10 Mayıs 2014

Tarihten güncelliğe bir soru: Başbakan 'edepli' davrandı mı?

Erdoğan, insanın kendisine yenilmesinin acıklı bir hikâyesine dönüşüyor...

Devlet protokolü, nezaket dairesinde devletlerin gücünü göstermekten giderek "zarafet"e evrilen ve resmi görevlerdeki ilişkiler için öngörülen kurallar bütününü ifade eder. 

Bugünkü "protokol" karşılığında "teşrifat" ifadesinin kullanıldığı Osmanlı'da, Teşrifat-ı Divanı Humayun Dairesi Kanuni Süleyman devrinde kuruldu. Cumhuriyet, dünya devleti ağırlığında "teşrifat" geleneği bulunan Osmanlı'dan kuvvetli bir protokol geleneği de devraldı.

Devletleri en üst düzeyde temsil eden devlet başkanlarının protokolde çok özel bir yeri bulunur. Misal, halen uygulandığı yerlerde 21 pare top atışı sadece devlet başkanlarının karşılanmasında uygulanır.

Misal, Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı'ndan gelen davetlerde "LCV", yani "katılıp katılmama konusunda cevap verilmesi" için not bulunmaz. Zira cumhurbaşkanı daveti söz konusuysa icabet edilir, gidilir. Cumhurbaşkanı'nın gittiği yer, o terk etmeden terk edilmez. 

Protokol için Dışişleri'nde Protokol Genel Müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı'nda Protokol Müdürlüğü bulunur. Yurt dışı gezilerinde  cumhurbaşkanlarına Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdürü, başbakanlara Protokol Genel Müdür Yardımcısı refakat eder. Protokol, tarihten güncelliğe devlette hiyerarşinin zarafetle inşa edilmeye çalışılan mimarisi de sayılır. Atanmışları bir set gibi seçilmişlerin önüne çeken protokoller o zarafet ve bugünün demokrasi kültüründen uzak olsa da, böyledir.

Türkiye Cumhuriyeti 90 yaşında olmasına rağmen Danıştay'ın 146. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Zira Danıştay, Osmanlı döneminde, 1868'de "Şura-yı Devlet" olarak kuruldu. Ve Osmanlı'dan devralınan kurumlardan Danıştay'ın kuruluş yıldönümünde devlet protokolü, o protokolün zirvesindeki isimlerden biri tarafından yerle bir edildi.

Başbakan Tayyip Erdoğan, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu'nun konuşmasına sinirlenip "Edepsizlik yapıyorsun" diye bağırarak salonu terk ederek de geçti tarihe. Üstelik, Cumhurbaşkanı'nın yanında sergilediği bu öfke nöbetinden sonra gittiği Afyon'da, "Bunlar devlet protokolü nedir, bundan da bihaber" diyerek!

 

Tahammülden uzak bir otokrat

Evet, Feyzioğlu'nun Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri, yüksek yargı organları ve milletvekillerinin de hazır bulunduğu bir törende 1 saat süren aşırı uzunlukta bir konuşma yapması, o konuşmaya vesile olan Danıştay'la, yargıyla ilgisi bulunmayan ayrıntılara girmesi en azından özensiz bir tutumdu.

Peki Başbakan'ın tavrı konusunda ne denilebilir, derseniz, cevap, "tahammülsüzlük"ten başlar. Bu bahiste Erdoğan söz konusu olduğunda, artık sözün bittiği yerdeyiz. Danıştay salonunda Erdoğan, bir kez daha, demokrasinin, birlikte yaşamanın temeli olan "tahammül"den çok uzak bir otokrattı.

Başbakan'ın yörüngesindeki isimlerin Danıştay skandalı için yaptığı "ikinci van minüt çıkışı" yorumları da en fazla bir tebessümü hak eder, geçelim.

Evet, protokol. Cumhurbaşkanı'nın bulunduğu bir ortamı, ondan önce terk eden Başbakan örneğine 19 Şubat 2001'deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında tanık olmuştuk. Büyük bir ekonomik krizin takip ettiği o toplantıda dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, önüne Anayasa kitapçığını fırlatınca Başbakan Bülent Ecevit salonu terk etmişti. Ancak bu olayda öfkelenerek teamüllere aykırı davranan kişi kaba bir tavra muhatap olan Başbakan değil Cumhurbaşkanı'ydı.

 

Gül'ün ayak freni ve Erdoğan

Danıştay'daki olay, bana en çok Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan arasındaki ilişkiyi düşündürdü. Öfke nöbetine tutulan Erdoğan'ın tavrının Gül'ü çok şaşırtmasa da, epey canını sıktığı anlaşılıyordu.

Neden çok şaşırmamıştır Gül? Dışişleri Bakanı'yken, Temmuz 2006'da Hürriyet'ten Yener Süsoy'a verdiği söyleşideki sözlerini hatırlayın. Erdoğan'ın tabiatı ve aralarındaki ilişki konusunda çok özel bir bilgi paylaşmıştı Gül. Süsoy'un, "Başbakan’ı sinirlenmemesi için zaman zaman uyarıyor musunuz" sorusuna şu cevabı vermişti:

"Sık sık uyarırım. Yabancılarla yaptığımız toplantılarda elimle, ayağımla bile ikaz ederim. Mesela, 17 Aralık’taki Brüksel’deki toplantıda, masa altından birbirimizin ayağına çok bastık."

Bu kez Gül de durduramadı Erdoğan'ı. Erdoğan'ın "Edepsizlik yapıyorsun" diye bağırmasından sonra protokolde oturan diğer isimler gibi Gül de tedirgin oldu. Önce oturdukları yerde sakinleştirmeye çalıştı Erdoğan'ı. Ardından ayağa kalkarak bağırmaya başlayan Başbakan'ı bir süre oturduğu koltuktan izleyen, kalkmakla kalkmamak arasında kararsız kalan Gül, yine Erdoğan'ı sakinleştirmeye çalıştı. Bu amaçla Başbakan'ın koluna dokundu. Başbakan'ın bir kez daha fişi çekmeyi unutarak devam etmesi üzerine Gül tekrar sakinleştirmek için kolundan tutmaya teşebbüs etti. Bu sırada kollarını açarak öfkesini beden dilinden de esirgemeyen Erdoğan'ın tavrından utanırcasına başını öne de eğdi Gül.

Erdoğan devam etti, o kadar ki eliyle kapıyı göstererek Cumhubaşkanı'nı salonu terk etmeye davet etti  Ancak Cumhurbaşkanı bu noktada Erdoğan'dan koptu, protokol sırasındakilerle tokalaşırken Başbakan çekip gitti.

"Edepsizlik" diye bağıran Başbakan'ın, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, Danıştay salonunda bulunanlara edepli davrandığını söyleyebilir misiniz?

Sandıktan zaferle çıkıp kendine mağlup olmak! Evet, insanın kendisine yenilmesinin acıklı bir hikâyesine de dönüşüyor Erdoğan.

Ne kadar başarılı olursanız olun, hayat zaaflarıyla sınıyor insanı.

Hâlâ Erdoğan'ın, bir adım ötesi kaba kuvvet olan bu hâllerine şaşıyor olmak da belki bizim zaafımız. Erdoğan'ın zaafı ise başka. Başka ve çaresiz...

Derler ki; insanları kontrol edebileceğin duygusu bir hayaldir, çimenler büyüyor!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?