25 Şubat 2015
Selahattin Demirtaş'la ilk kez geçen yıl Ağustos ayında, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden birkaç gün önce Adana'da görüşmüştük. O seçim sürecinde kazandığı başarı ile kendinden çok bahsettirmişti. Aradan 6 ayı aşkın zaman geçti ve bu kez İstanbul'da bir araya geldik.
Şimdi de o ve partisi HDP, 7 Haziran genel seçimlerinin kaderini en fazla etkileyecek siyasi aktörler arasında ön sıralarda görülüyor. Sorularımız ve Demirtaş'tan aldığımız cevaplar aşağıda.
- İsterseniz 'Ne olacak bu memleketin hâli' konusuyla başlayalım söyleşiye. Erdoğan "daha fazla yetki, daha fazla iktidar" derken Türkiye'yi bir yere doğru götürüyor. Seçimler de yaklaşıyor. Nereye doğru gidiyoruz sizce?
Şu hâliyle Erdoğan'ın gidişi iyi bir yere doğru değil. Tek bir adamın yetki açısından bu kadar güçlenmesi Türkiye için hayırlı bir şey değil. Onun her konuda söz ve karar sahibi olma isteğinden kaynaklanan tehlikenin biz uzun süredir farkındaydık. Artık bunu başkaları da görüyor. Etrafındaki insanların ve AKP'nin önemli isimlerinin bir kısmı da kulislerde bunu söylüyorlar. Herhalde bu seçim sürecinde AKP'nin içinden de etrafından da bu tür rahatsızlıklar dile getirilmeye başlayacaktır. İktidarın yetki, baskı ve zora dayalı güçlenmesi, dünyanın her yerinde diktatörlük olarak adlandırılır. Bizde niye "başkanlık rejimi" olarak farklı adlandırılsın ki? Diktatörlüğe doğru gidiyoruz. Ben bu görüşte olanlara katılıyorum.
- Bu yolda önemli bir aşama da şu anda Meclis'teki "iç güvenlik paketi". Ne olacak bu paketin geleceği?
Bu paket çıkmasın diye muhalefet milletvekilleri parlamentoda etkili bir direniş gösteriyor. Biz bu direnişte kararlıyız. 130 küsur maddelik pakette her bir maddeyi 2-3 gün tartışmayı göze alırlarsa, aylarca bu paketi görüşelim derlerse, buyursunlar tartışalım. Ama biz bu pakete muhalefetimizde zerre kadar esneme yapmayacağız. Ve Meclis İçtüzüğü'nün tanıdığı bütün hakları kullanarak çıkmaması için her şeyi yapacağız.
- Yine de ya çıkarsa?
Çıkarsa toplum açısından bir katliam tehlikesi gündeme gelir.
- Nasıl katliam?
Çünkü paket çıkarsa, gösterilerde polisin adam vurma yetkisi açıkça tanınmış olacak. Şimdiye kadar da polis sokakta adam vuruyordu, ama işi mahkemede aklıyorlardı. Paket yasalaşırsa polisin eline "sen, AKP’ye karşı gelen insanları rahat rahat vurabilirsin" diye bir kanun verecekler. Sınırsız arama, yakalama, göz altı yetkisini valilere verecekler ki, son dönemlerde birkaç istisna hariç valiler de artık AKP il başkanlarından farklı değiller. Protesto gösterileri AKP il başkanlarının, yani valilerin insafına terk edilecek.
Polisin son dönemlerde ne kadar AKP militanı gibi davrandığını da biliyoruz. Sokakta muhalefet yürütenler AKP'li değil. AKP karşıtı gösterici ile sırtında üniforması, elinde silahı ve yetkisi olan AKP'li polis karşı karşıya geldiğinde ne olacak? Ben bundan korkuyorum.
İşte böyle bir katliam tehlikesi taşıyor bu paket. Bu işin şakası yok. Onun için yasanın ya parlamentodan ya da Anayasa Mehkemesi'nden geri dönmesi lazım.
- Son dönemde AKP, baskılara ve otoriter yöntemlere çok sık başvurur oldu. Bu durumun olağanüstü bir gerginliğe yol açabileceği ve demokrasi dışı araçlarla, şiddet yoluyla iktidar değişimi girişimlerine yol açması ihtimali var mı?
Ben iktidar değişiminin bir şiddet dalgası ile gerçekleşmesi gerektiğini düşünmüyorum. Tersine, şu anda ciddi bir demokratik muhalefet yükseliyor. Buradaki temel problem, demokratik muhalefetin birlikte hareket edememesidir.
AKP tek bir ideoloji etrafında birleşen bütünsel bir parti değil, devasa bir koalisyon. Tarikat ve dinî güçlerden iş çevrelerine, rant gruplarına, eski ANAP ve hatta eski CHP'li bazı kesimlere kadar birçok faktörü birleştirmiş durumda. Mesela, cemaat de bu koalisyonun ortaklarından biriydi, ayrıldı.
AKP'nin ana referansının İslam olduğunu da düşünmüyorum. Onu motive eden temel mesele ekonomik çıkarlar, bu çıkarlar etrafında birleşiyorlar. Neoliberal ekonomiyi savunan, kapitalizmin nimetlerinden faydalanan bir koalisyon bu.
Buna karşı çevreci, antikapitalist, özgürlükçü, haktan, emekten ve barıştan yana güçler ise büyük oranda dağınık. Yani "çıkarcılar" bir arada, onlara karşı direnmesi gerekenler dağınık.
Ancak bu dağınık güçler büyük ölçüde toparlanmaya başladı bence. HDP (Halkların Demokratik Partisi) bunun önemli bir bloğunu bir partide buluşturmayı başardı. Ve bu seçimde yüzde 10 barajını aşarak AKP'yi geriletme imkânını yakaladı.
HDP'nin yüzde 12-13, hatta 15'lere varması demek AKP'nin tek başına iktidar kuramaması demek. Bu kadar basit, rakamlar ortada.
- HDP dışında kimler var?
Haziran Hareketi var mesela. ÖDP'den TKP'ye, değişik sol çevreler, Gezi sonrasında böyle bir ittifak oluşturdular. Bu da önemli bir muhalefet dinamiğidir. Onun dışında emek örgütleri var. AKP ve cemaat dışı İslami hareketler, Alevi hareketleri, sendikalar, kadın hareketleri, yöre ve bölge direniş örgütleri var. Mesela Karadeniz'de, Ege'de, Akdeniz'de, başka yerlerde HES'lere karşı, doğayı korumak için kurulan örgütler var. Bütün bunların bir seçimde - en azından bir seçimde - birlikte hareket etmesi, bir anda AKP'nin süslü hayallerini tuzla buz edebilir. 7 Haziran seçimleri bu fırsatı sunuyor. Biz HDP olarak şu anda bunu yapmaya çalışıyoruz.
Topluma şunu anlatmaya çalışıyoruz: 2002'de topluma umut vererek büyüyen AKP, şimdi ülkeye korku salarak büyümeye çalışıyor. Artık AKP'ye oy vermek, kendini Müslüman ve muhafazakâr olarak tanımlayanlara da bir garanti getirmiyor. Çünkü çıkacak yasaların altında "AKP'lilere uygulanmaz" diye bir şey yazmıyor. Hak ve özgürlük herkese lazım olabilir. AKP'ye oy verenlerin bir kısmı, vicdanlı olan kesimler de bunu anlıyor. Oy verdikleri partinin artık bir canavara dönüştüğünü görüyorlar.
Bir de ekonomik gelir dağılımında adaletsizlik çok daha net hissediliyor. Başlangıçta sıcak para akışına bağlı bir rahatlama sonucu bu durum tolere edilebiliyordu. Şimdi cumhuriyet tarihinin en büyük cari açığının ortaya çıktığı koşullarda, ekonomik istikrar pamuk ipliğine bağlı. Bunun üzerine bir de siyasi kriz eklenirse nasıl bir faciayla karşı karşıya kalınacağını sokaktaki insan hissediyor. Cebindeki paranın giderek azaldığını hissediyor. Şimdiye kadar tahammül eden AKP'liler şimdi artık buna katlanmak istemiyor.
- Bu değişikliklerin cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasındaki 6-6,5 ayda gündeme geldiğini mi düşünüyorsunuz?
Evet. Cumhurbaşkanlığı seçimi, AKP için bir dönüm noktasıydı. Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmasını kendileri açısından bir "güvence" olarak görenler, şimdi o tarihten bu yana ekonominin düzeltilmesi, demokratik özgürlüklerin güçlenmesi, barışın sağlanması adına hiçbir şeyin değişmediğinin ve iyileşmediğinin farkına varıyorlar.
Onun için iktidarın şiddetle falan değil, demokratik yöntemlerle, seçimlerle değişmesi ihtimali giderek güçleniyor bence.
- Peki, herhangi bir iktidar değişiminde Erdoğan'dan hesap sorma gibi bir durum gündeme gelebilir mi?
Elbette olabilir. Hatta 8 Haziranda gündeme gelebilir. Seçim sonuçları bunu belirleyebilir. HDP iyi bir oyla ve iyi bir milletvekili sayısıyla parlamentoya girdiğinde, AKP artık tek başına iktidar kuramayacak demektir. Başa gelmek için parlamento içinde birileriyle anlaşmak zorunda kalacaktır. Bu ya biz olacağız, ya da CHP veya MHP.
Ben kendi partim adına şunu söyleyebilirim: Hukuksuzluklardan, yolsuzluklardan, rüşvetlerden, son dönemde ortaya çıkan katliam ve ölümlerden hesap sormayı programına koymamış bir hükümet programını HDP asla onaylamaz. Böyle bir gelecek vizyonumuz yoktur.
- Barış göşmeleri adına da olsa?..
Evet, barış görüşmeleri adına da olsa. Barış görüşmeleri de geçmişle hesaplaşmayı, yüzleşmeyi içeriyor. Pisliklerin üzerini örterek barış falan olmaz. O nedenle 8 Haziran, hesaplaşmak için iyi bir fırsat yaratabilir.
- Bu arada seçim ittifakları arasında CHP'yi saymadınız...
Saymadım, çünkü şu anda böyle bir seçenek gündemde değil.
Şunu açık söyleyeyim. Biz son yerel seçim sürecinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde CHP'yle ortak aday çıkarmayı denedik. Ama o dönem CHP bize "vebalı" gibi davrandı. Bizimle bir arada görünmenin kendilerine zarar vereceğini, oy kaybettireceğini belirttiler.
Kendine sosyal demokrat diyen ve MHP ile gönül ferahlığıyla ittifak yapan CHP, bizim gibi devrimci bedel ödeyen bir parti ile yerel seçimlerde bir araya gelmekten zarar göreceğini düşünüyorsa, ona karşı fazla ısrarcı olmamamız gerektiğini düşündük.
Fakat cumhurbaşkanı seçimleri bize bir fırsat daha verdi ve bir kez daha denemek istedik.
Ben CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na bizzat şunu söyledim (Görüşmeye katılan bütün ekibi ve benim arkadaşlarım da şahittir):
"Sayın Kılıçdaroğlu, gelin, cumhurbaşkanlığı için ortak aday göstererek 2015 genel seçimlerine birlikte girebilmenin ortak zeminini yaratalım. Bu illaki bizim adayımız olmak zorunda değil, sizin göstereceğiniz ve asgari ilkelere sadık kalacak bir aday olması durumunda, biz açıkça sizin adayınız için çalışacağız.
Çok yüksek bir oy oranı çıkarmalıyız ki, kazanamasak bile 2015 seçimleri için CHP ve HDP olarak iktidara karşı güçlü bir ortak alternatif çıkarmış olabilelim. Ve biz birlikte 2015'te AKP'yi devirebiliriz, özgürlükçü bir iktidar kurabiliriz.
Geçmişte bizim de sizin de karşılıklı hatalarımız oldu, ama bunları cesurca ele alıp düzeltmemiz lazım. Önümüzdeki uzun yılları planlayan bir siyaset yapmamız lazım.
Bizce CHP ve HDP cumhurbaşkanlığı seçimlerinde anlaşırsa, parlamento dışındaki muhalefetin büyük bölümü de bizim etrafımızda kenetlenir. Ve bu güç 2015 seçimlerinde kesinlikle iktidar olur.
İkinci seçenek ise sizin MHP ile birlikte ortak bir aday çıkarmanız olur. Bu ters yöne doğru gitmektir. MHP ile ortak aday belirlerseniz, biz de kendi adayımızı çıkarırız ve yüzde 10 civarında oy almayı hedefleriz. Bu yüzdeyi tutturduktan sonra da 2015'te barajı aşıp yolumuza devam edeceğiz ve 2019'a yönelik alternatif iktidar planımızı belirleyeceğiz. O durumda parlamento dışındaki muhalefeti birleştirmeyi de biz önümüze görev olarak koyacağız."
Bu kadar açık söyledik.
- Kılıçdaroğlu ne cevap verdi?
Kemal Bey hiçbir şey söylemedi. "Çok açık konuştunuz, bizim için aydınlatıcı oldu. Teşekkür ediyoruz. Bize müsaade" dedi. Zaten çıktıktan kısa süre sonra MHP ile uzlaştıklarını açıkladılar. Aslında bizimle konuşmadan önce Ekmeleddin İhsanoğlu konusunda anlaşma yapmışlar.
Şimdi böyle bir CHP ile biz 2015 seçimlerine gidemeyiz. Haftaya ne olacak, bunun hazırlığını yapmayan bir partiyle beraber yürümek zor.
Ortadoğu gibi bir yerde en azından önümüzdeki 10 yılın planını ve hazırlığını yapmıyorsanız kaybedersiniz. CHP ise haftaya pazartesi ne yapacağını bilmeyen bir parti. Böyle bir partiyle beraber yürüyemeyiz. 2015 seçimlerine yönelik olarak da bir ittifak çıkmaz. Bu arada oyalanarak ve seçmenin de kafasını karıştırarak zaman kaybetmek istemedik. CHP'nin de tıpkı yerel seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi, belki yine MHP ile ittifakı denemesi mümkündür.
Ama Türkiye'deki ilericilerin, demokratların, yurtseverlerin, sol, sosyalist, sosyal demokrat, laik kesimlerin "Yahu şu CHP'yi biraz daha zorlayalım, adam olur" tezini sanırım artık gözden geçirmeleri gerekiyor.
- Yani siz bu zamana kadar CHP'ye "kerhen" oy veren bir kesimin, bu kez size (belki "kerhen" size) oy vermesini mi bekliyorsunuz?
Kerhen değil, içlerine sinerek oy versinler isteriz. Biz herkes için ikna edici olmayı amaçlıyoruz. CHP'nin tepki oyları bize yönelsin istemiyoruz. Tüm muhalefeti ve bu arada CHP'nin tabanını da kucaklayan bir program ve adaylarla ortaya çıkmak istiyoruz.
Yani Türkiye'de ana akım sol damar, artık HDP üzerinden yürüyecek. Bence bu netleşmiştir. 2015 seçimlerinde de bunun mührünü basacağız.
- Peki AKP içindeki farklı sesler çıkmasının ve Erdoğan ile Davutoğlu, Fidan, Gül gibi isimler arasında oluşabilecek çatlakların önemli sonuçlara yol açabileceği kanısında mısınız?
Yok, ben oradan büyük bir yarılma ve kriz çıkacağını sanmıyorum. AKP'de hâlâ gelecekle ilgili bir güvensizlik olduğu için onlar aralarındaki çelişkileri bir yarışmaya dönüştürmekten kaçınıyorlar. Kol kırılsın yen içinde kalsın, diyorlar hâlâ. 2015 seçimine kadar da dışarıya yansıyan bir bölünme çıkmaz herhalde. Ayrıca buna umut bağlayarak siyaset yapmak da boş hayalcilik olur.
Önümüzdeki dönemde, adaylar çıkmaya başladığında da göreceksiniz ki, geçmiş dönemlerde AKP'ye umut bağlamış ve ona hizmet etmiş, şimdi ondan bıkmış, onun çirkin yüzünü görüp de ayrılmış bazı insanlar da bizimle birlikte olacaklar.
- Mesela, Dengir Mir Mehmet Fırat gibi mi?
Olabilir, Dengir Bey de olabilir tabii.
- AKP eleştirisi belki işin kolay tarafı, ama toplumda da ciddi bir ahlaksızlaşma süreci yaşanıyor. Yolsuzluk, hırsızlık, kadın cinayetleri...
Ben yıllardır şunu söylüyorum ve söylemeye de devam edeceğim: AKP'yi İslami bir parti olarak tanımlamak yanlıştır. Bildiğimiz kapitalist, sağ, neoliberal bir partidir o. İslam bunun maskesi olarak kullanılıyor sadece. Türkiye'de İslami hareketler var, yok değil. Ama hiçbir zaman iktidara gelmediler. "AKP İslamı", dini özünden saptırmış, hırsızlık ve rant yolunda bir örtü olarak kullanmıştır. Yoksa bunlarda gerçekten İslam ahlakı olsaydı, tek bir kuruş hırsızlık yapandan hesabı öyle bir sormalıydılar ki, toplumun vicdanı öyle bir rahatlamalıydı ki, insanlar "gerçekten de İslam'ın adaleti rahatlatıcıymış" demelilerdi...
- Bizde tam tersi oldu.
Evet, tam tersi oldu. Çünkü ortada bir "İslamileştirme" hareketi falan yok. Bizde bildiğimiz klasik kapitalist soygun ve talan düzeni, buna bağlı postmodern bir kültür dayatması gündeme geldi. Burada da, Suudi Arabistan'da ve başka ülkelerde de yaşanan bu: Kapitalizmin en bayağı, en ucuz, en vahşi hali.
Dolayısıyla "İslamcı AKP geldi, ahlaki çürüme derinleşti" tezi doğru olmaz.
Ve özellikle Kemalist laiklerin AKP'ye bu kadar İslamcı bir kimlik vehmetleri bir hatadır. Buradan bir muhalafet yapılması da bir hatadır.
Soldan muhalefet yapılması lazım, emek teorisi üzerinden, antikapitalist teori üzerinden muhalefet yapılması lazım. Antiislamcı tez üzerinden değil.
Çünkü bunlar İslamcı değil. Olsalardı en azından "dinde zorlama yoktur" ilkesi uygulanırdı ve Türkiye'de asgari bir laiklik gündemde olurdu.
Evet, yozlaşma AKP döneminde artmıştır, çünkü AKP kapitalizmin bireyci ve bencil kültürünün sonuna kadar uygulanmasını sağlamıştır. Bu da ahlaksızlığın patlama yapmasına yol açmıştır.
Böyle bir zemin oluşturulduğu için AKP döneminde kadın katliamları da, yolsuzluk da, hırsızlık da artmıştır.
- Peki, Özgecan'ın katli, neden toplumda böyle bir patlamaya yol açtı sizce?
Bir kere suçun işleniş biçimi çok canice ve insanlık onurunu kıran tarzda. Her insan, orada yapılanı insanlığa ve hatta kendine karşı bir saldırı olarak hissetti. Bir insanın bu kadar alçalması herkesi korkuttu. İnsanlık ilk medeniyetleri bu topraklarda, Mezopotamya'da kurmuştu. Böyle bir kültür mekânında insanlığın bu kadar dibe vurması, insanlarda "nereye gidiyoruz?" sorusunun doğmasına yol açtı ve protestoları büyüttü.
Bence farklı bir şey daha var: Sadece cinayeti işleyen üç kişi protesto edilmedi. Herkes biraz da kendini protesto etti sanırım. "Bu sistem böyle giderse hepimiz bir gün canavarlaşabiliriz" fikrini herkes yüreğinde hissetti. Bu da etkili oldu.
Yoksa ilk kadın cinayeti değildi Özgecan. Elbette kadın özgürlük hareketinin güçlenmeye başladığı, kadınların hak talebinin sokakta daha görünür hale geldiği bir dönemde olması da tepkiyi büyüttü.
- Bu tepkiler içinde farklı öneriler de dile getirildi. Mesela, idam dendi, hadım edelim dendi. Bunlarla ilgili görüşünüz ne?
Bunlar hiçbir karşılığı ve ciddiyeti olmayan öneriler. Duygusallıkla, fevri olarak, kendini veya kamuoyunu tatmin etmek amacıyla söylenen şeylerdir. Cumhuriyet tarihinde tacavüzden dolayı idam edilmiş bir tek kişi göstersinler bana! Asılanların çoğu devrimcidir, ya sağcı, ya solcu insanlardır. Şimdi idam gelse yine devrimciyi asacaklar. Tecavüzcüyü asarlar mı?..
Köklü çözüm, toplumda kadın kimliğinin eşitliği üzerinden bir bilincin geliştirilmesidir. Bunun ne İslam'la, ne sosyalizmle, ne liberalizmle doğrudan bağı yoktur. Kadın özgürlüğü sorunu çok eskidir. İslam'dan da, sosyalizmden de eski bir sorundur.
Kadınların özgürlüğü sorunu çözülmedikçe, toplumdaki ilişkiler, devlet-birey ilişkileri, emek-sermaye ilişkileri doğru çözülemez.
- Siz epeydir bunun altını çiziyorsunuz...
Evet, çünkü bu çok önemli. Çünkü "egemenlik" ilişkisi orada üretiliyor ve oradan devlete, iktidara doğru yayılmaya başlıyor. Ve ona bağlı bir ahlak sistemi doğuyor.
İşin temeline, tarihine inip doğru yorumlamak ve tedbirler almak, buna göre bir eğitim sistemiyle, medya diliyle, siyaset üslubuyla desteklenen kapsamlı bir proje hazırlamakla sorun çözülmeye başlanabilir.
- Siz bunu çalışmaya devam ediyor musunuz?
Evet, bu bizim için en önemli konulardan biri. Yoksa kadın eşbaşkanlar "süs olsun" diye yanımızda durmuyor. Uyguladığımız "yüzde 50 cinsiyet kotası" dünyada kimsede yok. Eşbaşkanlık var, çeşitli kotalar var, ama cinsiyetle ilgili "yarı yarıya" ilkesini benimsemeye kimse cesaret etmedi dünyada. Eşbaşkanlıktan yerel düzeyde en alt yöneticiye kadar her düzeyde yüzde 50 kotası da sadece bizde.
- Buna tepki gösterenler var mı?
Var tabii ki. Ama bunlar tarihsel bir kırılmayı yaratmak için alınmış kararlardır. Sonuçları bu hafta, birkaç ay veya birkaç yıl içinde çıkmaz. Bunun sonuçları önümüzdeki on yıllara, yüzyıllara damgasını vuracak. Çünkü binlerce yıllık geri bir kültürün kırılması için uğraşıyoruz.
- Seçime parti olarak girme kararınıza dönelim. Bu konuda size bazı dost çevrelerden de eleştiriler geldi. Gerçi siz barajı aşacağınızdan emin görünüyorsunuz, ama yüzde 1 bile risk görmüyor musunuz?
Birincisi, biz kimilerinin öne sürdüğü gibi, AKP'yle anlaşma ve uzlaşma yaparak bu kararı almadık, tam tersine AKP'yi geriletmek için en büyük hamle budur diyerek bu karara vardık.
İkincisi, bizim gerçekten de barajın altında kalmamız durumumuz varsa, biz bunu hak etmişiz demektir.
Hani Temel'i asmaya götürürlerken son sözünü soruyorlar, o da "bu da bana ders olsun" diyor ya...
Biz bu kadar iddialı laflar edeceğiz, bu kadar önemli programlarımız olacak, bu kadar büyük bedeller ödemiş siyasal mücadele hareketlerinden geleceğiz ve bizim gibi mücadelerden geçmiş ittifaklarımızla beraber, devrimci sol olarak geleceğiz... Karşımızda da yolsuzluklarla rüşvetlerle, katliamlarla suçlanan ve yıpranmış 13 yıllık bir iktidar olacak... Ve biz barajı aşamayacağız!..
E biz bunu hak ediyoruz o zaman, kardeşim! O zaman "bu da bize ders olsun."
- Ama fatura sadece size değil, bütün Türkiye'ye çıkacak?
O zaman "bütün Türkiye'ye de ders olsun…" Bizler bunu demek ki hak ediyoruz.
Bakın, ben bundan korkmamak lazım diye düşünüyorum. Türkiye, kendi özgücüne güvenmelidir, muhalif dinamiklerine güvenmelidir.
Biz bu iktidarı alt ederiz! Mesele, bu zamana kadar biz birbirimize dokunamamışız. Yani, mesela, Karadeniz'de çok ilerici, devrimci bir damar var. Ama Hakkari'ye, Diyarbakır'a, Muş'a dokunamamış yıllarca. Onlar da ona uzanamamış. Trakya Kars'la, İzmir Urfa'yla ilişki kuramamış.
- Şimdi kuruyor mu?
Evet, kuruyor. Kırılma noktası cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. Artık birbirine dokunanlar, uzananlar arttı.
Bu özgücümüze dayanarak biz, bırakın AKP'yi devirmeyi, Türkiye'de bir demokratik halk iktidarı kurmayı düşünüyoruz. Biz o kadar iddialıyız.
CHP akıllı davransaydı 2015'te bunu yapabilirdik. Ama anlaşılan, CHP ya seçim sonrası doğru bir çizgiye gelecek ya da aşılacak.
Ana hat, ana muhalefet HDP'dir. 2019 seçimlerinde de tek başına iktidara yürüyen bir HDP olacaktır.
- Peki, diyelim ki yüzde 9.9 oyla baraja takıldınız...
Böyle bir şey çıkmayacak. İyi bir sinerji yakaladık. Bize verilen her oy çok kıymetli, boşa gitmeyecek. HDP'ye verilen her bir oy belki 3-4 kat daha önemli, çünkü AKP'den götürecek. Onun planlarını bozacak.
Ancak seçmenlerde "HDP barajın altında kalırsa Türkiye kaosa gider" şeklinde korku yaratmak doğru değil. İnsanların inanarak, güvenerek gönülden oy vermeleri için elimizden gelen bütün samimiyeti ortaya koyacağız elbette. Ben bunun olacağına inanıyorum.
Ama diyelim ki, en kötü senaryo gerçekleştir. Barajı aşamadık. Bu bir kıyamet değildir. Buradan bir korku senaryosu çıkarılmamalıdır.
Bir defa biz parlamento dışında da kalsak, Türkiye'nin dördüncü büyük partisi olmaya devam ederiz. Sadece Meclis grubu oluşturmamış oluruz. AKP belki bundan faydalanarak kendi sandalye sayısını arttırabilir. Ama siyaset sadece parlamento değildir. Demokratik çerçevede olmak kaydıyla, meydanlarda ve sokaklarda şiddet kullanılmadan büyük kampanyalar gündeme gelecektir.
Biz erken seçim ve barajın düşürülmesi kampanyası yürürütürüz. Eminim çok geniş toplumsal kesinlerden de destek sağlarız. Hatta belki parlamentoya girmiş muhalefetin de katkısını alırız.
"Her şey kötüye gider. Bir gerileme dönemi başlar. Bu da 50 yıl, 100 yıl sürer" demeye, endişelenmeye gerek yok. İnanın, ilk yıl içinde büyük gelişmeler olur. Çünkü toplumlar baskıya, zülme karşı direnme hakkına sahiptir.
- Her durumda iyimsersiniz yani?
Evet. Hiç korkmaya, paniklemeye gerek yok. Ama doğru ve olumlu seçenek ve en büyük ihtimal, HDP'nin barajı aşarak AKP'yi geriletmesidir.
- Bunun güçlü bir ihtimal olduğunu, HDP'nin barajı aşacağını savunan Konda verilerine dayalı simülasyonlar da var. Ama seçimlere doğru birçok provokasyon gündeme gelebilir.
Olabilir tabii. Bu sadece bizim için geçerli bir risk değil. Bütün ülke için geçerli. Türkiye üzerinde içerde ve dışarda provokasyonları isteyen güçler vardır. Mesela IŞİD. Güneydeki ve doğumuzdaki ülkelerde de herkes Türkiye'nin istikrarından hoşlanmayacaktır. Provokasyon olursa burada sadece HDP hedef değildir.
- Bir lider olarak Selahattin Demirtaş'ın yükseliş sürecine bağlı olarak size karşı bir eleştiri ve yıpratma dalgası da ortaya çıktı. Özellikle de Kobanê olaylarında. Bu konuda sizin herhangi bir özeleştiriniz var mı?
Özeleştiri yaptık. İlk günden beri yaptık. Halklarımıza karşı bizim sorumluluğumuz vardı, daha dikkatli davranmalıydık dedim. Ben bu değerlendirmeyi, özeleştirimizi canlı yayınlarda, toplantılarda defalarca yaptım.
Ama olaylarda asıl sorumlu olan hükümetin başkanı, Başbakan Davutoğlu'nun ağzından bir özeleştiri duyamadık. Asıl mesele de bu. İçişleri Bakanlığı, kolluk kuvvetleri bize bağlı değil ki. Üstelik ilk ölüme yol açan, şiddet olayının ateşini ilk yakan polisti.
Sonuçta 6 Hüdapar’lı ve 36 HDP'li yaşamını yitirdi. Bu bize karşı bir psikolojik harekâttı.
Türkiye'nin batısındakiler, Müslümanlar, laikler, Alevisi de, Müslüman olmayanı da bence şunu sormalı: Kobanê eylemleri kime karşıydı?
Gericiliğe, yobazlığa, faşizme, IŞİD'e karşıydı; onunla işbirliği yapan AKP zihniyetine karşıydı.
Batı'da yaşayan, kendini solcu ve sosyal demokrat olarak tanımlayan güçlerin bir kısmının bizim IŞİD'e karşı mücadelemizden niye bu kadar rahatsız olduğunu anlayabilmiş değilim.
Kobane'de IŞİD'i durdurabilmiş bir hareketi niye suçlarlar? Kutlamaları gerekmez mi?
- Kürt hareketi çok örgüt çıkardı. Belki uzun bir geçmişi yok henüz, ama şimdiye kadarki gidişine bakarak HDP'den memnun musunuz?
Evet, farklı denemelerimiz olmuştur. HDP başarılı bir örgütlenme oldu. "Türkiyelileşme" açısından da öyle. Türkiye'nin fotoğrafına uyan, içinde zengin bir çeşitliliği taşıyan bir tek HDP'dir ve HDP dışında Türkiyeli parti yoktur.
AKP Türk-İslamcı damar üzerinden yürür. CHP de ağırlıklı olarak ulusalcı Türk kimliği üzerinden. MHP zaten milliyetçi Türk partisidir.
Bütün kimlik, inanç ve mezhepleri birleştirmeyi hem fiziki, hem ideolojik olarak başarabilmiş, eşitler arası ilişki kurmuş tek parti HDP'dir. Bütün kimlikleri buluşturmayı başarabilmiş bir partidir. Aynen Türkiye'nin kendi gerçeği gibidir.
- Eskiden daha çok "Kürt partisi" olarak görünen örgütünüz, şimdi daha çok "sol parti", "sol muhalafet" olarak algılanıyor. Özellikle de sizin liderliğinizle birlikte...
Ben geçmiş dönemde Kürt kimliği üzerinden, kimlik odaklı siyaset yapılmasını yanlış görmedim. Çünkü ihtiyaçtı. İnkâr edilmiş, yok sayılmış bir kimliği görünür hâle getirmek için kimlik odaklı siyaset yapmak zorundasınız. Ama şimdi durum, ulusal düzeyde siyaset yapmayı kolaylaştırıyor artık.
Yalnızca kimlik odaklı değil, aynı zamanda sınıf odaklı siyaset yapmanın şartları bugün daha uygun. Bu, bütün kimliklerin kurtuluşunu da kolaylaştırıyor. Türkiye'de devrimciler arasında 60'lı, 70'li, 80'li yıllarda "ulusal hedefler mi, sınıfsal hedefler mi" anlaşmazlığı vardı. Bazı siyasi hareketler ulusal hedefleri başa koymuştu.
Şimdi ikisini birlikte götürmek çok daha makul, kolay ve gerçekçi. O yüzden cumhurbaşkanı seçimlerinden başlayarak bu çizgi güçleniyor. Genel seçimlerde bunu daha görünür, daha somut hale getireceğiz. Önermelerimizde, siyasetimizde, ekonomik yaklaşımlarımızda, projelerimizde daha iyi görünecek.
- Kimileri de "Öcalan-Demirtaş rekabeti" konusunu gündeme getiriyor...
Gereksiz ve boş bir tartışmadır. AKP çevreleri bunu psikolojik bir harekât unsuru olarak kullanıyorlar. Sayın Öcalan barış sürecinde son derece ciddi ve fedakâr bir tutum içerisindedir. Barışı savunan her siyasetçinin kendisinin bu çabasına destek olması gerekir. Biz de elimizden geldiğince barış mücadelesine katkı sunuyoruz.
- Bir zamanlar "siyasette liderlik dışında farklı bir konumda olmak"tan bahsederken, şimdi siyasetin tam merkezindesiniz. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Kahvaltıda ne yediğinizi sormayacağım ama, günde kaç saat uyuyorsunuz?
Ağır bir sorumluluk ve vebalin altına girdik. Neredeyse tam gün, tam saat çalışıyoruz. Bazen günde 20 ayrı görüşme yapmak gerekiyor. İki gün uyumadığım oluyor. Yalnız ben de değil. Eşbaşkanımız, vekillerimiz, bütün yönetimimiz, il ve ilçe teşkilatlarımız da böyle yoğun bir tempoyla çalışıyor.
Sorumluluğumuz büyük. Görevimiz sadece AKP'yi geriletmek değil. Bunu kimileri gibi "AKP gibi davranarak" yapmayı da amaçlamıyoruz. Alternatif bir demokratik programı topluma sunmak istiyoruz.
Başarırsak bu sadece HDP’nin zaferi olmayacak, bütün ilericilerin zaferi olacak.
HDP, şimdiye kadar deneyimlenen bütün girişimlerin en kapsamlısı, en geniş cephesi ve en başarılısı olarak, inanç kesimlerini de hak, adalet, eşitlik ve barış ilkelerinde buluşturarak, güncellenmiş bir sol hareket olarak Türkiye siyaset sahnesine damgasını vuracak.
Böylece uzun yıllar sonra, belki de TİP'ten bu yana ilk kez bir sol hareket, siyaset sahnesine gümbür gümbür ağırlığını koymuş olacak.
@AksayHakan
Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti
Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer
Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi
© Tüm hakları saklıdır.