Fotoğraf, en zehirlenmiş akılları bile susturacak bir açıklıkta karşımızda duruyor.
Öylesine bir açıklık ki, sadece o gün değil, bugüne kadar farklı olaylar için yapılan resmi açıklamaların da hepsi birer birer dökülüyor.
“Duvardan düştü, kalorifere kendini astı, 8. kattan elleri kelepçeli atladı…”
***
Ensesinden, başından, sırtından, kalbinden vurulan insanların davalarındaki savunmalar birbirine çok benzer.
Henüz 20 yaşındaki Baran Tursun’un davasındaki savunma, silahın ateş aldığı, hedef gözetilmediğiydi.
18 yaşındaki Çağdaş Gemik’in ölümüne neden olan olayda, önce dur ihtarına uymadığı için uyarı atışı yapıldığı söylendi, sonra bu atış yapılırken polisin ayağının kaydığı, sonra kurşunun yerden sektiği.
30 yaşında öldürülen Uğur Kurt, cemevinin bahçesinde bir başka cenaze için beklerken çenesinden vuruldu. Gerekçe bu kez de kurşunun yön değiştirdiğiydi.
Başından gaz fişeğiyle vurulan çocukların dosyasında da sanık bir zahmet bulunabilirse savunmalar aynı yönde:
“Yokuştaki eğim, fişeğin sekmesi…”
***
Diyarbakır’da 2017’deki Nevruz kutlamaları devam ederken gazetecilere bir çatışma yaşandığı bilgisi ulaştı.
Diyarbakır Valiliği’nden yapılan açıklama, çatışmadan da vahim bir durumun yaşandığını aktarıyordu. Valiliğin açıklamasına göre öldürülen Kurkut, canlı bomba olabileceği şüphesiyle vurulmuştu.
Ancak gazeteci, DİHA muhabiri Abdurrahman Gök, olayın üstü belki bu açıklamayla kapatılabilecekken çektiği sekiz kare fotoğrafı haberleştirdi.
Kurkut’un canlı bomba olma ihtimali yoktu, alana girecekken kendisine bağıran polislere sinirlenmişti, yakındaki bir kasap dükkanından bıçak almış, üzerindeki gömleği çıkartmış, bağırarak koşmuştu. Polis amirlerinden biri “gaz atın” uyarısında bulunmuş, buna rağmen polisler silahlarını kullanmıştı.
Dönemin Diyarbakır Valisi Hüseyin Akyol’a göre ise kolundan ve kalbinden vurularak yaşamını yitiren Kurkut’un canlı bomba olabileceği şüphesi konusunda emniyet ısrarcıydı. Açıklamayı o yüzden yapmışlardı. Görüntülerle, emniyetten gelen bilgiler örtüşmediği için müfettiş talep etmişti.
Akyol, kola isabet eden merminin hangi silahtan çıktığının saptandığını, kalbe saplanan için bilgi olmadığını da söyledi. Sürpriz değildi, “Mermi giriş çıkışına rastlanmadı, seken mermi gömleği olabilir” sözleri.
***
Malatya’da konservatuvar okuyan, Ankara’daki 10 Ekim katliamından kurtulmuş, babasını çocuk yaşta kaybetmiş, annesinin işçilik yaparak okuttuğu Kurkut için, öldürülmesi bir yana, bu şekilde herkesin gözü önünde can verdiği için suçluymuş gibi Malatya’da mezar yeri gösterilmedi. Cenazesi defnedilirken sular kesildi, taziye çadırı, cenaze aracı verilmedi.
Cezasızlığın bu topraklardaki biçimidir zira ölüyü ve ailesini cezalandırmak. 12 Eylül’den bu yana çorapla kefene sarmaktan, hainler mezarlığı diye levha yaptırmaya kadar uzanır ölü cezalandırılması.
Bir kültürdür ölü toprağı serpilmiş ülkede.
Anneler, beton dökmüştür mezarlara, çocuklarının mezar yeri kazılıp da kemikleri çıkartılmasın diye.
***
Kurkut’un öldürülme anının fotoğrafları ve görüntüleri ortaya çıktıktan sonra soru işaretine çok gerek yoktu.
Artık beklenen sanık polisin, “mermi sekti” savunması ve o savunmayı doğrulayacak gelişmelerdi.
Arada kamera görüntülerinden bir başka polisin, sanık polise, “adamı vurmaya gerek yok ki” dediği bile duyuluyordu ama ne gam.
Adli Tıp Kurumu’ndan beklenen rapor, geçen hafta yapılan son duruşmada okundu.
Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelen raporda merminin sekmiş olabileceği belirtilirken, valinin açıklamasıyla birlikte okunması gereken şu kısımda yer aldı:
“Ölüme sebebiyet veren mermi çekirdeğinin gömlek nüvesinin balistik incelemeye uygun olmaması nedeniyle gönderilen tabancalarla mukayesi yapılamamıştır.”
Elbette mermi sekmişti ve nasılsa sırtından vurulan Kurkut’un tam da kalbine isabet etmişti.
Elbette hangi silahtan çıktığı tespit edilemeyecekti.
Yerden seken mermilerin enseye, kafaya, kalbe nasıl isabet ettiği gibi...
***
Böyle durumlarda nedense devletin kolluk güçlerinin eylemlerini denetlemekle görevli tüm kurumların yorumları, raporları, yapılan ilk açıklamalarla uyumlu çıkar.
Kurkut’un dosyasına bakan Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi, avukatların talebi üzerine ikinci bir rapor isteme kararı aldı.
Raporu Ulusal Kriminal Büro hazırlayacak. Bütün imkanlara sahip Adli Tıp’ın nedense çözemediği görüntüleri daha önce defalarca çözen kuruluş.
***
Ve elbette bütün bu süreçler uzun bir kültür, muazzam bir deneyimle aşılıyor devlet nezdinde.
Cezasızlık kültürü durmadan gelişiyor, büyüyor.
Bir türlü, etkili soruşturma ve cezalandırma ile bireylerin ve ülkenin korunabileceğini anlayamıyor devlet.
Ve bunun yerine birbirine bağlı iplerin bir tekinde bile çözülme olmasına göz yummuyor.
Yollar birbirine böyle bağlanıyor.
Daha birkaç gün önce barış talebini içeren bildiriye imza attığı için 2 yıl 6 ay hapse mahkum edilen Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın hak mücadelesi ile tüm bunların bağının olduğu gibi.
90’lardan bu yana işkenceyi, kötü muameleyi, kanıtların yok edilmesini defalarca kanıtlayıp, her kanıtladığında ya soruşturma, ya tutuklama, ya görevden alınma ile karşılaşan Fincancı’nın Adli Tıp’tan itinayla uzak tutulma çabasıyla Kurkut’un ölümüyle ilgili rapor arasındaki bağ gibi.
Bu mücadeleyi verenlerin başına nelerin geleceğinin her seferinde, bıkmadan, usanmadan gösterilmesi gibi.
Ama tarih, bunları hamaset sloganları, ezberlenmiş klişeler veya beylik laflarla kaydetmiyor.
Günler, en uzun geceler, en sert mevsimler mutlaka geçiyor.
Geriye Fincancı gibi insanların tırnak tırnak verdikleri emekle tüm toplum için elde edilen kazanımlar ve o insanların büyük isimleri kalıyor.