18 Mayıs 2024

Tek adam yönetiminde lidere yakın gazeteci ve danışman olmak

O tek adama yakın olmanın devasa fırsatlarını ve risklerini düşününce aklıma kendi hayatımdan önemli bir anı ve etkilendiğim bir film geldi

Muhteşem Yüzyılı dizisinden temsilî bir kare

Tek adam yönetimlerinde iklim sert oluyor. İktidara karşı çıkanların burnundan geliyor: Baskılar, yasaklar, hapisler…

Bir de tersi var tabii: Bazılarının "doğru zamanda doğru yerde olmak" olarak tanımladığı konum. Biz buna kısaca "liderin sağ kolu olmak" diyelim (sayıya takılmayın, bazı liderlerin kolları ahtapottan fazladır).

Pek çokları açısından korkutucu olan "o tek adama yakın olmak", bunlar için herhalde hem heyecan ve coşku vericidir hem de ürkütücü. Hata yapmayı kaldırmaz. Çünkü fazlasıyla göz önündesindir.

Fırsatlar da büyüktür, riskler de…

Elbette onları, özellikle de riskleri en baştan görmek zordur.

Onun için "zirveye yükseliş şansı" ile karşılaştığında çoğunun gözleri kamaşır, "gün bugündür" havasına girerler, "talih kuşu" kaçsın istemezler.

Sonrası, malum, yürü ya kulum… Tabii yürüyebileceğin yere kadar, öptüğün elin seni durduracağı yokuşa kadar…

* * *

Sevdiğim bir filmi tekrar izledim geçenlerde. "İskoçya'nın Son Kralı" ("The Last King of Scotland").

Ve aklıma kendi geçmişimden unutulmaz bir gün geldi. Daha önce T24'te yazdığım bir anımı tekrarlamak istedim.

Nasıl diyorlar, "gençlerin kulağına küpe olsun" diye. Ya da bana "ne fırsat kaçırmış enayi" diyenlerin sayısının artması için.

Vaktiyle koskoca bir Devlet Başkanı'ndan iş teklifi almış ama reddederek fırsatı kaçırmıştım.

İnsan hayatında bazı dönüm noktaları olur.

Bazen dönersin... Ve yükselirsin.

Bazen dönersin... Ve batarsın.

Bazen de dön(e)mezsin. Ve dönseydin yükselir miydin yoksa batar mıydın, bilemezsin.

Ama tahmin etmeyi deneyebilirsin tabii.

* * *

Mesleğimden dolayı devlet başkanlarıyla ve başbakanlarla görüştüğüm oldu. Ama bu kez durum farklıydı. Karşımda duran Devlet Başkanı, kalabalık bir toplantıdan sonra özel olarak yanıma gelerek benimle ilgilenmiş, "herkese nasip olmayacak" bir dizi tavır ve sözle beni "onurlandırmıştı".

Bana yönelik iltifatlarını aniden keserek hiç beklemediğim bir öneride bulundu:

"Burada kal! Benim ekibime katıl!"

Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim:

"Sağ olun... Ama… Ben ne yaparım burada?"

"Merak etme, hiçbir konuda sıkıntın olmaz. Yeni bir ülke kuruyoruz. Senin gibi yetenekli insanlara çok ihtiyacım var."

Hayatımın belki de dönüm noktası olabilecek bir anda, cevap vermek için en fazla birkaç saniyem olduğunu hissettim.

Daha önceden verilmiş sözlerden dolayı beni bekleyen birçok görevim olduğunu mırıldanarak teşekkür ettim.

Önce sustu. Sonra gülümsedi. Ardından "Ben önereceğimi önerdim ama hayat da karar da senin" deyip yüzünü başka yere çevirdi.

Devlet Başkanı'nın yardımcılarından biri, sinirden kızarmış yüzüne zoraki bir gülücük yerleştirmeye çalışarak kulağıma eğildi:

"Liderimizi reddederek büyük hata ettiniz, Sayın Aksay. Sanırım hayatınızın teklifini aldığınızın farkında değilsiniz."

Sözlerini nedense bir tehdit gibi algıladım.

Birkaç saat sonra uçakta, aynı toplantıda bulunanlar olayı kahkahalarla yorumluyorlardı:

"Koskoca Devlet Başkanı sana iş teklif etti. Herhalde seni danışmanı falan yapardı. Belki ilerde 'sağ kolu' olurdun. Emrinde uşaklar, altında lüks arabalar, çevrende güzel kadınlar, banka hesabında da büyük paralar olacaktı. Ama sen..."

* * *

Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının üzerinden 2-3 yıl geçmişti. Daha önceden Moskova'nın ağzına bakan bazı Sovyet cumhuriyetlerinin liderleri, artık neredeyse birer sultana dönüşmüştü. Önemli bir uluslararası proje nedeniyle katıldığım toplantıda, bunlardan biriyle tanışmış, daha sonra da ondan gelen beklenmedik teklifi geri çevirmiştim.

Fırsat kaçmıştı işte...

Acaba fırsat mıydı bu, yoksa tehlike mi?

Uçaktaki şamatacıların dediği gibi "bir elim yağda, bir elim balda" yaşar gider miydim?

Yoksa bir süre sonra geleneksel aksiliğimi sergileyip Devlet Başkanı'nı eleştirerek her şeyi riske mi sokardım?

Ya sonra ne olurdu?..

*

Uzun yıllar sonra bu olayı bana tekrar hatırlatan, "İskoçya'nın Son Kralı" adlı film olmuştu.

Başrolünde Forest Whitaker'ın oynadığı, 2007 yılında "en iyi erkek oyuncu" da dâhil birçok seçkin uluslararası ödül alan İngiliz yapımı filmde, Ugandalı diktatör İdi Amin'in hayatından bir kesit anlatılır.

İskoçyalı doktor Nicholas Garrigan, Uganda'nın bir köyünde çalışma kararı alır. Tesadüfen General Amin'le tanışır. Bir süre sonra onun özel doktoru ve ardından en yakın danışmanlarından biri olur.

Genç doktor, önceleri Afrikalı liderden etkilenir ve onun yönetiminde Uganda'nın gelişeceğine umut bağlar. Ama zamanla tanık olduğu kanlı olaylar ve keyfî uygulamalar onu ürkütmeye başlar. Bir keresinde istemeden de olsa bir bakanı Devlet Başkanı'na ispiyon ederek öldürülmesine neden olur.

Amin'e artık ülkesine dönmek istediğini dile getirdiğinde, onu "bir oğlu gibi görüp sevdiğini" söyleyen diktatör birdenbire sertleşir.

* * *

Başlangıçta Amin'in iktidara gelmesine yardımcı olan İngilizler, şimdi ondan kurtulmak istemektedirler. Garrigan'dan lideri zehirlemesini isterler. İdealist doktor tereddütsüz reddeder.

Nicholas'ın güzel günleri bitmiş, korku sürekli hale gelmiştir. Bu arada Amin'in eşlerinden biriyle birlikte olmuştur. Hamile kalan kadını bir süre sonra parçalanmış, kol ve bacakları birbirlerinin yerine dikilmiş olarak bulur.

Diktatörü zehirlemeye karar verir. Ama beceremez ve yakalanır. Amin onun işkenceyle öldürülmesini emreder. O sırada Filistinliler tarafından kaçırılan Fransız uçağı Uganda'dadır. Bu uluslararası skandalla ilgili görüşmeler ve salıvermeler sırasında Nicholas da rehineler arasına karışarak oradan kaçmayı başarır.

Geride, bir zamanlar neredeyse "sağ kolu" olduğu bir liderle ilgili birçok anı ve kanlı olaylar kalmıştır.

* * *

1971-1979 arasındaki iktidarda olan İdi Amin, iç dünyası karanlık, milliyetçi ve cahil bir insandır. Kariyeri İngiliz ordusunda şekillenmiş bir askerdir.

İngilizce okuma ve yazmayla başı beladadır. Ama ayakkabıları hep parlak, üniforması daima ütülüdür.

Sporun birçok dalıyla uğraşmış, boksta Uganda ağır sıklet şampiyonu olmuştur. Boyu 1.90 cm, ağırlığı 110 kilodur. Güce tapar. Hitler hayranıdır.

Gençliğinden itibaren kadınlara pek düşkündür. Yedi kez evlenmiş, en az 50 çocuk sahibi olmuştur. Bazı eşlerine işkence yapmış ve öldürmüştür. Erkeklere sınırsız evlenme özgürlüğü vermiş, kadınların mini etek giymelerini ve peruk takmalarını yasaklamıştır.

16 yaşında İslam dinini kabul eden Amin, yüzde 10'u Müslüman olan ülkede 1971'de gerçekleştirdiği darbe sonrasında bakanların çoğunu Müslümanlardan seçmiştir.

1972'de 50 bin kadar Asyalıyı ülkeden kovmuştur. Onlardan kalan mal ve mülkleri Müslümanlara dağıtmıştır.

Kendisini eleştiren Tanzanya Devlet Başkanı'na gönderdiği telgrafta "Sizi çok seviyorum; eğer kadın olsaydınız, ak saçınıza bakmadan sizinle evlenirdim" diye yazmıştır.

* * *

Bir gün ABD'ye resmen savaş açmış, ertesi gün savaşın bittiğini duyurarak kendini galip ilan etmiştir. Güney Afrika bayrağını hedef tahtasına dönüştüren askerî tatbikatlar düzenlemiştir. BM Genel Merkezi'nin Kampala'da olmasını önermiştir.

Papa'nın huzuruna ilk kez geciken lider olmuş, BM toplantısında herkesi 40 dakika beklettikten sonra tribüne çıkarak kendisini dinleyenlere ağzına geleni söylemiştir.

Ülke kaynaklarının üçte ikisini orduya ayırmış, halkını sefalete mahkûm etmiştir.

En büyük dostu Libyalı diktatör Muammer Kaddafi'dir. SSCB'yle ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile arası iyi olmuştur.

1976'da kendini "ömür boyu devlet başkanı" ilan etmiş olsa da, 1979'da ülkesinden kaçarak Suudi Arabistan'a sığınmak zorunda kalmış, 2003 yılında orada ölmüştür.

İdi Amin, Uganda'da 300 bin kadar insanın katledilmesinde doğrudan payı olan, bunların 2 bin kadarını bizzat öldürdüğü, bazı hasımlarının etini yediği ve konuklarına yedirdiği söylenen, yakın tarihin gördüğü en acımasız liderlerden biridir.

Ne yazımın başında ismini vermeden bahsettiğim Devlet Başkanı, ne de günümüzün herhangi bir ülke lideri onunla kıyaslanabilir. Ama İdi Amin'de, bütün baskıcı, otoriter ve diktatör yöneticilerde şu ya da bu biçimde görülen birçok özellik çırılçıplak ortadadır.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ey insanlar, kimsiniz siz ve nereye gidiyorsunuz?

Her gün sokaklarda, metrolarda, marketlerde yanımızda olan binlerce, milyonlarca insan... Neden telaşla yürüyorlar, niye hep telefonlarıyla meşguller?

Türkiye, NATO saflarında Rusya ile savaşacak mı?

Rusya-Ukrayna Savaşı ABD seçimlerine kadar daha da şiddetlenecek. Bu arada yakın zamanda bunun bir NATO-Rusya çatışmasına dönmesi ihtimali güçleniyor

40 yıl sonra Moskova'yı tekrar keşfetmenin sevinci ve hüznü

Kavgasız boşanma sonrası uygar ve olabildiğince sıcak ilişkiler içinde olmak gibidir benim Moskova ile aramdaki