19 Şubat 2013

Devletimiz Hollanda'da lezbiyen çifti takipteyken...

Bir çocuğun yüzünde \"oyun\" olamayacak gülüşüyle bakan Yunus ne der bu işe? Uğurları, Servanları, Roboskili çocukları bilse ne der?..

 

Servan'ı hatırlamazsınız. En azından ben unutmuştum. Meslektaşım Gökçer Tahincioğlu, dün Milliyet'in manşetinden haber verdi Servan'ı.

Servan, Ankara'da yaşayan Haşim ve Nazar Karahan çiftinin oğluydu. Bu dünyada gördüğü son şey, koskoca bir dolap oldu. 9 Mart 2001'de annesi ve babasıyla gittiği Söğütözü'ndeki YİMPAŞ mağazasının oyuncak reyonunda, duvara sabitlenmemiş halde ve tek ayağı boşlukta olan 100 kilo ağırlığındaki bir oyuncak dolabının altında kalarak can verdi. Henüz dört yaşındaydı.

"Cinayet”ten sonra üç mağaza yöneticisi hakkında Ankara 20. Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Mahkeme, dava sürecinde üç kez bilirkişi raporu istedi. Tahincioğlu'nun haberine göre ilk raporda “dolabı düşürdüğü” gerekçesiyle Servan ve ailesi, ikinci raporda dolabın “duvara monte edilmemesi” nedeniyle mağaza kusurlu bulundu. “İyi ki Servan'ın kendisi, öldüğü için kusurlu bulunmamış” diyebilirsiniz. Bu ihtimal de üçüncü bilirkişi raporuyla bertaraf edildi ve küçük Servan 8'de 3 kusurlu bulundu!

Yargılama sonunda mağaza yöneticilerine sadece para cezası yeterli görüldü ve aileye 755'er lira ödenmesine hükmedildi. Ancak para cezası da “zamanaşımı” nedeniyle ödenmemişti. Zira devlet aradan geçen 7,5 yılın sonunda tebligatları yapamamış, yaptığında yanlış adrese gitmiş, ihtimal sanıklar da tebellüğ çalımlarıyla bu süreyi doldurmuştu.

Elbette bir dava da, tebligatları yanlış adrese gönderen zabıt kâtibine açıldı. Kâtip beraat edince Yargıtay “yanlış adrese tebligatın bilerek yapıldığını” belirterek kararı bozdu. Kâtip bu kez, 3 bin lira para cezasına çevrilecek 6 aylık hapis cezasına mahkûm edildi.

Davanın zamanaşımına taşınmasında çelişkili bilirkişi raporları da etkili olmuştu. Kurcalandığında anlaşıldı ki; raporlardan biri, daha dosya mahkemeden alınmadan yazılmıştı! Yani bilirkişinin raporundaki tarih, dosyanın mahkemeden teslim alındığı tarihten öncesini gösteriyordu!

Dahası var; bilirkişi heyetinde rapora muhalefet şerhi yazan Erhan Dinçer, heyetten istifa ettirilmişti.

Hakkında dava açılan bilirkişilerden Lütfü Kıratlılar, “6 yaşa kadar çocuklar, özellikle ev dışında ebeveynlerinin hiçbir şekilde yanından ayrılmamak ve onların himayesi altında bulunmak zorundadır. Aile tarafından bunun dikkate alınmamasından dolayı ölüm olayına meydan verilmiştir” demişti.

Dava açılanlardan Mehmet Sabri Gencel'in “bilirkişi” olarak savunması “Rapor Lütfü Kıratlılar tarafından düzenlenmiştir. Ben de kendisine güvendiğim için rapora imza attım” olmuştu.

Dava açılan bilirkişilerden Erdem Ulutan da, “O raporun arkasındayım. Küçük bir çocuğun mağazada tek başına bırakılmasında ailesinin de kusuru olduğuna inanıyorum” diyordu.

Peki sonuç?

Mahkeme bilirkişilerden Kıratlılar ve Gencer'in, mimar olmalarına karşın uzman olmadıkları “iş güvenliği” alanında da uzman olduklarını belirterek rapor hazırladıkları, dosyayı mahkemeden teslim almadan ve incelemeden rapor hazırladıkları görüşüne vararak “gerçeğe aykırı bilirkişiliğe” hükmetti, 1'er yıl hapis cezası verdi ve cezayı erteledi. Muhalif bilirkişinin heyetten çıkarılması da mahkemece “dikkat çekici” bulunmuştu.

Peki sonucun sonucu?

Bu dosya da Yargıtay'a gitti, karar bozuldu. “O yalan bu yalan, fili tuttu bir yılan” hikâyesine dönen davanın sonucu beraat oldu!

Bitmedi! Servan'ın ailesi YİMPAŞ'a bir de tazminat davası açmıştı. 500 bin liralık davada, aileye, faiziyle birlikte 82 bin lira ödenmesine hükmedildi. İnternet sitesinde milyonlarca dolarlık yatırım ilanları yapan YİMPAŞ, “Mal varlığımız var, ama nakit paramız yok” diye tazminat miktarını ödemedi.

Servan'ın 4 yıl sürebilmiş ömrü için açılan davalarda yaklaşık 8 yılda varılan nokta bu. Devletin değdiği çocuklar sanki birbirini haber veriyor bu ülkede. İşkence gören Manisalı gençleri hatırlar mısınız, onlar Uğur Kaymaz'ı haber vermişti belki. Daha 12 yaşındaki bedeni 13 kurşunla delik deşik edilen Uğur'u. Mardin Kızıltepe'deki evinin önünde 8 yıl önce babasıyla birlikte "terörist" sayılarak katledilmesinde devletin bir "suç" görmediği Uğur'u.

Uğur'un hikâyesi, "taş atan çocuklar"a taşıyor bizi. "Taş atan teröristler"in hikâyesine bak, Roboski'de parçalanan çocukları anlarsın! Ve Servan'ın katillerine sekiz yılda ceza verilememişse, Uğur'un katilleri masum bulunduğu içindir!  Malum; devlette devamlılık esastır. Ve vatan, evlatlarına karşı, Mardin'den Ankara'ya bir bütün!..

Yunus'u da hatırlamazsınız belki. Hikayesi, birkaç yıl aradan sonra bir kez daha haber siteleri, gazeteler ve televizyonların gündeminde. Türkiye, Avrupa ülkelerinde Hıristiyan "bakıcı" ailelere verilen Türk çocuklar için harekete geçmiş. Devletimiz işe eşcinsel ailelerden başlamış. Bülent Sarıoğlu'nun Hürriyet'teki haberine göre, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı'nın bağlı olduğu Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Hollanda'da yaklaşık 7,5 yıl önce, altı aylıkken, kötü muamele gördüğü gerekçesiyle ailesinden alınarak lezbiyen bir çiftin yanına yerleştirilen Yunus'un geri alınması yolunda hukuki destek sağlanması için talimat vermiş.

Ancak bir çocuğun yüzünde "oyun" olamayacak gülüşüyle bakan Yunus ne der bu işe?

Uğurları, Servanları, Roboskili çocukları bilse ne der?..

Onlar her şeyden önce önce "hayatın" çocukları olduğuna göre, çocuklar ne der?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?