17 Ekim 2014

Ayık olun beyler fena halde girişirim! (Ya da Startup Istanbul 2014 notları…)

Başlığı neden böyle koydum?

Melek yatırımcılar, girişimciler ve daha pek çokları Lütfi Kırdar’da buluşalı yaklaşık iki hafta oluyor.*  Öyle bir yoğunluk yaratmışım ki kendime, notlarımı ancak toparlayabiliyorum.

Başlığı neden böyle koydum? Vurgu fena halde kadınlaraydı. Kadın girişimcilere olan ihtiyaç ve özlem sık sık dile getirildi. Ne de olsa farklı bir bakış açısı, hem de en yaratıcısından... LGBTİ’leri de ansalar iyiydi.

SAP innovation, sponsor olmuş. Etkinliğin wifi şifresi sapinnovasion’du. Her kullanıcının bilinçaltına bir çizik attılar böylece.

Build locally meselesine bir övgü vardı. Artık ne kurmak istersek... Önce yerelden başlanacakmış.

Girişimcilikte etik kralmış. Bazı global şirketler, genç beyinleri alıp iyi imkânlar sunarak onları köle yapıyorlarmış. Oysa girişimcilikte daha başka bir şeyler oluyormuş. Genç beyinlerin birtakım ödüllerle, promosyonlarla bu büyük şirketlere bağlanması girişimciliğin düşmanıymış.

Ha bir de, istediğin kadar uçmuş, aşmış, girişmiş ol; o sahnede kendini dinletemiyorsan bittiğinin resmidir. Kimisi sesini çok fazla yükseltti bazen, kimisi de elma çevirip hala hop tereyağlı ballı ekmek yaptı. Sağlam konuşmacıların ise bu süslere hiç ihtiyacı olmadı ki – beni en çok onlar etkiledi. Eskiden şıpıdık terlikleri ile gelenler de anlamlıydı, ama bu kez nedense diğer kurumsalların arasına süzülen terlikli, rahat beyefendiye karşı da ilgi duyamadım.

Bir deyimcik öğrendim: Personally speaking, generally speaking tamam da economically speaking diye bir şeyin varlığı irkiltti. Bu alandaki çakralarımı falan - bir şeylerimi acilen açmalıyım.

Girişimcilerin yüzde sekseni tökezliyormuş. Anladım ki mühim olan inatla devam edebilmek...

Kırmızı pantolonlu adam “Size bir şeyler öğreteceğim” dedi. “Paylaşacağım” demediği için -bir de müziğe falan laf attı, çok sertti- soğudum ondan da.

Damarlarımızda -varsa- dolaşan bir şeymiş girişimcilik...** Risk almak gerekiyormuş. Her ay gelen düzenli maaşı bir kenara koymayı da içerebiliyormuş bu. Kenara derken vazgeçmek yani...

Bir topluluğun ürettiğiniz bir şeyi sevmesi, kullanması, takip etmesi gerekiyormuş. O topluluğu da anlamak lazımmış. Ne isterler mesela? Problemleri nedir? “Tasarımcı problem çözendir; sanatçı soru sorandır” demişti sevgili Erdağ Aksel bir dersinde. Bu durumda girişimcilerde de problem çözme hali varsa, -e matematikçiler de bundan ibaret... Neyse, tümevarmayayım şimdi. Dünya fena halde ilişkileniyor.

Ha bir de, konuşmacının sesi kötüyse bittin. Sunum yapanlardan bazıları sanki kendi arasında konuştu sahnede, biz de böyle beş yüz kişi falan öyle baktık, sonra ben çıktım, en arkadakilerden birine “Duyabiliyor musunuz” dedim.

Marion Gamel*** sahneye çıkan ikinci kadın olduğunu vurguladı ve bundan memnundu, ben de memnun oldum. Görsel ağırlıklı tek sunum Marion’undu.

“Rakamlarla konuşmayı öğrenmeliyim” yazmışım defterime. Bu, o kadar gerekli mi şu an emin değilim yine...

Yüz yüze iletişim çok önemliymiş.

Şu yer etti: Translation değil localization lazımmış. Globali birebir çevirmek yerine yerele doğru kaydırmak gibi...

“Günlük tutar gibi yazın projelerinizi” dediler girişimcilere. Bu, aldığım sanat eğitimime -hadi geldiğim ekole diyeyim- uzak değil. Oysa, Sabancı Üniversitesi’ne Ekonomi okumaya giden ben, bir sene tepindikten sonra nasıl da kaçıp Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı programına sığınmıştım. (Ve tabii, asla sığınak değildi orası, hatta daha beter kırbaçlandım o bölümde, bunu da sonra anlatırım).

Üniversiteler ve pazarın ihtiyaçları arasında boşluk varmış.

Bu arada, İran’dan gelen girişimci adayına olağanüstü sevgi göstermeleri, onu, kendilerine denk görmedikleri anlamına geldi benim dünyamda. Yumuş yumuş davrandılar. Diğerlerinden daha farklı yani...

“I’m a talker, Burak is a doer” diyen Erhan Erkut sahnede inanılmazdı, muhteşemdi, harikaydı. Burak Büyükdemir’in de emeğine ve öğrencilerle olan iletişimine şahit olmak paha biçilemez. Fazla süslü cümleler kurmaya başladım. En iyisi gideyim.

Biri, sahnede iyi İngilizce konuşunca, “Sen Türk değil misin” muhabbeti oldu. Sanki native speaker gibi konuşunca Türkiye’den olunamazmış gibi... Ne biliyim, girişimcilik, mirişimcilik, ne olursa olsun; ülkeler, kadınlar belli bir yerde durmaya devam ediyor. Karamsar konuşmayayım. Sayın Erkut’un motivasyon dolu cümleleri Türkiye için - hadi o kadar ileri gitmeyeyim ama en azından benim için umut verici oldu.

Not: Bu yazı demlenmekte iken bir şey fark ettim. Belki sadece bu yazıya mahsus, işlerine ya da belki kendilerine emek ve özen verenleri, ben de sevgiyle ve özenle anmaya çabalarken diğerlerine karşı öyle davranmamışım. Evet, yukarıdaki kişilerden bahsetme biçimim tam olarak böyle oldu. Yazı çok acayip bir şey. Acaba benden kaç tane var?

Not 2: İngilizce terimlerin Türkçe karşılıklarını uğraşıp yazamadım. Merak eden olursa e-mail gönderebilirseniz tek tek cevaplamayı göze alıyorum. Öpücüklerimle...

 

________________________________

 

* http://startupistanbul.com/

** It has to be in your blood.

*** http://startupistanbul.com/speakers

 

Yazarın Diğer Yazıları

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

Mad Pride ya da ‘Delilerin’ Onur Yürüyüşü

Mad Pride’ın amacı stigma ile mücadele etmek, ‘delilerin’ haklarını savunmak, çeşitli politikalara etki etmek, beraberce güçlenmek, bazen biraz eğlenmek ve misal ‘psikopat’, ‘manyak’, ‘şizo’, ‘deli misin nesin’ demeden önce bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.