2013 Haziranı’nda AKP’nin Kazlıçeşme mitingindeki o kadının dediğini hatırlıyor musunuz?
“Ben Erdoğan’ın g..ünün kılıyım!”
Ve söyleşiyi yapan Beyaz TV muhabiri kızın yüzündeki tiksintiyi?
Geçen gün de Kayseri’de bir adam ekranlarda sürpriz yaptı:
“Isırırım Erdoğan’ı... Yalarım bir de... Aslan aslan... Ah yavrum ah!..”
Doğrusu, benim gibi bu “aşk”ın derinliğini anlamayanların midesini kaldıran iltifatlar bunlar.
Ama halkımızın kültüründe, sevgi ve bağlılık duygularının bu tür ilginç ifade biçimleri var işte...
* * *
Efendim?..
Yine mi kötü niyetliyim?
Bu tür örnekler, alt tarafı “cahil halkın kendini ifade etme beceriksizliği” mi?
Pekâlâ, halkın “sıradan” temsilcilerini bırakalım, “seçkinler”e bakalım.
Bir medya patronu ansızın Erdoğan’a aşkını ilan ediyor.
“Entelektüel” açıklamaları var tabii: “Erkek erkeğe ilahî aşk”... “Mevlana ile Şems”...
Cumhurbaşkanı danışmanı birdenbire çift tabancalı Tommiks’e dönüşebiliyor ve şefine suikaste kalkışan hayaletlere yüzlerce kurşun sıkabiliyor:
“Beni öldürmeden Cumhurbaşkanı’na kimse dokunamaz!”
Sanki ekonomi danışmanı değil de bar fedaisi!
Ülkenin tanınmış ve artık yaşını başını almış (73 yaşında) bir gazetecisi, ekranda durup dururken Cumhurbaşkanı’na şunları söyleyebiliyor:
“Çok insancılsınız. Çok sıcak kanlısınız. Çok tatlısınız. Bal gibisiniz...”
Bu kadar "çok" çok olmuyor mu?
Seyircilerden çekinmiyor, tamam; ama acaba eşinden dostundan, çocuğundan torunundan falan da mı sıkılmıyor bu kadar abartılı kelimelerle iktidar önünde yerlere kadar eğilmekten?
* * *
Bunlar taze örnekler. Ama liste sayfalarca uzayabilir.
Bir vakitler AKP’ye ve kurucusuna bir küfür etmediği kalan eski bir muhalif parti liderinin, kısa süre sonra iktidar partisinde koltuğa yerleşip “Erdoğan Türkiye’nin ebedî başkanıdır” dediğini unuttuk mu?
Ya da “eski Kürt”, “eski devrimci” bir şahsiyetin önce AKP’ye girmesini, bir ara “Erdoğan’ın kapasitesi Türkiye’yi yönetmeye yetmez” demesini, sonradan “biatsa biat, itaatsa itaat” diyerek bir dönüş daha yapmasını ve sadece şefinin değil, onun eşinin önünde de iki büklüm pozlar vermesini?
Saymakla bitmez bu tür örnekler.
Sorgusuz sualsiz iktidar propagandası yapan ve her gün “ücret karşılığı” muhalifleri avlamaya, hedef göstermeye çabalayan “yandaş tetikçiler” az mı?
Proje kovalarken kendini kaybeden türkücüler, şarkıcılar, artistler?..
* * *
Tam bir “Yalaka Cumhuriyeti”ne dönüşüyoruz.
Erdoğan güçlendikçe yalaka sayısı çığ gibi büyüyor.
Sanırım çok daha “yaratıcı yöntemler” duyacağız ve göreceğiz “yalakalık” konusunda.
Ve karşıtlarına esip gürleyen Cumhurbaşkanı’nın, böyleleri karşısında nasıl yumuşadığını, fazla belli etmemeye çalışsa da övülmekten nasıl hoşlandığını defalarca izleyeceğiz.
Ama doğrusu “başımıza daha neler gelebilir” sorusunun cevabını tahmin etmekte zorlanıyorum.
Sadece aklıma geçmişten bir örnek geliyor.
Bugünkü iktidar sahiplerinin geçmişteki lideri Necmettin Erbakan’ın başbakanlığı döneminde ayaklarını yıkayan koruması Abdurrahman Akyüz’ü ve Erbakan için verdiği vefat ilanında “Ayaklarını öpmekten haz aldığım değerli hocam” diye yazan AKP’li Ankara Mamak Belediyesi'nden Eşref Karaçör’ü hatırlıyorum.
Bakalım, Erdoğan’ın ayaklarını yıkamayı başararak “yalakalar ligi”nde ön sıralara geçme şansı kime nasip olacak?..
* * *
“Yağ çekiyorlarsa korkuyorlar demektir.”
Anton Çehov’un bu sözlerine karşı çıkmak mümkün mü?
Bakın, Erdoğan’ı en çok sevenler bile karşısında nasıl diken üzerinde duruyor?
“Ya ters bir şey söylersem/yaparsam da fırçayı yersem? İşimi, paramı, geleceğimi kaybedersem?..”
“Yalaka Cumhuriyeti”nin en önemli özelliklerinden biri korku.
Muhalifi korkuyor; nasıl korkmasın!
Ama yandaşı, yalakası da korkuyor.
Aynı zamanda “Korku Cumhuriyeti”...
* * *
Haksızlık yapmayalım, bütün mesele Erdoğan ve yalakaları değil.
Bu kültür her yerden kuşatmış bizi.
Evde, okulda, işyerinde, dernekte, partide, her yerde otoriteler var.
Hep korkuyoruz onlardan ve onlar hep korkutuyor bizi.
Durmadan “uysallık ve bağlılık sınavları” veriyoruz.
Bazen de “uyanıklık sokakları”na dalmayı deneyerek yağ çekiyoruz.
Hem korkuyoruz, hem yalakalık yapıyoruz.
Bu günlerde birkaç kentte seçim kampanyasını izlemeye çalıştım (bir sonraki yazıda izlenimlerimi aktaracağım).
Şu kadarını söyleyeyim burada: Bazı milletvekili adayları ile aday oldukları partinin çalışanları ve sempatizanları arasındaki ilişkide de böyle bir “korku-yalakalık” denklemi hemen göze çarpıyor. Özellikle sağcı partilerde.
* * *
Milletvekili adayı sigarasını çıkardığında birçok partili telaşla çakmak uzatma yarışına giriyor.
Çay geldiğinde önce – partinin konuğu durumundaki gazetecilere değil – adaya veriliyor.
Salonda ya da sokakta gürültü çıktığında sözünü kesip etrafa sinirli bir bakış fırlatan aday, anında bir sürü insanın kendini suçlu hissetmesine, kapıyı-pencereyi ve çenesini kapatma heyecanı yaşamasına yol açabiliyor.
Aday sesini yükseltince partililer – onun ne dediğini tam duyup anlayamasalar bile – alkış tufanı koparıyorlar.
Ve aday tam yanlarından geçerken iyice yumuşattıkları bakışlarıyla, becerebilirlerse onun hoşuna gidecek bir şeyler söyleyerek ve yaparak “puan almaya” çalışıyorlar.
Ve dikkat edin, adam daha sadece aday!
Seçilirse “koskoca milletvekili” olacak!
Hele bir de bakan-makan olursa...
Of ki ne of!
“Isırırlar, yalarlar!.. Aslan aslan... Ah yavrum ah!..”
@AksayHakan