04 Mart 2016

'Kızgın Cumhuriyetçiler'in oylarıyla yükselen Trump, durdurulabilecek mi?

Trump, aldığı başarılı sonuçlar sonrasında Cumhuriyetçi Parti’nin ileri gelenlerini bölerek parti içi tartışmaların da merkezine yerleşti

“Süper Salı” sonrasında aldığı başarı ile Cumhuriyetçi Parti adayları arasında en güçlü aday konuma yükselen Donald Trump’ın durdurulamayan yükselişi, ABD siyasi gündeminin en kritik konusu oldu.

1 Mart salı günü (“Süper Salı”), 11 eyalette yapılan ön seçimlerde 7 eyaleti kazanan Trump, daha önce  yapılan ön seçimlerdeki 4 eyaletin de  3’ünü kazanmıştı. Seçilmek için 1237 delege sayısına ulaşması gereken Cumhuriyetçi adayların Süper Salı sonrasında delege sayılarına bakacak olursak, Trump 319 delege ile birinci sırada. Diğer Cumhuriyetçi adaylardan Cruz’un 226, Rubio’nun 110 , Kasich’in 25, Carlson’ın ise 8 ise delege sayısına ulaştığını görüyoruz. Carlson kazanma yolunda bir şansı olmadığını söyleyerek Cumhuriyetçi Adayların tartışma programına katılmayacağını açıklarken, Kasich Kuzey eyaletlerinden umutlu olduğunu belirterek yoluna devam edeceğini açıkladı.

Trump’ın aldığı bu başarı hem parti içi hem de parti dışında büyük tartışmalara yol açarken “Trump Durdurulabilir mi?” başlıkları ABD medya gündeminin ortak konusu haline geldi. 27 Şubat’ta T24’te yayımlanan “Trump neden sürekli yükseliyor?” başlıklı yazımda Trump’ın kampanya stratejilerinden ve temel yükselme sebeplerinden bahsetmiştim. Bugün ise “Trump’ın Durdurulma” sorunsalı üzerinden Cumhuriyetçi Parti’nin ve diğer adayların stratejilerine göz atmak istiyorum.

 

Cumhuriyetçi Parti’nin seçim sonuçlarını belirleyen “kızgın seçmen”

 

4 Kasım 2014 tarihindeki ara seçimlerde Demokrat Parti’nin Cumhuriyetçilere karşı ciddi bir mağlubiyet yaşamasının arka planında ekonomik nedenler olduğunu biliyoruz. Greenberg Quinlan Rosner araştırma şirketinin Uluslararası Siyasi Danışmanlar Derneği’nde o dönem yaptığı sunumda, Amerikalıların %45’i ekonomiyi ülkenin en büyük sorunu olarak görüyor ve yine aynı araştırma sonuçlarına göre, ABD’de ekonomik durumun kötü olduğunu düşünen seçmenlerin oranı %70’i buluyordu. Uzmanlara göre bu rakamlar, Demokrat Parti’nin seçimlerdeki  başarısızlığının ana nedeniydi.

7-9 Ocak 2016 tarihinde Cape Town’da düzenlenen African Political Summit’de de yeni bir sunum yapan aynı şirketin kurucusu Stan Greenberg, yapılan anketlerde aradan geçen süre içerisinde Amerikalıların ekonomik memnuniyetsizliklerinin giderilemediğini, hatta arttığını gözler önüne seriyordu. Greenberg’e göre Amerikan halkının yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeni ile sisteme karşı hayal kırıklığı büyüyor ve bunu doğru dile getirebilen bir adayın seçimlerde öne geçmesinin kaçınılmazdı. Greenberg’e göre yarışacak adayın stratejisi belliydi: Seçmenin kızgınlığına oynamak.

 

Cumhuriyetçi seçmenlerin oy verme motivasyonu; kızgınlık

 

“Düzene karşı duyulan öfke”, ekonomik krizlerle ortaya çıkan partiler üstü global bir olgu.  “Kızgın Seçmen” (Angry Voters) olarak tanımlanan yeni seçmen profili, bugünü ve yarını ekonomik güvensizlik içerisinde hisseden seçmenler olarak tanımlanıyor. Temsil edilemediklerini hatta bir çok zaman siyasetçiler tarafından  ihanete uğradıklarını ve yüzüstü bırakıldıklarını düşünen bu seçmenler geride bırakıldıkları düşüncesi ile kızgınlık hissediyorlar. İspanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza, İngiltere’de İşçi Partisi’nin başına Jeremy Corbyn’in gelmesinde işte bu “Kızgın Seçmen” lerin büyük payı olduğunu biliyoruz.

Süper Salı sonrası yapılan anketlerin bir çoğunda, “Federal hükümete kızgınlık hissediyorum” diyen seçmen ile Trump’a oy veren seçmen arasında büyük paralellik olduğunu gördük. Aynı şekilde, kızgın hisseden seçmen ile düzen dışı aday tercih eden seçmen arasında da büyük bir paralellik bulunuyor. Örneğin, CNN’in yaptığı anketlere göre Tennessee’de kızgınlık hisseden seçmenin %46’sı Trump için oy kullanırken, Massachusetts’de düzen dışı aday isteyenlerin Trump’a desteği %74’i bulmuş. Nitekim, bu eyaletteki ılımlı Cumhuriyetçilerin ve sol eğilimli kesimin Donald Trump'ın başarısını sekteye uğratabileceği düşünülürken, seçim sonuçlarının beklenenin aksine Trump’ın lehine olduğunu görüyoruz. Aynı şekilde, muhafazakar aday olan Ted Cruz’a oy vermesi beklenen bir çok muhafazakar seçmenin de tercihini Trump’dan yana kullandığını gözlemleyebiliyoruz. Bu açıdan baktığımızda tıpkı Greenberg’in söylediği gibi seçmenin oy verme motivasyonunun temelinde ideolojiden çok kızgınlık olduğunu anlayabiliyoruz.

 

Diğer adaylar Trump’ı durdurabilecek mi?

 

 

2013’te Teksas senatörü seçilen Ted Cruz, “Cesur Muhafazakarların Hareketi” olarak adlandırdığı seçim kampanyasından da anlaşılacağı üzere, 2016 Amerikan seçimlerinin en muhafazakar adayı olarak yarışıyor. Kendisi de bunu söylemekten çekinmiyor, hatta tanıtım videosunda özellikle vurguluyor. Internet sitesine bakacak olursak “Muhafazakarlar Birleşiyor” sloganı ile açılan sayfada “Ulusal Dua Takımı” başlığını görebiliyoruz. “Heidi (eşi) ve kendisinin ulusun her köşesinden gelen dualar için minnettar olduklarını, kendilerinin de her gün dua etmenin gücünü hissettiklerini” söylediği bağlantıda, seçmene isim, adres vererek veya twitter hesabı ile  “Ulusal Dua Takımına” katılma imkanı sunuyor. Babası da papaz olan Cruz, muhafazakar değerlerin savunuculuğuna soyunarak muhafazakar seçmeni konsolide etmeye çalışıyor.

 

Hedef ve veri odaklı bir seçim kampanyası

 

Hedef ve veri odaklı bir seçim kampanyası yürüten Cruz’un, saha çalışmalarında da özellikle kilise ve papaz örgütlenmelerinden yola çıktığını biliyoruz. Genç olmasının bir avantaj olduğunu saptayan Cruz, adaylık anonsunu Twitter üzerinden Pazartesi gece yarısı yayınladığı bir video ile yaptı. Seçilen gün ve saat de tesadüf değildi elbette. Kendi hedef kitlesi seçmenin en çok sosyal medyaya girdiği zamanı saptayan Cruz, daha kampanya başlangıcında seçmenine ulaşmanın yollarını aramaya başlamıştı. “Ülkeyi yönetmek için yeni bir nesil cesur muhafazakarlar gerekiyor” açıklamasıyla da sadece kendi yaşına vurgu yapmakla kalmıyor, ilk günden konumlanmasını da ortaya koyuyordu. 

Kampanya sürecinde de veri ve hedef odaklılığını kaybetmeden, seçmene kişiselleştirilmiş mektuplar yollayan, hedef odaklı reklamlar yayınlayan Cruz’un seçmenin nabzını tutmaya çalıştığını da biliyoruz. Örneğin, George W. Bush’un 2000 Başkanlık kampanyasında siyasi danışmanlık yapan Cruz’un kampanya başlangıcında bibliyografyasında bu bilgiye yer vermesine rağmen sonradan bu bilgiyi kaldırdığını görüyoruz. Son günlerde Irak Savaşı’nı yarattığı negatif kamuoyu etkisi ile mi yoksa Jeb Bush’un maruz kaldığı saldırılara maruz kalmamak için mi olduğunu bilmiyoruz ancak, bu bilginin kaldırılmasının tesadüf olmadığını da tahmin edebiliyoruz. 

Süper Salı’da her ne kadar beklediği başarıyı yakalayamasa da Alaska, Oklohama ve tabii kendi eyaleti olan Texas’ı kazanmış olması itibari ile Rubio’nun önüne ilerlemeye devam eden Cruz, yarışın en iddialı ikinci ismi olmayı sürdürüyor.

 

Rubio Amerika’ya
yeni bir yüzyıl yaşatabilecek mi?

 

Florida senatörü Marco Rubio ise “Çay Partisi” (Tea Party)’nin  yükselişi ile adını duyuran, seçimlerin genç adayı. Rubio Cumhuriyetçi Parti’nin kurumsal kimliği ile en çok özleşleşen aday olmasına rağmen ihtiyacı olan momentumu ve heyecanı halen yakalayabilmiş değil. Trump, Rubio’nun da  imajını sarsmak için diğer rakiplerine uyguladığı taktiğin aynısını uygulayarak rakibine karalayıcı bir lakap takmakta gecikmedi ve “Hafif Siklet Rubio” lakabını takarak kendisinin önemsenmemesi gereken bir aday olduğunun altını çizmeye çalıştı.

Cumhuriyetçi Parti’ye kurumsal olarak en uyan aday olması itibari ile Rubio’nun Siyasi Aksiyon Komitelerin büyük desteğini aldığını biliyoruz. 2011 yılından itibaren Florida senatörü olan Rubio’nun ailesinin Küba kökenli olmasının göçmenler üzerinde etkisi olabileceği ve Cumhuriyetçi Parti’nin ulaşmakta zorluk çektiği bazı seçmen gruplarına ulaşılabileceği düşünülüyordu. Fakat, bir siyaset iletişimcisi gözü ile Rubio’nun Cumhuriyetçi seçmen için oldukça olumlu ve cesur mesajları olmasına rağmen mesajlarını iletmede sıkıntı çektiğini, konumlandırmasının net olmadığını ve kampanyasının seçmende heyecan yaratamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sadece Minnesota’da ön seçimi kazanmış olması ve alınan sonuçları nedeni ile komitelerin hayal kırıklığına uğradığı bir gerçek.

Adayların Aksiyon Komitelerinin desteğini alabilmelerinin en temel şartı kazanma ihtimallerini göstermeleri olduğunu biliyoruz. Rubio’u destekleyen “Muhafazakar Çözümler Komitesi” (Conservative Solutions PAC) Süper Salı için 4,5 milyon dolarlık reklam harcaması yapmıştı[1]. Süper Salı sonrası Cruz’un da gerisinde kalarak 3. sıraya yerleşen Rubio için soru işaretleri belirginleşmeye başladı. Ted Cruz’un bu belirsizlik ortamından istifade ederek komiteler ile partiyi kendi etrafında birleştirmeye çalışmasının da Rubio’nun işini zorlaştıran diğer bir etken olduğunu söylememiz gerekiyor.

 

Trump’u kim yenecek?

 

Yazının başında bahsi geçen “Trump neden sürekli yükseliyor?” başlıklı yazımda, Cumhuriyetçi Parti’nin “Kolektif Aksiyon Problemi” yaşadığını, siyasi arenada bulunan 5 adayın birbirinin oylarını böldüğünü ve aday sayısı azalmadıkça Trump’ın yükşelişini durdurmanın zor göründüğünü söylemiştim. Alınan son sonuçlar doğrultusunda Cumhuriyetçi adayların Trump’ın yükselişini durdurabilmek için seçmeni, Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelenlerini ve Siyasi Aksiyon Komitelerini kendi etraflarında birleştirmeye çalışıyorlar. Adaylar arasında, adeta asıl rakiplerinin Demokrat Parti adayları olduğunu unutmuşcasına, büyük bir yarış başladığını söylememiz mümkün.

Süper Salı sonrasında Ted Cruz, kendisini Trump’ı yenebilecek tek aday olarak konumlandırmakta gecikmedi ve Trump’a karşı bir savaş açtı diyebiliriz. 2013 yılında Obamacare tartışmaları ile hükümetin kapatılmasına kadar giden bütçe görüşmeleri krizinin ana aktörlerinden biri olması itibari ile Trump’a karşı da savaşabileceğini göstermeye çalışıyor. “Hakikat için Duruş” (Stand for Truth PAC) Komitesi de Cruz’u desteklemek için kurulan ve şu anda tüm güçleri ile anti-Trump kampanyasına katılan komitelerin arasında yer alıyor.

Seçmende motivasyon yaratmak için yeni bir strateji oluşturan Rubio’un danışmanlarının, Rubio’yu Trump’ı durudurabilecek bir aday olarak konumlandırmaya başlaması ise Süper Salı öncesine denk geliyor. Bu yeni konumlandırma çalışmasını gerek katıldığı tartışma programlarından, gerekse de düzenlediği etkinliklerdeki tutum ve söylemlerinden kolayca gözlemleyebilmiştik. Trump’a karşı kampanya yaparak özellikle kararsız seçmen üzerinde etkili olabileceğini düşünen Rubio, Süper Salı’ya anti-Trump adayı olarak girmişti.

Web sitesinde de bağış toplama bağlantısında bile  “Trump’ı Durdur, Rubio’nun Takımına Katıl” başlığı koyan Rubio’nun sayfasının Trump’a  karşı negatif içerikle dolu olduğunu görebiliriz. Rubio’nun Anti-Trump konumlanması o kadar yoğun bir hal aldı ki  “Amerika için Yeni Yüzyıl” sloganı ile yola çıkmış olmasına ragmen, bu sloganı bile artık web sayfasında görmek mümkün olmuyor.  “Arkadaslarınızın dolandırıcıya oy vermelerine izin vermeyin” başlığını da kullanan Rubio’un bu yeni stratejisi, Süper Salı’da arzu ettiği başarıyı elde etmesine yetmedi.. Ancak uzmanlar ilerleyen günlerde Siyasi Aksiyon Komitelerinin desteği ile de özellikle kendi eyaleti Florida’da büyük bir başarı yakalayarak kampanyasının ivme kazanma ihtimali olduğunu da düşünüyor.

 

Siyasi aksiyon komiteleri
Trump’ı durdurabilecek mi?

 

Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’nin imajını bozduğunu ve partinin adaylığını kazanması durumunda ulusal seçimi kaybedeceğini düşünen Cumhuriyetçi Parti’nin ileri gelenleri de Trump’a karşı Siyasi Eylem Komiteleri aracılığı ile fon toplamaya ve anti-Trump kampanyaları yapmaya son hız devam ediyorlar. Center for Public Integrity datalarına göre Süper Salı öncesindeki 2 haftada anti-Trump komiteleri toplam 8,500 reklam yayınladı[2].

Anti-Trump komitelerinin en güçlülerinden sayılan 2012 Cumhuriyetçi Aday Mitt Romney’in kampanya ekibinden Katie Packer’in Trump’ın yükselişini durdurmak adına kurduğu “Prensiplerimiz Komitesi” (Our Principles PAC) de toplamda 4,4 milyon dolar harcadı. Bu bütçenin yaklaşık 400bin doları Süper Salı öncesi TV reklamlarına ayrılmıştı. Komite, Trump’ı bir liberal olarak göstererek muhafazakar oylarını düşürmeyi amaçlıyordu[3]. Süper Salı sonrası Jeb Bush’un iletişim direktörü Tim Miller’in da katıldığı komite, son olarak Todd Ricketts gibi ultra zengin işadamı, Paul Singer risk fonu yöneticilerini vs. de aralarına katarak sadece reklam değil, ilerleyen günlerde çeşitli araştırma faaliyetlerinde de bulunacaklarını açıkladılar. Hedef olarak 15 Mart tarihini koyan komite, Michigan ve Illinois ön seçimleri öncesi Trump’ı durdurabilmeyi amaçlıyorlar.

“Büyüme için Kulüp”(Club for Growth) ve “Amerikan Gelecek Fonu” (American Future Fund) da Trump’ın yükselişini durdurmak amacı ile kurulmuş muhafazakar iki komite. Büyüme için Kulüp, Süper Salı öncesinde 1000 adet reklam yayınlarken, Amerikan Gelecek Fonu da Trump Ünversitesi’nin öğrencileri borç batağına düşürdüğü ile ilgili reklamlar yayınlamaya devam ediyor.

Anti-Trump kampanyasına Trump’ın da tepkisiz kaldığını söyleyemeyiz. Kampanyaya misilleme olarak Trump 22 Şubat-1 Mart arası 3,000 reklam yayınladı[4].

 

Cumhuriyetçi Parti mi Trump’a,
Trump mı Cumhuriyetçi Parti'ye yaklaşacak?

 

Adaylığını açıkladığı andan itibaren medyanın odak noktasına oturan Trump, aldığı başarılı sonuçlar sonrasında da Cumhuriyetçi Parti’nin ileri gelenlerini bölerek parti içi tartışmaların da merkezine yerleşti. Chris Christie gibi Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen isimlerinden, 2012 Ulusal Kongre’sinin açılış konuşmasını da yapan ve 2016 seçim dönemi adaylarından bir ismin Trump’ı desteklediğini açıklaması ile Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’yi ne ölçüde değiştirdiği soruları da sorulmaya başladı.

Christie’nin Trump’a desteği ile birlikte gündeme oturan konulardan bir tanesi Cumhuriyetçi Parti’nin Trump’ın savunduğu fikirlerin ne kadar arkasında durduğu sorunsalı oldu. New Jersey’de yayınlanan 6 farklı gazete Christie’yi ihanetle suçlayarak istifasını isterken, Trump’a destek olmaya başlayan senatörlerin sayısında da yavaştan da olsa bir artış var. Özellikle KKK Liderleri David Duke’ün Trump’ı destek açıklaması parti içerisinde ciddi anlamda rahatsızlık yarattı. Yayınlanan ulusal anketlerde de hem Hillary Clinton’ın hem de Bernie Sanders’ın, olası adaylığında Trump’ın önünde çıkması da partiyi rahatsız eden ana etkenlerden birisi.

Cumhuriyetçi Parti’nin son çare olarak Trump’ın adaylığını Ulusal Kongre’de engelleyemeye çalışacağı da söylentiler arasında. Bu senaryoya göre adayların hiç birinin yarıştan sonuna kadar çekilmemesi ve oyların bölünmesi ile hiç bir adayın gerekli delege sayısını garantilemeden Ulusal Kongre’ye kalması gerekiyor. Nitekim, Trump’ı partili görmeyen çok sayıda delege var. Trump’ın 1987’de Demokrat, 1987-1999 yılları arası Cumhuriyetçi, 1999-2001 yılları arası Reformist, 2001-2009 yılları arası tekrar Demokrat, 2009-2011 yılları arası tekrar Cumhuriyetçi, 2011- 2012 yılları arası bağımsız, 2012 yılından itibaren tekrar Cumhuriyetçi olması ve geçmiş seçimlerde hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi adaylara yüksek bağışlar yapmış olması da bu delegelerin ve partinin ileri gelenlerinin desteğini alamamasının temel nedenlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.

Trump’ın Süper Salı sonrasında yaptığı konuşmada “Birleştirici” olduğunu söylemesinin aldığı eleştirilere bir yanıt mı, yoksa parti içi çalkalanmayı önleme taktiği mi olduğunu ilerleyen günlerde göreceğiz. 2016 seçimleri bu anlamda Cumhuriyetçi  Parti’nin kendi geleceği açısından son derece kritik bir dönem noktası olacağı şimdiden belli oldu.  


[1] http://www.conservativesolutionsproject.com/

[2] http://www.publicintegrity.org/

[3] http://www.publicintegrity.org/

[4] http://www.publicintegrity.org/

Yazarın Diğer Yazıları

Genç seçmene nasıl ulaşılır?

Gençlerle birliktelik kurabilen parti ve siyasetçiler bağ kurabilmede bir adım öne geçebilecekler. Bakalım bu dönem siyaseti ne kadar "gençleştirebileceğiz"?

AKP "Yalan Üretim Merkezi" reklam filmini neden sildi?

Unutmamak gerek ki, seçimleri strateji kazandırır ve doğru strateji halkın gündemini yakalayandır

ABD'nin seçilmiş başkanı Biden'ın kurduğu ittifak Türkiye'ye örnek olabilir mi? 

Özellikle parti içi dengeler açısından baktığımızda, uzlaşma zemini söz konusu olduğu zaman, siyasiler birtakım fedakârlıklarda bulunulması gerektiğini kabul etmeleri gerektiğinin farkındalar mı acaba?