Eğer bir müzik aleti kullandıysam masal anlatımında mutlaka elleriyle dokunmak ve çalmak istiyorlar masal bitiminde.

Yetişkinler nasıl dinliyor?

Yetişkinler masal dinlerken ilk önce temkinli başlıyorlar. Tiyatro değil, stand-up değil, zihin nereye yerleştireceğini bilemiyor. Sonrası bence birlikte daldığımız bir yolculukla çözülüyor her şey. Yetişkinler masalın ortasına atlamıyorlar çocuklar gibi genellikle. Bitiminde uzun zamandır masal dinlemediklerini ve çok farklı bir deneyim yaşadıklarını söylüyorlar. Soru sorma ihtiyacı oluyor. Herkes masalın başka bir kısmına odaklanmış oluyor. Birlikte yorumlamak istiyorlar kendi merak ettikleri yerleri. Üzerine konuşmak istiyorlar. Böyle bir işin olduğunu bile bilmediklerini söylüyorlar. Çok huzurlu, mutlu ve şaşkın olduklarını, zamanın nasıl geçtiğini anlamadıklarını  söylüyorlar.

Ne güzel. O halde masalın işlevi nedir?

Masalın işlevi, o hani hayatta takıldığımız noktalar, zorluklar oluyor ya, bunlar bazen duygusal takılmalar olabilir, bazen elle dokunulabilen gözle görünebilen takılmalar olabilir, bazen de kişilikle ilgili takılmalardır ve daha da çoğaltılabilir, işte bunların aynısını yaşayan masal kahramanının nasıl bu takılmalardan, zorluktan çıktığını görerek şu an kendimiz için geçerli gerçeklikte böyle bir versiyon yaratma olasılığının kapısını açması diyebilirim. Kapının açılması onu gördüğümüz anlamına gelmiyor ama o sırada kesin açılıyor. Artık gerisi için o kişiye doğru zamanda görülür olması niyetiyle diyelim. Yani hem yetişkinler de hem çocuklar da o adını koyamadığımız şeyin daha yüzeye çıkıp görünür olmasını sağlıyor.

Hayal gücü de demiştik.

Evet, masal aynı zamanda tamamen birlikte bir hayal dünyasına daldığımız için hayal gücünü genişletir, yaratıcılığı tetikler. Kendimizi ifade etme şeklimizi renklendirir. Çocukların kelime haznesini çoğaltır, dil öğrenimini zenginleştirir. Özellikle günümüzde dijital hayatla beraber konsantrasyon süresi iyice düşmüşken, düzenli masal dinleme alışkanlığıyla konsantrasyon süresini uzatır. Özenle, birlikte kurulan her şey gibi empati kurma yetisini arttırır. Zaten aynı anda aynı şeye gülüp aynı şeye üzülmek, aynı şeyle heyecanlanmak masalın en yüce işlevlerinden biri bence, yani birleştirmek.     

Eskiden nasılmış masal anlatıcılığı?

Bizim masal anlatıcılığı diyerek bu kullandığımız şekliyle söylemek eksik olur; çünkü insanlar bir anda masal anlatmaya başlamadıklarından ilk önce sözlü anlatım yapmaya başlamaları gerekiyor. Hâlâ insanların ilk, bir dil kullanarak konuşmaya başlamalarıyla ilgili bile çok farklı fikirler var ve ortak bir sonuca ulaşılmış değil. O yüzden ilk masal anlatımını bilmemekle beraber yazılı iletişim yokken insanların bir sonraki nesile geçirmesi gereken her şeyi (tarih, kültür, değer, deneyim, bilgelik vb.) sözlü olarak geçirdiklerini, not alma gibi bir durum da söz konusu olmadığından hafızaya alabilmek için bunları hikâyeleştirdiklerini ve bu şekilde ilk anlatımların yapıldığı hakkında bir düşünce var. Hatta bunlar büyük ihtimalle içinde ritm de tutulan şarkımsı anlatımlardı.

Doğru.

Anlatıcılık aslında hafızaya yazmak ve aktarmak için bir araçtı. O yüzden ilk anlatımlar daha gerçekle birebir bağlantılıydı. Daha sonra gün içinde olan olaylar, doğa olayları bir ateş çevresinde insanların hem zafer kazanma, güçlü olma ile ilgili duygularını şahlandırma hem de korkularını, şüphelerini, telaşlarını giderebilmek için bir ritüel olarak anlatılmaya başlandı. Böylece kahramanlık hikâyeleri oluşmaya başladı ve simgelerden yararlanarak, doğaüstü öğeler koyarak daha hayal gücüne dayalı anlatımlar ortaya çıkmaya başladı. Sonra da insanlar yer değiştirdikçe, yeni yerler keşfettikçe bu anlatımları da yanlarında taşıdılar ve oradakilerle paylaştılar. Hatta seyahat sırasında yaşadıklarını da aktardılar. En eski el yazması dokuzuncu yüzyılı gösteren 1001 Gece Masalları’nın anlatıcısı Şehrazat, her gece bir masal anlatarak kendini idamından kurtarıyor. Yani el yazması dokuzuncu yüzyılı gösteriyorsa sözlü olarak çok ama çok uzun zamandır masal bizim bu yüzyılda bildiğimiz şekliyle anlatılıyor demektir.  


[email protected]

https://anlatanlatgokce.wixsite.com/anlatanlatgokce

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

Mad Pride ya da ‘Delilerin’ Onur Yürüyüşü

Mad Pride’ın amacı stigma ile mücadele etmek, ‘delilerin’ haklarını savunmak, çeşitli politikalara etki etmek, beraberce güçlenmek, bazen biraz eğlenmek ve misal ‘psikopat’, ‘manyak’, ‘şizo’, ‘deli misin nesin’ demeden önce bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.