24 Haziran 2014

Kamusal alanda şeffaflık

Bu satırları okurken bir yandan zihninizde ezberlerden kurtularak gözlerinizi kapatınız

Kamusal eylem ve işlemleri kamu erki kullanarak yürütenlerin bilinçli olarak başkalarının da tüm bu eylem ve işlemleri görebilecekleri ve bunların dinamiklerini araştırabilecekleri usulleri benimseme hassasiyeti göstermeleri, yani "şeffaflık", oy vererek onları göreve getirmiş halkın birincil talebi olmalıdır.

Hangi siyasi düşüncede olduğuna bakılmaksızın herkesin refahının peşinden koşulduğuna ikna olabilmesi ve politikacıların politikalarını kendilerine oy verilen gerekçelerle yürüttüklerinden emin olabilmesi için, Türkiye insanının bugün hemen şimdi talep etmesi gereken en öncelikli kavram "şeffaflık”tır. Herhangi bir somut eylemin yahut işlemin kendisine takılmadan her kamusal eylem ve işlem için şeffaflık, istikrarla ve iştahla talep edilmelidir.

Dev projeler yürütülüyorsa, bütçelerinde ve kimin bundan ne kazandığında şeffaflık. İş kazaları yaşanıyorsa, çevreleyen faktörler, sorumluların kim olduğu, bu konuda ne yapıldığı hakkında şeffaflık. İnternet siteleri erişime engelleniyorsa, bunların sayıları, isimleri ve kapatılma gerekçeleri hakkında şeffaflık. Göstericiler polis müdahalesiyle yaralandıysa veya öldüyse, bunun nasıl olduğuna ve bir daha olmaması için alınan tedbirlere dair şeffaflık. Makamıyla ve bilinen kazancıyla uyumsuz mal varlığı olan kamu görevlisi varsa, bunun sırrına ilişkin şeffaflık. Kasıp kavuran atamalar yapılıyorsa bunların gerekçelerine, paralel devlet var deniyorsa bunun nasıl başa geldiğine, "elimde bunların hepsinin belgeleri var, zamanı gelince açıklayacağım" diyen herhangi bir seçilmiş yönetici varsa o belgelerin ne olduğuna dair, hemen şimdi şeffaflık. Şeffaflık hemen şimdi elde edildikten sonra elbet herkes konuları kendi vicdani kanaatlerine ve siyasi görüşlerine göre değerlendirecektir.

Bu satırları okurken bir yandan zihninizde ezberlerden kurtularak gözlerinizi kapatınız. Bir ülke ve toplum hayal edelim, beraber. Demokratik kurumları henüz pek kuvvetli olmasın. Demokrasi geleneği yeni ve derinliksiz, sindirilmemiş olsun. Zaman zaman seçime giderek uzun vadeli demokratik mesajlar verebilmek dışında, demokrasiyi günlük yaşayabilme anlamında pek de hünerli sayılamayacak bir ülke. Sivil toplum örgütleri genellikle köksüz ve zayıf olsun. Ayrıca, menfaatler dengesinde bazı ana eksenleri oturtabilme olasılığı olan, örgütlü talep ve düşünce akışları sağlayacak proleter, burjuva ve aristokrat sınıflar da mevcut ve bilinçli olmasın bu ülkede. Tipik olarak siyaset sahnesinde hep bir ikilem olsun. İkilemin bir ucunda zayıf liderliğe bağlı istikrarsızlık ve performanssızlığa tahammül ederek bir büyük milletin layığından uzakta kıvranması, diğer ucunda ise bu toplumun kuvvetli bir lideri varsa onun etrafında toplaşan açgözlü köşe dönmecilerin (batı/modernlik etiketlerine veya din/ahlak kavramlarına yaslanarak ama her iki durumda da toplumu gerip baskılayarak) iktidarda zaman geçirdikçe politikalara egemen olarak oy verenin arzusundan kopuk radikalleşmelere yol açmalarına tanıklık etmek zorunda kalması olsun.

Ya ortada lider olmadığı için refaha ulaşma yolunda hiç söz sahibi olamama ve patinaj yapma, ya da “Ha şimdi uçtuk, ha şimdi uçacağız.” ümidiyle kuvvetli bir lidere sarılırken başkalarının uçtuğunu seyretme hali, insanları yalnız liderlere endeksli siyasi düşünce ve tartışma üretmeye itmiş olsun. Buna bağlı olarak, daima, iktidara sahip olanlar ve olmayan ötekiler arasında birinin diğerini itip kakarak dışladığı iki derin kutuplu nefret kampı toplumu difüzyona uğratarak rastgele refleksleri egemen kılıyor olsun. O toplumda, unsurlar arası görüş farkları olsa bile elbirliğiyle toplumsal refaha yürüme idmanı hiç yapılmamış olsun. Sonuçta "biz" duygusunu herkes için koruyarak siyasi farklılıkları yaşamayı kimse tecrübe etmemiş olsun. Lider kuvvetliyse etrafına üşüşen köşe dönmeciler liderin kampının muhafazakârlığını yahut batı/modernleşme yönelimini radikalleştirerek topluma her gün aptallaştırıcı silleler indirsin. Bütün bunlar olurken de tek amaçlarının peşinde koşsunlar—kendi paraları.

Oy veren ise hep lidere oy versin bu ülkede. Liderinin gözünün ta içine baktığı için büyük resme bakma alışkanlığı olmasın. “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” gibi süreçsel sorular sorma âdeti olmasın. Liderinin reflekslerini beklesin her an. Samimiyetle, kalpten sevsin liderini. Karaoğlan desin ona, baba desin, usta desin. Ona yakıştıramasın, onu yedirtmemek istesin, ona muhabbet duysun. Onu mutsuz ettiğini düşündüğü her şeyi düşman bilsin, ötekileştirsin, itsin, tehdit etsin, alaşağı etsin, hatta icabında sokakta yerde tekmelesin.

Ezberlerden arındırılmış gözlerinizi açınız simdi. O ülke, her neresiyse, bu ülkede muhafazakâr merkez sağ düşüncenin merkeze yakın eksenini koruyamamaya başladığı ve baş döndürücü hızla radikalleşen yürüyüş yoluna kendisinin bile şaşmaya başladığı bir dönem hayal ediniz. Mesela 2014 senesi olabilir, bu hayali ülke için.

Bunun sebebini düşünelim. Az evvel ana unsurlarını verdiğimiz bu tür bir ortamda muhafazakâr düşünce kamusal gücü tekrar tekrar seçmenlerce onaylanmak suretiyle uzun süre elinde bulundurarak yönetme erkine sahip kılınırsa merkez eksende kalmaya devam edebilir mi? Naçizane düşüncemi dolandırmayayım. Edemez. Öyleyse merkezde, ortanın sağında yahut solunda yer alan ve tek derdi radikalleşmeden daha iyi bir ülkede güzel güzel hep beraber yaşamak olan "çoğunluk" ne yapmalıdır? Hangi kavrama sarılmalıdır? Bu çoğunluk mütemadiyen zaaf - yönetimsizlik - bıkkınlık/rahatsızlık - seçim/değişiklik - kuvvetli liderlik - bir süre uçuş - ardından radikalleşip başkalarına yarayan uçuş - bıkkınlık/rahatsızlık - seçim/değişiklik - zaaf - yönetimsizlik çemberlerinde takla atmaya mecbur mudur, nesiller boyu?

Bu sarmalda işe yarayabilecek kavram "şeffaflık" kavramıdır. Merkezdeki çoğunluk tarafından bu talep edilmelidir.

Merkezdekilerin şeffaflık beklentisi doğaları icabı olmalıdır ama şu da bilinmelidir: Bu beklentiyi karşılamama lüksü varsa, karşılamamak muhafazakârlığın fıtratında vardır. O lüksün ortadan kalkması önemli bir hedef olmalıdır. Başıboş ve gözetimsiz kaldığı takdirde radikalleşebilme durumu, tamamen başka sebeplerle, radikal sol hale gelmeye elverişli bir sosyal demokrat politik duruş için de geçerlidir. Bununla beraber, böyle bir başıboşluk ve gözetimsizlik egemen olmasın diye talep edilmesi gereken şeffaflığa karşı koyma eğilimi muhafazakar merkez sağdaki gibi kendi doğası icabı ortaya çıkmayacaktır. Bu karşı koyma ve konuyu bulandırma hali o şartlarda daha sakil duracaktır. Belli olacaktır. Şeffaflık talebi cephesinde toplumun merkeze yakın sağ ve sol tüm kesimlerinin her saniye uyanık ve ısrarla talepkar olmasını gerektirme yönünden muhafazakar merkez sağın tabiatı daha sert engeller ve testler ortaya çıkartabilmektedir.

Zira muhafazakâr düşünce –özellikle de dini temellerden de kalkınıyorsa- (1) "Utanma duygusu", (2) "gizlilik", (3) "güven", (4) "emanet etme" ve (5) "ahlaki/etik yargılar" gibi unsurları çok yüksek seviyede barındırmaktadır. Bunlar orta vadede muhafazakâr düşünceyi şeffaflıktan uzağa iterek merkezdeki halkın tatminsizliğine yol açabilir ve muhafazakâr düşünceyi bu kitleleri rahatsız edip üzen radikalliğiyle kucaklaşmaya iter. Muhafazakârlığın fıtratındaki bu unsurlar şeffaflık kavramlarıyla mücadeleye girer. Bu mücadelede şeffaflık taleplerini itip kakma lüksü varsa, şeffaflık sağlaması gereken taraf bunu yapacağına bir yandan küsüp hırçınlaşırken bir yandan da daha fazla radikalleşerek muhafazakârlığının unsurlarını iyice kucaklayan bir görüntü verir.

O kadar ki (1) telkinli propaganda (gündemi belirlemezsem başbakan olamam / asıl ben mağdurum / düşman var yetişin / mallarını almayın boykot edin) ile (2) etiketli propaganda (sağlam irade / yedirmeyiz / paralel devlet / kan tacirleri / çapulcular / vatan haini / vergi kaçakçısı) bu kucaklaşma esnasında merkezde bulunan topluluğu radikal eksenin reflekslerinin normal olduğu yönünde bir algıya itme gereci olarak kullanılır.

Gücü arttıkça hiçbiri şeffaflıkla bağdaşmayan değerlerine vurgusu, bağlılığı ve düşkünlüğü artacak olan muhafazakâr merkez sağ düşünce, ekseninden kayarak, merkezde toplanan halkın şeffaflıkla ilgili üç bariz talebini reddeder ve böylece merkezden daha da uzaklaşmaya başlar. Zira merkez hassas bir eksendir ve çok güçlü radikal sinyallerin değil, duruma göre üretilmiş, toplumun genelini kapsayıcı politikaların arzulandığı bir inceliğe sahiptir. Merkezdeki toplumun ise merkeze ait politikaların bu gereklerinin yerine getirildiğini öğrenmek ve hatta aksi halde bunu görerek düzeltme temin etmek için kullanabileceği enstrüman "şeffaflık”tır.

Eğer muhafazakâr merkez sağ yürütme erki çok uzun sure kontrolsüz kaldı ise ve şeffaflık taleplerine hepten sırt dönme lüksü varsa, bu erk şeffaflık kavramının içinden çıkan aşağıdaki üç alt kavramı -yani merkezdeki seçmenin en doğal üç ana talebini- muhafazakârlığın kendi refleksleriyle savuşturmaya ve kötülemeye çalışılabilir. Şeffaflığın bu üç alt kavramı şunlardır:

(I) Açıklık (Openness), (II) iletişim ve (III) hesap verilebilirlik.

(I) Açıklık (Openness) kavramının iki unsuru vardır:

(1) Bilgiye serbest erişim (YouTube ve Twitter kapatılmıştır. Gazete sahiplerinden köşe yazarlarını işten çıkartmaları istenmektedir. Halk bir düşünceyi ifade ederken "siyaset yapma" diyerek birbirinin üzerine yürümektedir. “Cübbeni çıkar da gel” önkoşulları, yalnız siyasetçilerin ifade edebileceği düşünce kategorileri yaratmaktadır. Belki bu yazıdaki düşünceler de "siyaset" yapmaktadır. Ayıptır.

(2) (i) Katılımcı ve işbirliğine dayalı yerinden yönetimin kuvvetlenmesi (Yasalar birbirine eklemlenerek torba yasalar halinde geçmektedir ve bu da katılımcı yönetişimi hepten baypas etmektedir) ve

(ii) merkezi tek yumruk yönetişimin inceltilmesi (Merkezi otorite gittikçe kuvvetlendirilmekte, tüm yönetişim merkeze çekilmekte, yerinden yönetilen hiçbir husus kalmamakta, vatandaş artan oranlarda Sayın Başbakan’ı rüyasında görüp ona derdini anlatmaya gayret etmekte, “Neden böyle davranıyorsun?” duygu karmaşası ile yönetene erişememe hissi katmerlenmektedir. Söylemde dahi her şey "benim polisim, benim savcım, benim valim" anlayışıyla ilerletilmektedir.)

(II) İletişim (Latince, communicare, paylaşmak)

Paylaşım esnasında iki taraf da diğerine bir şeyler katar. Kendi kampından olmayan bir kişi bugünkü yönetime bir şey katabilecek midir? Ötekileştirilerek itilen, sizden mi bizden mi tartışmasına konu edilen kişiler paylaşım ilişkisi içine giremezler. İletişim gerçekleşmez. Lobi faaliyetleri de imkânsızlaşır. Bu imkânsızlık sebebiyle sivil toplum kuruluşları da elden ayaktan düşmeye başlar. Örgütlenemeyen vatandaş bir de kendi iletişiminin kontrolünden çıkması durumunu yaşadıkça, devletin şeffaflaşacağı yerde birey/insan şeffaflaşmaya başlar.

Bugün kamusal alanın yurttaş tarafından dolaylı idaresini mümkün kılabilecek en önemli unsurlardan olan “iletişim”in iletişim sanatları yönünden bilinen düşmanlarının hepsi Türkiye’de mevcuttur:

(1) Filtreleme (onu kov bunu at; 5651 numaralı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un ta kendisi, 2937 sayılı MİT yasası),

(2) seçici algı (50 dakikalık bir konuşmanın içerisinden yalnızca "Van" duyabilir ve bütün alakayı buna yöneltebilir),

(3) bilgi kirliliği yüklemesi (her an yeni gündemin sürücü koltuğunda oturan hükümet, bu ezberi bozulursa zorlanan ve hırçınlaşan idareciler, savunmada olamama, açıklama verememe, hep hücumda olma hali),

(4) gündem kaydırma (300'den fazla kişinin öldüğü bir olaydan hemen sonra Yılmaz Özdil’i mi tartışmalyız?),

(5) duygular (‘öfke benim hitabet tarzımdır’ diyen bir başbakan; en ekşimiş ve öfkeli akrabanız ailenize refah ve mutluluk getirebilir mi?)

(III) Hesap verilebilirlik (Accountability)

"Sorumluluğun kabul edilmesi" ve buna uygun hesabın verilmesidir. Sorumluluğu kabul etmeyen kamu gücü hesap da vermez.

300'u aşkın tertemiz ve kapkara emekçinin öldüğü bir olaydan sonra "Bu ölümler işin fıtratında var." açıklaması yapıldığı zaman yahut "Dün Berkin Elvan’ı anmak için törenler düzenleyeceklermiş. Kusura bakmayın biz her ölüm hadisesinde anma mı düzenleyeceğiz? O zaman bütün işleri bırakalım tören düzenleyelim. Ölmüştür geçmiştir, bitmiştir. Bunlara karşı polis eli kolu bağlı mı duracak. Nasıl sabrediyorlar anlamıyorum." denildiği zaman, şeffaflığın üç ana koşulundan sonuncusu da zaten işlemiyor demektir.

Hesap verebilirliğin ana koşulları ise şunlardır:

(1) Cevap verme kabiliyeti (answerability),

(2) kabahat yüklenebilirlik (blameworthiness / culpability) ve

(3) sorumluluk.

An itibariyle her şeyin bir muhatap olma sorununa dönmesi bundandır. Melih Gökçek 2014 senesi yerel seçim çalışmaları sırasında bile bir enkazı devraldığı hissi yaratmaya kalkıştığında “Senden evvel Ankara'da Germiyanoğluları vardı” deme ihtiyacı duyulması yahut paralel devletle mücadele hepimizin ortak borcu denildiğinde “Bunu yaratan siz değil misiniz yahu?” deme ihtiyacı duyulması hep "cevap verme kabiliyeti - kabahat yüklenebilirlik - sorumluluk" eksenindeki uygunsuz alışkanlıklara örgütsüz refleksle dur deme çabasıdır.

Hukuken ve ahlaken sorumlu tutulabilirlik iki ayrı konu olmakla beraber, bu iki eksen bazen de kesişebilir. Örneğin, öne çıkartılması ve merkezin sağında veya solunda oluşuna bakılmaksızın seçmenler tarafından daha ciddi taleplerle yürütülmesi gerektiğini ifade ettiğimiz şeffaflık kavramının rüşvetle mücadele boyutu, bu iki eksenin birleştiği bir boyuttur.

Ülkemizde şeffaflığın bulunmadığı ve gerektiği gibi talep edilmediği en önemli noktalardan biri kamu finansmanıdır. Türkiye’de şu anda halkın anlayabileceği gibi beyan edilmiş proje bazlı bütçe yoktur. Çeşitli projelerin harcama unsurları farklı bakanlıların farklı kalemleri altında görünmektedir. "Üçüncü Köprü Projesi'nin bütçesi nedir?" diye sorarsanız, cevap bulamazsınız. Ülkenin en iyi yetişmiş beş akademisyenine ve beş CEO'suna üçüncü havaalanının toplam maliyetinin ne olacağını sorunuz. Zaten tahmini olarak uydurdukları rakamlar arasında milyar dolarlık farklar çıkacaktır. "Bu usullerimizle bir de olimpiyat düzenlemeye kalkışacaktık, eğer bize verilseydi korkunç suiistimaller olabilirdi." derseniz vatan haini ilan edilmeniz riski vardır. Bu döngüleri ve çaresizlikleri kırmanın etkili kavramı, yine, "şeffaflık”tır.

Halk eliyle, doğrudan en doğal hak olduğu, gün ışığı kadar helal olduğu bilinen bir şeyi istemenin ve bunu ısrarla talep etmenin bilinçliliği içerisinde, "şeffaflık". Sonra herkes iyiye kötüye, doğruya yanlışa, neyi destekleyeceğine, kendi aklıyla karar verir.

Yazarın Diğer Yazıları

Baskı arttıkça cesaretin ve iyimserliğin artması hakkında Kanun Hükmünde Kararname

Baskının yoğun olduğu toplumlarda, toplumun genel olarak eksikliğini çekmesi muhtemel olan unsur, cesaretten ziyade iyimserliktir

Türkiye’den el çektirmek

Demokrasi, kendi verdiğimiz tankların işgalini engellemek için onların önüne yatabilme özgürlüğü müdür?

Anayasa nedir, ne değildir? Başkanlık Sistemi neye yarar? 'Türk Tipi' ne değildir?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın şu anda Türkiye’de yapmak isteyip de yapamadığı ne vardır?