11 Şubat 2016

İki ateş arasında Deniz olmak...

Gazetecilik mesleğine saygı duyan herkesin Deniz Yücel'e arka çıkmasını diliyorum

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2014 yılının Şubat ayında Berlin’de Alman Dış Politika Toplumu’nda bir konuşma yapmış, soruları yanıtlamıştı. Sunucunun AKP’nin Fethullah Gülen hareketi ile ilişkisi ve Türkiye’deki basın özgürlüğüne dair yönelttiği sorular öyle sert formüle edilmişti ki, ben ve Alman meslektaşlarım birbirimizin yüzüne şüpheyle baktık. Sanırım onlar da benim gibi düşündüler; “Erdoğan şimdi kalkıp gidecek” ama gitmedi. Türkiye’den gelen ve toplantıyı çeviri sayesinde takip eden arkadaşlarımın hiç tepki göstermemesi dikkatimi çekmişti. “Herhalde onlar alışık Erdoğan’a” diye düşündüm ancak toplantıdan sonra anladık ki, Almanca’dan Türkçeye çevirirken cümleler yumuşatılmıştı. Tıpkı pazartesi günü düzenlenen Angela MerkelAhmet Davutoğlu ortak basın toplantısında olduğu gibi. Yazının sonunda Federal Hükümet’in yolladığı protokolün çevirisi ve Ankara’daki simültane çevirinin dökümünü bulabilir, okuyup kendiniz karşılaştırabilirsiniz. Benim dikkat etmenizi ettiğim tek husus var Alman die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel’in cümlelerini kurarken mümkün olduğu kadar dikkatli davranıp, iddialardan, algılardan söz etmesi ve kaynak göstermeye çalışması.

Evet, Deniz Yücel’e arka çıkıyorum. Hatta gazetecilik mesleğine saygı duyan bütün meslektaşlarımın da bunu yapmasını diliyorum. Çünkü toplantının ardından hükümete yakın gazetelerde kendisine karşı öyle bir karalama kampanyası düzenledi ki, buna ancak abesle iştigal etmek denir. Deniz’i tanırım, muhabbetimiz vardır, yazılarını severek okurum. Uzun ve hızlı konuşur, sözlerini bire bir çevirmek kolay olmayabilir ama gazetecilik mesleğini hakkıyla yapan, tarafsızlık ilkesine elinden geldiği kadar uymaya çalışan tutkulu bir gazetecidir. Ve Almanya’da doğup büyümesine rağmen Türkiye’yi tanıyan, bu mesleğin basamaklarını hakkıyla tırmanmış olan bir yazardır. Kendisini PKK’nın adamıymış gibi göstermek isteyenlere Cemil Bayık ya da Selahattin Demirtaş ile yaptığı röportajın Türkçeleştirilmiş halini okumalarını şiddetle tavsiye ederim. İşte o zaman Deniz Yücel’in AKP yanlısı medyanın iddia ettiği gibi terör örgütünü methiyeler dizip dizmediğini görebilirsiniz.

Cemil Bayık: "Başkanlık hayali suya düşünce intikama sarıldı"

Selahattin Demirtaş: "Negatif Öcalan algısının aşılması gerekiyor"

Hele hele Deniz’i Almanya’nın adamı saymak safdillilikten başka bir şey değildir. Bir kere Deniz, sorusunu da eleştirilerini de Almanya Başbakanı Angela Merkel’e yöneltti. Burada asıl üzerinde durulması gereke nokta, Merkel’in kaçak tutumu olmalıydı. Kendisinden, mevkidaşı Ahmet Davutoğlu konuşurken “bir dakika Türkiye ile ilgili dile getirilen eleştirileri biz de biliyoruz hatta bunları kınıyoruz” diyebilmeliydi. Çünkü Türkiye’nin mülteci sorununda işbirliği yapması insan hakları ya da basın özgürlüğü ihlallerini ortadan kaldırmıyor. Hatta bana kalırsa, mültecileri henüz güvenli ülke bile ilan edilmeyen Türkiye’ye teslim etmek hataların en büyüğüdür. Aman! neler diyorum? Bu Avrupa, mültecileri Libya çöllerine bile gönül rahatlığıyla göndermedi mi?

Avrupa deyince bir başka anekdot geldi aklıma. Brüksel’deydik. Dönemin genişlemeden sorumlu müsteşarı sorularımızı yanıtlıyordu. Türkiye’ye yönelik karanlık senaryolara tecvit pilavı gibi aynı yanıtı verdi; “E! Keseriz müzakereleri”.

Kestiler de…

İşlerine geldi yeniden başlattılar. İşlerine gelmez yine keserler. Beni artık Avrupa’nın sadece Türkiye değil, dünya üzerindeki pek çok ülkeye karşı gösterdiği iki yüzlü tavır hiç şaşırtmıyor. Gelelim Deniz Yücel’e… O’nun da benim gibi sürekli dayak yediği iki ülkesi var. Düşündüğünü olduğu gibi söylediği için Almanya’da O’na muhalif olanlardan nefret mailleri alıyor, Türkiye’de neredeyse infaz ediliyor. Arafta ama iki tarafa da eşit mesafede durmaya çalışan bir gazeteci O. Adı gibi, iki ateş arasında bir Deniz!
 

Deniz Yücel'in soruları
 

SORU: Bundan yaklaşık üç yıl önce Gezi protestoları sırasında Türkiye’deki toplanma özgürlüğü ihlalleri yüzünden oldukça sert eleştirilerde bulunmuştunuz. Bunu Türkiye’deki güçler ayrımına yönelik eleştirileriniz izledi. İki yıl önce de Federal Cumhurbaşkanı buradaydı ve Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları ihlallerini eleştirdiğinde neredeyse bir devlet krizi yaşanacaktı.

O zamandan bu yana ülkedeki durum iyileşmedi. Tek bir konuda basın özgürlüğünde kalacak olursak, Türkiye uluslar arası basın özgürlüğü sıralamasında 159. sırada yer alıyor. Meslektaşlarımız Can Dündar ve Erdem Gül yargılanıyor, müebbet hapis tehlikesi ile karşı karşıyalar. İnsan hakları örgütlerinin raporlarına göre, Kürt bölgelerinde, Diyarbakır, Cizre, Silopi gibi yerlerde durum Türkiye başbakanının anlattı gibi değil. Güvenlik güçlerinin sivil halkı gözetmeden operasyon yaptığı yönde eleştiriler var.

Bütün bu eleştirilere yönelik Federal Almanya hükümetinden hiçbir şey duymuyoruz. Pek çok Türk muhalifinde, hükümetinizin sessizliğinize karşılık Türkiye ile mülteciler konusunda işbirliği yaptığınız algısı hakim. Bu algıya ve pek çok muhalifin Avrupa’nın, Almanya’nın bu konuda Avrupa değerlerine ihanet ettiğine yönelik sözlerine ne diyorsunuz?


Yapılan çeviri:

 

Şansölye hanım üç yıl önce gezi olayları önce Türkiye’ye karşı çok eleştiriler sözler sarf etmiştiniz ve şu anda işte Türkiye’deki kuvvet ayrılığı konusunda eleştirilerde bulunmuştunuz ve şu anda Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi konusunda da bazı yaklaşımlarda sarf etmiştiniz. Şu anda durum düzelmedi. Bir örnek vermek gerekirse basın özgürlünden bahsetmek istiyorum. Şu anda 195. Sırada Türkiye. Şu anda Erdem Gül ve bir gazeteci daha şu anda hapishanede bulunmakta. Silopi’de Cizre’de olsun baktığımız zaman insan hakları ihlalleri söz konusu olmaktadır ve orada da bu konularda da eleştiriler bulunmaktadır. Ve emniyet güçlerinde sivil halka gözetmeksizin hareket ettiğinden bahsedilmektedir. Ve Federal hükümet bu konuda nasıl hareket ediyor? Almanya’nın hükümeti bu konuda sessizliğe büründü. Ve bu konuda neler diyebilirsiniz? Çünkü halk arasında böyle bir izlenim var, böyle bir algı var bu konuda bizi aydınlatabilir misiniz?
 

Almanca protokol
 

Frage: Frau Bundeskanzlerin, es ist ungefähr drei Jahre her, dass Sie anlässlich der Gezi-Proteste in der Türkei sehr scharfe Worte der Kritik gefunden haben, was den Umgang mit Versammlungsfreiheit in der Türkei anbetrifft. Es folgte Kritik am Zustand der Gewaltenteilung in der Türkei. Vor zwei Jahren war der Herr Bundespräsident hier und hat in einer Weise Kritik am Zustand von Demokratie und Menschenrechten in der Türkei formuliert, die beinahe für einen Staatseklat gesorgt hätte.

Seither ist die Situation in diesem Land nicht besser geworden. Um bei nur einem Beispiel zu bleiben, nämlich der Pressefreiheit: Die Türkei ist im internationalen Ranking der Pressefreiheit auf Platz 159. Kollegen von uns, Can Dündar und Erdem Gül, werden angeklagt und ihnen drohen lebenslange Haftstrafen. Auch in den kurdischen Gebieten, in Städten wie Diyarbakır, Cizre, Silopi und anderswo, ist laut Berichten von Menschenrechtsorganisationen die Situation nicht so, wie das der Herr Ministerpräsident gerade dargestellt hat; vielmehr gibt es auch dort Kritik, dass die Operationen der Sicherheitskräfte ohne Rücksicht auf die Zivilbevölkerung vorgehen.

Zu all dem hört man von Ihnen, hört man von der Bundesregierung nichts. Bei vielen türkischen Oppositionellen ist der Eindruck entstanden, dass dieses Schweigen der Bundesrepublik der Preis für die Zusammenarbeit in der Flüchtlingsfrage ist. Was sagen Sie zu diesem Eindruck, dass Europa, dass Deutschland in dieser Sache europäische Werte verrät was hier viele Oppositionelle sagen?

Yazarın Diğer Yazıları

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

Sıcaktı, çook sıcak

Dünya hiç bu kadar sıcak, bu kadar kurak olmamıştı. Birdenbire gelen yağmur ve kasırgalar geldiği yeri çöle çeviriyor. Uluslararası toplum, sözde çevreci politikalar ile iklim krizini çözüyormuş gibi yapıyor. Daha çok gelişmiş sanayii ülkelerinin yarattığı bu krizden de yine yoksul ülkeler mağdur