09 Mart 2024

İnsanları yakarak öldüren komutan, kaçırıp öldüren sahte "kahraman"

Yakarak insan öldürenler, savunmasız bir gazeteciyi vuranlar, öldürdükleri insanların ceplerindeki parayı paylaşanlar kahraman, öldürülenler hain, terörist… Hak savunan avukatlar, öldürülenlerin yakınları vatan haini, zamanaşımına göz yumanlar vatansever öyle mi?

Ne yapıldığını ne yaşandığını unutturmadan, bıktırana kadar tekrarlayarak anlatabiliriz ancak insanlık suçlarını…

Deprem davaları zamanaşımına giriyor bu ülkede… Yıkılan binaların sorumluları korunuyor.

Maden katliamları cezasız bırakılıyor. Patronlara indirimli cezalar veriliyor, bürokratlar hakkında soruşturma bile açılmıyor.

İş cinayetleri konuşulmuyor bile. Daha fazla kazanmak için işçinin yaşamını çalanlar bir gün olsun cezaevine girmiyor.

Bütün suçlular vatan, millet sloganlarının arkasına gizleniyor. Memlekete asıl kötülükleri yapanlar bin yıldır korunuyor. O koruma kalkanına meşruiyet kazandırabilmek için sahte düşmanlar icat edilip, olmayan düşmanlarla birilerinin kahramanca savaştığı yalanları söyleniyor.

Bütün bu davalarda olanlar sürpriz mi?

Hayır, ipin ucu aslında "meşruiyet" oluşturulan davalara dayanıyor.

* * * 

Peki aslında ne oluyor?

Ankara'da görülen JİTEM davası, istinaf mahkemesinin beraat ve zamanaşımı kararlarını yerinde bulmasıyla sonlandırıldı. İstinaf mahkemesinin bir üyesinin kaleme aldığı karşı oy yazısı, çetelerin tarihini, nasıl cezasız bırakıldıklarını açıkça gösteriyor ve tarihe not düşüyor.

Davaya Yargıtay bakacak artık.

Ancak sadece son aylarda olanlara, birilerinin nasıl kollandığına bakalım ve neler planlandığı konusunda akıl yürütelim.

* * * 

1993-96 yılları arasında 19 insanın bir çete tarafından sistemli olarak kaçırılarak infaz edilmelerine ilişkin faili meçhul davasında, aralarında eski Bakan Mehmet Ağar'ın da bulunduğu 18 kişi yargılanıyordu.

Bu isimleri aklayan Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, verdiği ilk beraat kararının bozulmasının ardından yeniden başlamak zorunda kaldığı yargılamanın ilk duruşmasında, salonu hayrete düşüren bir uygulamaya imza atarak, avukatlara yazılı olarak bir not iletti.

Bu notta, beraat kararının bozulmuş olmasına rağmen aslında istinaf mahkemesinin böyle bir yetkisinin olmadığı belirtiliyordu.

Daha ilk duruşmada, istinaf mahkemesinin, "Çeteyi ve kayıp silahları araştır" uyarısına karşılık mahkeme görüşünü açıklıyordu aslında.

Ağar, tek bir gün çapraz sorguya alınmadan yargılama yeniden beraat kararıyla bitirildi.

* * * 

İlk beraat kararını bozan istinaf mahkemesinin ikinci yargılama sonunda farklı davranabileceği öngörülüyordu aslında.

İklim değişmişti.

Beklendiği gibi oldu…

Susurluk çetesinin eylemlerinin araştırılması yerine mahkemenin, "Susurluk çetesi üyesi Ayhan Çarkın'ın ifadeleri çelişkili, bant kayıtları yasadışı delil" gerekçesi yerinde bulunarak tekrarlandı.

Karşı oy kullanan üyenin kaleme aldığı muhalefet şerhi ise bir isyan niteliğindeydi.

Cinayetleri anlatan Çarkın'ın ifadelerinin ve cinayetlere ilişkin bant kayıtlarının ne kadar hukuki olduğunu anlatıyordu muhalif üye…

* * * 

Ancak bu karardan önce iklimin zaten değişmiş olduğunu görmek mümkündü.

Muhalif üyenin karşı oy yazısında da dikkat çektiği Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili takipsizlik kararı bunun örneklerinden biriydi.

Organize suç örgütü lideri Sedat Peker, aylar önce, Susurluk çetesi üyesi olmaktan hükümlü, emekli yarbay Korkut Eken'in, 1996'da Kutlu Adalı'yı öldürmek için kardeşi Atilla Peker'i de alarak KKTC'ye gittiğini anlatmış, Atilla Peker de savcılığa bu konuda suç duyurusunda bulunmuştu.

Korkut Eken, bunun üzerine Atilla Peker'le adaya gittiğini doğrulamış ama Kutlu Adalı cinayeti ile ilgisi olmadığını söylemişti.

Savcılık, Eken'in böyle bir itirafı yokmuş gibi, söz konusu tarihte Atilla Peker'in cezaevinde bulunmasından dolayı KKTC'ye gidemeyeceğini belirterek dosyayı kapattı. Üstelik dosyaya zamanaşımı kaydı da düştü.

* * * 

Faili meçhul cinayetler davasında da aslında iki cinayet çoktan zamanaşımına girmişti.

Behçet Cantürk'ün ve Abdülmecit Baskın'ın 1993'te öldürülmelerine ilişkin dosyalar için zamanaşımı kararı verilmişti.

Bir ülke düşünün, faili meçhul cinayetler davasından 6 yıl sonra Susurluk çetesini tespit edip, hapisle cezalandırsın ancak 30 yıl boyunca bu çetenin öldürdüğü iddia edilen insanlarla ilgili davaları tamamlayamasın…

Kutlu Adalı cinayeti dosyasını 30 yıl boyunca bir zahmet araştırmasın…

* * * 

Öğüt ailesi

Bu ülkede, insanları yakarak öldüren kişileri kaçırmak da olağan elbette…

Olağan olağan karşılanabilen, "terörist, hain" sözlerinin arasında yok sayılmaya çalışılan bir olay yaşandı bu ülkede.

3 Ekim 1993'te, Muş Korkut'a bağlı Vartinis'te, Öğüt ailesinden 7'si çocuk 9 kişi, evlerinin içerisinde, bütün köyün gözü önünde yakılarak öldürüldü.

Yargıtay, onlarca kişinin katıldığı bu eylemin sorumlusu olarak dönemin Hasköy İlçe Jandarma Komutanı Bülent Karaoğlu'nu belirledi.

Yargıtay'ın kararından sonra bu insanlık suçunu işleyen Karaoğlu'nun tutuklanmasını talep etti avukatlar.

Ancak Kırıkkale 1. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklama talebini reddetti.

Sonra ne mi oldu?

Karaoğlu'nun ifadesinin alınması beklendi bozma kararından sonra.

Ve mahkeme, 3 Ekim 2023'te, 30 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek, davayı düşürdü.

Yargıtay kararının üzerinden bir yıl geçmişti.

Bu bir yıl boyunca tutuklama kararı verilmeyen Karaoğlu, elbette kaçmıştı.

Şimdi rahatça ortaya çıkabilir.

Vatana, millete hizmet ettiğini düşünenler, davanın zamanaşımına sokulmasını sağladı.

Kutlu Adalı cinayeti gibi, Behçet Cantürk, Abdülmecit Baskın cinayetleri gibi…

* * * 

Bir ailenin, köyünde olağan bir akşam geçiren bir ailenin yakılarak öldürülmesinden vahim ne olabilir ki?

Onlarca köylü tanık, bazı askerler tanık…

Memleketin en üst mahkemesi, Yargıtay cinayeti tespit etmiş…

Daha ne beklenebilir ki?

Öyle olmuyor…

Asla öyle olmuyor…

Yakarak insan öldürenler, savunmasız bir gazeteciyi vuranlar, öldürdükleri insanların ceplerindeki parayı paylaşanlar kahraman, öldürülenler hain, terörist…

Hak savunan avukatlar, öldürülenlerin yakınları vatan haini, zamanaşımına göz yumanlar vatansever öyle mi?

Değil değil elbette…

Biliyor aslında herkes olanı biteni…

Bu aktörlerin neden dışarıda tutulduğunu, kimin ne için korunduğunu biliyor.

Bazı akılların kimlere nerelerden verildiğinin, bu insanların koltuk korumak için neler yapabileceğinin bilindiği gibi.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

1 Mayıs ve açığa çıkan MGK sırları: Büyük suçlar nasıl cezasız bırakıldı?

1993'ten bu yana failleri bilinen suçlardan söz ediyoruz. Bilinen sırlardan biri değil bu. Belgesiyle, tanıklıklarıyla açığa çıkmış ağır suçlar var ortada. Hem kendi toplumunu manipüle eden ve sonuçları çok ağır konularda karar alarak uygulayan bir yapıyı hem de bu yapıyı yetkilendiren mevzuatı yıllara yayılan haberlerin içerisinde görmek mümkün

Gayrettepe 1. Şube

Gayrettepe yıkılıyormuş… Kentsel dönüşüme girmiş bina, kediyi kurtarmışlar… Hiçbir şey dönüşmeden üstelik, “kurtulamayan” insanların hesabı verilmeden, gözyaşları dinmeden, adalet sağlanmadan

Kırıkhan’daki büyük skandal açığa çıktı: Yoğun bakım hastaları boğularak öldü, “doğal ölüm” belgesi düzenlendi

Depremde yıkılan birçok hastanede unutulan hastaların hayatını kaybettiğini öğrendik. İlk kez yıkılmamış, faal bir hastanedeki hastaların ölüme terk edildiklerini de öğreniyoruz. Ve bunun nasıl itinayla gizlendiğini de görüyoruz