21 Eylül 2014

Facebook'ta aşkın efkârını dağıtmak, Twitter'da Fethullahçı olmak

'Bazen görüşüne hiç katılmadığım bir yazıyı, sadece yaklaşımı ilginç ve tartışmaya uygun diye paylaşıyorum. Yani hiç öyle "savunmak" gibi bir derdim yok'

Sosyal medyanın gediklisi ve ustası değilim.

Bazen zaman kaygısıyla, bazen de yeteneksizliğimden dolayı (ki bunu da çoğu kez "zamansızlığıma bağlayarak" geçiştirme eğilimindeyim) uzak durduğum çok şey var.

Ama özellikle Twitter ve Facebook ile az buçuk samimiyetim var.

"Az buçuk" olup "ustalık" da yetmeyince, insan kimi şeyleri zaman içinde, yavaş yavaş öğreniyor; bazen şaşırıyor.

(Bu ilk cümleleri "artık genç değilim, kafam basmıyor" gibi aciz anlatımlara başvurmadan atlatmayı iyi başardım bence.)

Sosyal medyanın kendine özgü bir dili, üslubu ve alışkanlıkları var.

Başlangıçta onun "insanı özgürleştiren bir doğası" olduğunu düşünmüştüm; ama hiç de öyle çıkmadı.

Yaptığınız "paylaşımlar", "RT'ler", "like'lar" falan bazen özgürlüğünüzü epeyce daraltabiliyor.

Çünkü - her zaman yanınızda olmasa da - bir yerlerde mutlaka sizi dikkatle izleyen birileri var.

Sadece izlese yine iyi.

Tepki veriyor.

Beğeniyor, beğenmiyor, soru soruyor, eleştiri yapıyor, hatta protesto ediyor.

Ve siz anlıyorsunuz ki, hiç de öyle kendini yalnız ve özgür hissedeceğin bir yer değil burası.

Bir "toplum" içindesiniz yine; "sempatik" ve "arkadaş" görünümüne karşın, kural koymaya ve alışkanlık yerleştirmeye pek meraklı bir toplum hem de.

*   *   *

Geçen gün Twitter'dan "küt" diye bir soru (eleştiri) düştü önüme:

"Hakan Bey, sürekli Zaman Gazetesi'nden link paylaşmanızın özel bir anlamı var mı?"

Bir an şaşırdım kaldım.

İma açık: Fethullahçı oldum galiba!

Yıllar önce kısa bir süre Taraf'ta çalışmıştım; orada ilk haftayı doldurmadan beni "Moskova'daki Fethullahçıların liderlerinden biri" ilan eden bir arkadaş çıkmıştı; hatta öylesine coşkuyla beni tepelemişti ki, Taraf'ın fiyatının 1 liradan 50 kuruşa indirilmesini bile benim gazeteye Rusya'dan getirdiğimi öne sürdüğü "cemaat sermayesi"ne bağlamayı başarmıştı. İşin komik tarafı, tam da o yıllarda Moskova'daki Gülen örgütlenmesiyle aram hiç iyi değildi ve bana yönelik bu enteresan suçlamanın, benimle kavgalı olan gerçek Fethullahçıları çok eğlendirdiği haberleri kulağıma gelmişti.

Şimdi de Twitter paylaşımlarından yakayı ele vermiştim işte!

Gizli bir Fethullahçı olduğum ortaya çıkmıştı.

Doğrusu, gülme aşamasına gelmeden önce biraz canım sıkıldı.

Hemen açıp Twitter'da son günlerdeki paylaşımlarıma baktım.

Hiç de öyle Zaman ağırlıklı bir durum falan yok. Hatta ondan çok daha fazla paylaşım yaptığım gazeteler ve internet siteleri var.

Acaba Zaman'dan üst üste iki paylaşım yapmadan, araya bir Hürriyet, bir de Sözcü mü eklemem gerekiyordu, tepki çekmemesi için?

Beni eleştiren Twitter takipçime uygun bir lisanla iddiasının doğru olmadığını, bunu anlamak için benim son dönem paylaşımlara bakmasının yeterli olduğunu yazdım.

Allahtan, eleştiri yaparken zahmet edip iddiasının doğruluğunu araştırmayan arkadaş, aldığı cevabı olgunlukla karşıladı, hatta (herhalde twitlerime baktıktan sonra) özür bile diledi.

Ama bu beni mutlu etmedi.

Çünkü tercihlerime müdahale edilmesi ("dostça bir merak" gerekçe edilse bile) beni rahatsız eder.

Ona şunu yazdım:

"Önemli haber veya yazı ise (bazen katılmasam da) 10 tane üst üste aynı kaynaktan paylaşabilirim. Twitter'i mücadele ve taraf tutma alanı olarak görmeyin bence. Paylaşım ve düşünce için olması daha iyi değil mi?"

*   *   *

Şimdi çok ilgisiz bulacaksınız belki, ama bu durum, "sosyal medyadaki çıraklık dönemim"den bir anıyı çağrıştırıyor.

Facebook'ta üst üste birkaç efkârlı şarkı paylaşıvermiştim.

"Uzaktan tanıdığım" biri beni "yakalamış gibi" garip bir keyifle hırslandı:

"Hayrola, Hakan Bey, ateş bacayı sardı galiba? :)"

Sondaki gülücük, özel hayata müdahaleyi yumuşatarak kolaylaştırmaktan öte, üslubun her an yılışık bir tarza evrilebileceğini "müjdeliyordu".

Cevap vermedim.

Facebook'a bir sonraki girişimde orada benim üzerime ve bensiz koyu bir sohbetin alevlendiğini gördüm.

Bir daha da efkârlı şarkı paylaşmadım.

Bu arada Facebook'ta aşk kıvılcımlarının sandığımdan çok daha fazla ve hızlı yayıldığını öğrendim.

"Facebook piyasası"nda birini beğenip gözüne kestiren, onun her adımını "beğen"ip "paylaş"ma çılgınlığına kapılıyor, bazen de onun "beğen"ebileceği paylaşımları "yem" olarak önüne atıyor.

Eh, aşk işte! Face'de bile güzel!..

Ha, unutmadan, bir de aşkın kavgası gürültüsü ve de ayrılması var.

"Kim o son zamanlarda paylaşıp durduğun kişi? Aranızda bir şey mi var yoksa?"

"Kiminle yazışıp duruyorsun sen? Hâlâ dönmedin bana!"

"Üstelik son iki gündür benim hiçbir paylaşımımı 'beğen'memiş ve 'RT'lememişsin! Hımmm..."

O zaman "Face hatları" değişiveriyor, paylaşımlar kesiliyor, hatta bazen "cezalandırılması gereken (eski?) âşık" arkadaşlar listesinden tekme tokat atılıyor, dahası bir daha aynı kapının önünde dolaşması ve "uzaktan izlemesi" bile "engelle"niyor.

"Aşkım bitti canım, sildim seni, yallah!"

"SMC kuralları" bunlar; elbette Sosyal Medya Cumhuriyeti'nin ceza yasasını ve infaz uygulamalarını da içeriyor.

*   *   *

Bir de "sosyal medya bunalımları" geçirip ara sıra bütün hesaplarını kapatan, aylar sonra geri dönen, ardından tekrar uzaklaşanlar var.

Demek ki, sözüm ona hayatı kolaylaştıran bu teknolojik iletişim fırsatlarında benden çok daha fazla zorluk çekenler de oluyor.

Küçümsemeyin, birçok kişinin hayatının önemli bölümü sanal âlemde geçiyor.

Dolayısıyla gerçek hayatta fazla eskitilemeyen duygular, orada dolu dizgin koşturuluyor.

Bazı eski devrimci arkadaşlara bakıyorum da, sosyal medyada "acayip devleşiyorlar"; o ne keskin eleştiriler, ne hakaretler, hatta küfürler!..

Burada acemisi olduğum konulardan biri daha gizli: Küfür kıyamet benim paylaşımlarım üzerinden kopuyorsa, bunda benim sorumluluğum var mıdır acaba? Fark etmez mi, yoksa bu keskin arkadaşlara "Gidin başka yerde tepinin; benim paylaşımlarımı rahat bırakın" mı demeliyim?

Ama o zaman yine aynı yere çıkacağız: Bazen görüşüne hiç katılmadığım bir yazıyı, sadece yaklaşımı ilginç ve tartışmaya uygun diye paylaşıyorum. Yani hiç öyle "savunmak" gibi bir derdim yok...

Zor işler bunlar...

Kimi zaman da çok ilginç bulduğum yazıları hiç paylaşamıyorum: Şu kemalist dostlarımı kırabilir, öteki ise Kürt arkadaşlarımı...

Öfff!..

Paylaşımların kavgasını verme ihtimali bile ne kadar sıkıcı!

Acaba hiç paylaşım yapmasam mı?

Sadece röntgenci gibi başkalarının paylaşımlarına mı baksam?

Hatta Face'de ışıklarımı herkese kapatıp karanlığın gerisinden sinsice ortalığı kolaçan etmekle mi yetinsem?

Hay Allah, "sosyal medya"da "asosyalleşme" krizi mi geçiriyorum acaba?

Aklıma zorunlu olarak asosyalleşen bazı yazarlar geliyor; başlangıçta kendilerine ait açık internet sitelerinde yazıyorlardı; sonra gelen abuk sabuk tepkilerden usanıp kendilerine ait kapalı sitelerde yazmaya başladılar. Dediklerine göre, verimleri çok artmış.

Acaba, diyorum, ben de...

Bir dakika!

Tam şu anda bir mesaj aldım, diyor ki:

"Hakan Bey, bazı paylaşımlarınız Rusça. Onları anlayamıyoruz. Bi zahmet Türkçe'ye çevirseniz de biz de onlara 'trene bakar gibi' bakmasak, ha? Lütfen yani!.."

Hah, bir bu eksikti!

Yahu, kardeşim!

Face arkadaşı mısın, Twitter takipçisi misin, her kimsen!

Yahu rahat bırakın beni!

İzlemeyin, beğenmeyin, paylaşmayın, sormayın!

Yeter be, yeter!..

@AksayHakan

Yazarın Diğer Yazıları

Güzellik ve hüzün, bir ülke ve bir kadın…

Bunca güzelliğin mutluluk verememesi ne kadar acı. Bir kadın için de... Bir ülke için de...

Sahi, şu anda kim iktidar kim muhalefet?

En son ne zaman o farklı insanlardan tek bir tanesini kazanmayı başarabildiniz?

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar