26 Mayıs 2010

TÜRKİYE'NİN 'ULTRA ÖTEKİLERİ' KİMLER?

Açık Toplum Vakfı'nın desteğiyle yapılan “Biz'lik, 'Ötekilik' ve Ayrımcılık: Kamuoyundaki Algılar ve Eğilimler” başlıklı araştırmanın sonuçları açıklandı.


Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Hakan Yılmaz yönetiminde Açık Toplum Vakfı'nın desteğiyle yapılan “Biz'lik, 'Ötekilik' ve Ayrımcılık: Kamuoyundaki Algılar ve Eğilimler” başlıklı araştırmanın sonuçları açıklandı.


Açık Toplum Vakfı'nın davet ettiği bir grup gazeteciyle paylaşılan sonuçlar arasında son derece çarpıcı, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bulgular var. Bu yazıda, araştırmayı yöneten Prof. Yılmaz'ın, yapılan çalışmaya ve elde edilen sonuçlara ilişkin yorumlarını verilerle birlikte aktaracağız. Ancak önce, Yılmaz'ın deyimiyle “Türkiye'nin ultra ötekileri”nin eşcinseller ve ateistler olduğunu, bu tercih ve görüştekilere karşı toplumun bütün kesimlerinde büyük bir tahammülsüzlük gözlendiğinin altını çizelim. Toplumda işkenceyi savunanların oranının yüzde 27'ye çıktığını, toplumun önemli bir kesiminin polis ve yargıya güveninin kalmadığını belirtelim. Bu tabloya karşın, yine toplumun önemli bir kesiminin Alevilere ve kadınlara karşı ayrımcılık yapıldığını kabul ettiğini, farklı kimliklere anayasal güvence verilmesini desteklediğini de not edelim.

 

'Alışık olmadığımız iktidar ve ötekileştirme'

 

Daha önce yönettiği “Türkiye'de Muhafazakârlık, Aile, Din, Batı” başlıklı araştırmayla da önemli bir tartışma yaratan Prof. Yılmaz, “Biz'lik, 'Ötekilik' ve 'Ayrımcılık” araştırması konusuna giriş için şu notları düştü:


“Ötekileştirme son 20-25 yılın hadisesi. Bu dönemde Türkiye'de bir 'kimlikler devri' başladı. Ötekileştirme, bu 'kimlikler devri'nin bir sonucu. Peki son 7-8 yılda neden önem kazandı? Çünkü 'alışık olmadığımız' bir iktidar' geldi ve bu dönemde bu tartışmalar alevlendi.


 'Ötekilik' kimliğini oluşturan, yani dini, etnik, mesleki v.s. kimlikler, tanım icabı oldukça kişisel, mahrem alanda yaşadığımız kimlikler. Yani toplumsal alana, kamusal bir dile sokmamız zor olan kimlikler. Kime oy vereceğinizi söylersiniz, ama örneğin 'Aleviliğin veya Sünnîliğin ahlak kurallarına ne kadar uyuyorsunuz' türünde sorular mahrem alana ilişkin sorular ve bu sorulara yanıt almak zor. Dolayısıyla bu konularda yanıt almak için farklı anahtarlara ihtiyaç var. Bu noktadan hareketle 1,5 yıl boyunca bu konuda ders verdim, kitaplar okundu, çalışmalar yapıldı. İnsanları 'bilgi nesnesi' olarak kullanmak etik de görülmeyebilecek, zor bir iş. Bu araştırmada, biraz daha kamusal dile dökülmüş olan sonuçlar bir yön belirler, ama elbette eleştiriye açıktır.”

  

1811 kişiyle yüzyüze görüşüldü

 
Araştırmanın temel sonuçlarına geçmeden önce, çalışmanın künyesiyle ilgili özet bilgi de aktaralım. Çalışmaya temel olan kamuoyu yoklaması, Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Vakfı için Infakto Research Workshop tarafından yapılmış. Saha çalışması 15 Şubat – 15 Nisan 2010 tarihleri arasında, kentsel ve kırsal alanda, 18 yaş üstü nüfusu temsil eden 1811 kişilik bir örneklem üzerinden gerçekleştirilen yüzyüze görüşmelerle tamamlanmış. Saha çalışması kapsamında 18 ilin merkez ve çevre ilçeleriyle köy ve mahalelerde anket uygulanmış. Araştırma için “basit rastsal örnekleme” varsayımı altında açıklanan hata payı artı-eksi yüzde 2,3.


Prof. Hakan Yılmaz'ın yönettiği projenin danışmanları Dr. Emre Erdoğan ve Güçlü Atılgan. Gökçen Yılmaz ile Deniz Şahin de proje asistanlıklarını üstlenmişler. 


Araştırma ekibine, elde ettikleri önemli bulgular ve değerli analizleri için teşekkür ederek, bazı sonuçlara geçelim. 

 

Birinci kimlik tercihi vatandaşlık

 

Araştırmada yöneltilen temel sorulardan birisi “Bize göre 'Biz' kimiz?”


Bu soru için deneklerden 1. ve 2. kimlik tercihlerini belirtmeleri istendi. “Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olmak”, birinci ve ikinci tercihlerde yüzde 36'şar oranında seçilerek “Biz kimiz” sorusunun ilk sıradaki yanıtı oldu. 


“Türk milletinin, Türk ulusunun mensubu olmak” birinci ve ikinci tercihlerde sırasıyla yüzde 29 ve yüzde 18 oranlarında işaretlendi. 


“İslam dininin emir ve yasaklarına birebir uyan dindar bir Müslüman olmak” birinci ve ikinci tercihlerde sırasıyla yüzde 18 ve yüzde 16 oranlarında seçildi. 


“Laik kafa yapısına ve hayat tarzına sahip çağdaş bir Müslüman olma”yı birinci tercihlerinde “Biz kimiz” sorusunun yanıtı olarak verenlerin oranı hayli düşük (yüzde9). İkinci tercihlerde ise kimliğini “laik kafa yapısı”yla tanımlama oranı yüzde 18'e çıkıyor. 


“Kendi etnik dil ve kültür topluluğuma mensup olmak” yüzde 5 ve 4 oranlarında tercih edildi. 


“Memleketim, doğduğum, büyüdüğüm, ailemin geldiği bölge” kimlik tanımlamada birinci ve ikinci tecihlerde yüzde 1 ve 7 oranlarında benimsendi. 


Prof. Hakan Yılmaz, bu sonuçları “yerelliğin önemli ölçüde yok olduğu, baskın-egemen bir kimlik yerine dağıtılmış bir kimlik karşısında bulunduğumuz, Türkiye'de vatandaşlığın sahip çıkılan bir kimlik haline geldiği” ifadeleriyle değerlendirdi.  


Sunum sırasında, “kimlik” tarifinde “vatandaşlığın” birinci sırada çıkmasını “devrim” diye değerlendirenler de oldu, “86 yılın sonunda çok zayıf” bulanlar da... 


“Türk kimliği ve etnik kimlikler arasında nasıl bir denge kurulduğu” yolundaki soruya yüzde 90 oranında “etnik dilim ve kültürüm yoktur ve/veya hayatımda birinci sırada Türk dili kültürü gelir, etnik dil ve kültürüm ikinci sırada gelir” yanıtı verildi. 


Prof. Yılmaz, bu yanıtta toplumun yüzde 90'ını “ana akım” denilebilecek kesimin oluşturduğunun görüldüğünü, bulgunun “uluslaşma süreci politikalarının sonuç aldığını gösterdiğini” söyledi.

  

Cemaat ve etnik grupta maddi kazanç beklentisi var

 
“Sizce bir kişi mensup olduğu grubun kurallarına uyarsa nasıl ödüllendirilir” sorusuna cemaat ve etnik grup kategorisinde dikkat çeken yanıtlar alındı. Mensup olunan cemaatten yüzde 25, etnik gruptan da yüzde 19 oranlarında “iş, eş, burs, yurt, borç para, müşteri bulur” anlamında “maddi kazanç elde edilir” yanıtı alındı. 

 

Ultra ötekiler: Eşcinseller ile ateistler

  

Araştırmanın “ötekililik-ayrımcılık” konusundaki en çarpıcı bulgularından birisi “Haklar tamamen kısıtlanabilir mi? Evet diyenler...” sorusunun altında açılan seçeneklerde elde edildi. Araştırmaya katılanların yüzde 53'ü “çoğunluktan farklı cinsel yönelimlerin serbestçe yaşanabilmesi” hakkının tamamen kısıtlanabileceği yolunda görüş bildirdi. Aynı oran 2005'te yüzde 58'di. 


Araştırmaya katılanların yüzde 37'si de, “ateistliğin” tamamen kısıtlanabileceğini düşünüyor.  


“Din değiştirme” yüzde 27, “toplantı ve gösteri yürüyüşü” yüzde 26, “anadili Türkçe olmayanların kendi dil ve kültürlerini serbestçe kullanıp yaşamaları” yüzde 19, “Müsmüman olmayanların kendi dinlerini serbestçe yaşamaları” yüzde 18 oranlarında “tamamen kısıtlanabilecek haklar” olarak dile getirildi.  


Gayrimüslimlerin kendi dinlerini ve kültürlerini yaşamalarına karşı tutumun oranının 2005'te yüzde 15 olduğunu, 5 yılda 3 puanlık bir artış gözlemlendiğini belirtelim. 


Prof. Hakan Yılmaz, eşcinseller ile ateistlere karşı olan tutum başta olmak üzere, bu soruya verilen yanıtların ciddi sorun alanlarını gösterdiğinin altını çizdi. Yılmaz'ın temel değerlendirmesi, “Eşcinseller ve ateistler ultra ötekiler olarak dikkat çekiyor” oldu.

 

İşkenceyi onaylayanlar arttı, yüzde 27'ye ulaştı! 

 

“Haklar tamamen kısıtlanabilir mi? Evet diyenler...” başlığı altında işkenceyi onayların oranı ve bu oranın artışı, araştırmanın önemli bulgularından bir diğeri. “İşlediği iddia edilen suç ne olursa olsun kimseye işkence yapılmaması” hakkının tamamen kısıtlanabileceğini düşünenlerin 2005'te yüzde 23 olan oranı yüzde 27'ye çıkmış durumda! 


Araştırmada yöneltilen “Kimler kimliklerini açık edemezler” sorusuna verilen yanıtlarda “Homoseksüellik gibi farklı cinsel yönelimleri olanlar” yüzde 72 ile başı çekiyor, “Ateistler” yüzde 59 ile ikinci sırayı alıyor. Diğer yanıtlar “Müslümanlıktan farklı dini inancı olanlar” yüzde 28, “ibadetlerini yerine getirmeyen Müslümanlar” yüzde 28, “Müslüman olmasına rağmen Sünnilikten farklı bir mezhebe mensup olanlar” yüzde 21, “Türklükten farklı bir etnik kökenden gelenler” yüzde 19, “Yoksul bir kişi” yüzde 18, “İyi eğitim almamış bir kişi” yüzde 16, “Bir Müslüman olarak dini inancına uygun biçimde yaşayanlar” yüzde 11, “Laik bir hayat tarzı ve dünya görüşüne sahip olanlar” yüzde 7 biçiminde sıralanıyor. 


Toplumun yüzde 59'u, kimliğinin baskılanacağı ortamlara girmeyeceğini, girse de sessiz kalacağını söylüyor. 

 

Etnik ve dini kimlikler anayasada tanınmalı

  

Araştırmaya katılanların yüzde 39'u tamamen, yüzde 35'i de kısmen “tüm dinler, etnik kimlikler, mezhepler ve benzeri kimlikler anayasa ve yasalar tarafından tanınmalı ve güvence altına alınmalıdır” görüşünü dile getirdi. 

 

Mahalle baskısında komşular önde

 

“İnsanların neden ayrımcılık yaptığı” sorusuna yüzde 48 oranında “Doğru bildiği değerlere ve yaşayışlara aykırı davranılması kişiyi rahatsız ettiği veya kendi değerleri hakkında şüpheye düşürdüğü için”, yüzde 38 oranında da “Bilgi sahibi olmadığı için” yanıtı verildi. 


“Mahalle baskısı” diye nitelenebilecek “Özel alanda en fazla kim ayrımcılık yapar” sorusunda “Komşular” yüzde 13 ile birinci, “patron ve diğer çalışanlar” yüzde 10 ile ikinci, “Arkadaşlar ve dostlar” yüzde 5 ile üçüncü oldu. Aynı soru kamusal alan için sorulduğunda yüzde 20 ile “polis ve asker gibi güvenlik güçleri” birinci, “Devlet dairelerindeki sivil memurlar” yüzde 7 ile ikinci, “Belediye başkanları ve belediye memurları” yüzde 6 ile üçüncü çıktı. Sıralamayı ”Doktorlar ve sağlık personeli” yüzde 4, “imamlar ve cemaat önderleri” yüzde 3 ile takip etti. 

 

Alevilere karşı ayrımcılık kabul ediliyor 

 

Araştırmaya katılanların yüzde 32'si tamamen, yüzde 35'i “biraz” olmak üzere “kadınların aile ve iş hayatında ve eğitimde ayrımcılığa uğradığını” düşündüğünü söyledi. Bu soruda pek ya da hiç katılmadığını söyleyenlerin toplam oranı yüzde 31. 


Araştırmanın ilginç bulgularından biri de, Aleviler'e yönelik ayrımcılık konusunda elde edildi. “Zorunlu din dersleri Alevilik gibi diğer İslam mezheplerine mensup öğrencilere karşı yapılmış b.ir ayrımcılıktır” görüşüne “kesinlikle katılıyorum” diyenlerin oranı yüzde 18, “Biraz katılıyorum” diyenlerin oranı da yüzde 26 oldu. Yüzde 42'lik kesim ise, bu görüşe pek ya da hiç katılmadığını dile getirdi. Prof. Yılmaz, kendisini Sünnî olarak kimliklendirenlerin oranının yüzde 82 olduğu bir toplumda, Alevilere karşı ayrımcılık yapıldığını düşünenlerin oranının yüzde 44 çıkmasının önemli olduğunun altını çizdi. 


Aşağıdaki linkte tamamını verdiğimiz araştırmadan son sonucu da aktaralım. “Polis ve yargının ayrımcılığa çözüm bulacağına inanmayanların” oranı yüzde 42! 

 

Türkiye ırkçılığa da gidebilir, çok kültürlülüğe de

  

Prof. Hakan Yılmaz, araştırma sonuçlarını paylaştıktan sonra yaptığı genel değerlendirmede, bulguların “modernleşememe ya da yeterince modernleşememeden” kaynaklı sorunları ortaya koyduğunu, ötekine karşı duyulan pre-modern mesafe kültürünün bugüne harmanlanmış sonuçlarıyla karşılaştıklarını” söyledi. 


Türkiye'nin bu noktadan “ırkçılığa” da, “çok kimlikliliğe” de gidebileceğini vurgulayan Yılmaz, “Modernleşme krize girdiği anda postmodern bir etnisizme mi gidilecek” diye soruyor.  


“Başkasından ikrah etme, ötekinin haklarını savunmama konularında 5 yılda mesafe alınamadığını” anlatan Yılmaz, Türkiye'nin postmodern dönemde ırkçılığa da yönelebileceğinin altını çiziyor. Yılmaz'a göre, “modernleşme sürecinde düşünmediğimiz, örttüğümüz sorunlar 'bizi çözün' diyor. Bu durumu kemikleştirebilir ve etnisize edebiliriz ya da çok kültürlülüğe yöneltebiliriz...” 


Kısacası, Türkiye'nin, hunharca cinayetler ve facialar olmadıkça kamuoyunun gündemine pek yansımayan büyük sorunları bulunuyor!..


“BİZ'LİK, ÖTEKİLİK VE AYRIMCILIK” ARAŞTIRMASININ TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ


Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?