17 Mayıs 2012

Hrant Dink, Başkan ve adamları!

Dink cinayetinde en hafif olasılıkla ihmali olduğu düşünülen kamu görevlilerinin, eğer sorumlulukları yoksa...

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in 19 Ocak 2007'de öldürülmesi, Türkiye'nin üç boyutlu fotoğrafını önümüze koymuş bulunuyor. Katledilen meslektaşımızın eşi Rakel Dink'in ifadesiyle “bir bebekten nasıl katil yaratıldığını” da öğretti bize bu cinayet, bu ülkenin idare ve yargısına hâkim olan zihniyeti de.

Dink cinayetinde en hafif olasılıkla ihmali olduğu düşünülen kamu görevlilerinin, eğer sorumlulukları yoksa bu kuşkudan arınmalarını da sağlayacak yargılamanın önü ısrarla kapatıldı.

Cinayette sorumlulukları tartışılan kamu görevlileri, haklarında başlatılmak istenen yargı sürecinin önüne set çekilmesinin ardından hızla terfi ettiler. Son olarak Ali Fuat Yılmazer''in “birinci sınıf emniyet müdürlüğü”ne terfi ettirildiği süreci gelin birlikte hatırlayalım.

Dink'in ölümüyle sonuçlanan kanlı süreç, cinayetin işlendiği Şişli'de başladı. Zira, meslektaşımızın “Türklüğü aşağılamak”la suçlandığı soruşturma Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nca başlatılmıştı.

Savcılık soruşturma sonunda Hrant Dink'i isyan ettiren o davayı açtı, mahkeme “Türklüğü aşağılama” suçunu sabit görüp cezayı verdi, Yargıtay da onayladı. Ve dava boyunca hedef haline getirilen Dink için planlanan suikast de, Trabzon'dan yolcu edilen bir tetikçi tarafından Şişli'de icra edildi!

 

Emniyet Müdürü Vali, Vali Müsteşar oldu

 

Malum, cinayetten yaklaşık bir yıl önce İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne Trabzon'dan istihbarat gelmiş, kentte Dink'i hedef alan bir saldırının planlandığı konusunda uyarı yapılmıştı. Sadece İstanbul Emniyeti'ne gönderildiği tespit edilen bu resmi yazı bile, Dink'in “göz göre göre” öldürüldüğünü göstermeye yetiyor.

Peki, bu açık delile rağmen cinayet sürecinde İstanbul Valiliği ve emniyetinde yetkili ve sorumlu mevkilerde bulunanlar için ne yapıldı?

Dink cinayeti sonrasında önümüze konan en karanlık fotoğraf, bu sorunun cevabında beliriyor.

Önce, Dink öldürüldüğünde İstanbul Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah terfi ettirildi, vali yapılarak Osmaniye'ye atandı.

Dink öldürüldüğünde İstanbul'daki mülki erkanın zirvesinde olan Vali Muammer Güler hükümet tarafından ödüllendirildi. Güler'in payına da, önce, kamu bürokrasisinde en üst düzey görev olan “müsteşarlık” düştü. İstanbul Valiliği'nden “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı”na atanan Güler, daha sonra AKP Mardin Milletvekili olarak parlamentoya girdi!

Hrant Dink öldürüldüğünde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı olan, daha önce cinayetin planlandığı Trabzon'da Emniyet Müdürlüğü koltuğunda oturan Ramazan Akyürek'in durumu malum. Trabzon Emniyet Müdürlüğü döneminde İstanbul'a Dink'i hedef alan bir eylem planı yapıldığı istihbaratını İstanbul'a gönderen Akyürek, Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun raporunda “görevini ihmal etmek”le suçlandı. Dink öldürüldükten sonra değil, ancak Başbakan Tayyip Erdoğan'ın işadamı Remzi Gür ile telefon konuşmasının gizlice kaydedilip kamuoyuna yansımasından sonraki döneme rastlayan aylarda, Ekim 2009'da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden alınan Akyürek, idari yargıda açtığı davayı kazandı. Ankara 14. İdare Mahkemesi, önce Akyürek'in daire başkanlığından polis başmüfettişliğine atanması işlemi için yürürlüğü durdurma kararı verdi, 9 Mayıs 2011'de de Akyürek'in göreve iade edilmesine hükmetti. “Akyürek'in görevden alınmasını haklı gösterecek bir bilgi ve belge ortaya konulmadığı” gerekçesine dayanan mahkeme, Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun tespitini yeterli görmemişti. Nihayet Akyürek, şubat ayında, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı'na atandı.

 

Soruşturmaya karşı çifte duvar: Valilik ve yargı

 

Bu arada, Dink ailesi emniyette soruşturma için defalarca girişimde bulundu. O girişimlerin akıbetiyle ilgili olarak ailenin avukatı Fethiye Çetin'in Markar Esayan'a yaptığı (Taraf-19 Şubat 2011) bazı açıklamaları hatırlayalım:

“Bakın size İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin tavrını anlatayım. Bu incelemeler sırasında İstanbul Emniyet görevlilerinin sorumluluklarına ilişkin üç ön inceleme raporu hazırlandı. İki bilirkişi raporu ve bunlara ilaveten yüzlerce belge, tanıklık ve ifadeler ortaya çıktı. Müfettişler bunlara dayanarak önce sekiz görevli hakkında soruşturma açılmasını istediler. (Dönemin) İstanbul Valisi Muammer Güler; Celalettin Cerrah ve Ahmet İlhan Güler’i dosyadan ayırdı ve geri kalanlara izin verdi. Ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, gerekçesiz bir kararla bunca delili göz ardı etti ve hiçbir emniyet görevlisi için soruşturma izni vermedi. 

Yaptığımız çalışmalar neticesinde çok önemli bir yeni delil ortaya çıktı. Bildiğiniz üzere Trabzon’dan İstanbul’a gelen istihbarat yazısında Yasin Hayal’in İstanbul’da ses getirecek bir eylem yapacağı, hedefinin Hrant Dink olacağı, bu amaçla İstanbul’a gelip gittiği ve Ümraniye’deki abisinin fırınında kaldığı bilgisi vardı. İstanbul Emniyeti, mahkemeye bu istihbaratın değerlendirdiklerini, iki polis memurunun bu adrese gittiği ancak bu adreste böyle bir fırın olmadığını rapor ettiklerini bildirmişti. Oysa, elimizdeki belgeye göre bu iki polis memurunun aynı gün sabah saat 09:00'dan gece 24.00’e adar Fatih’te başka bir takipte oldukları anlaşıldı.”

 

AİHM mahkûm etti, yine izin verilmedi

 

Aile bu arada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu. Sonucu, yine Avukat Çetin'den dinleyelim:

“AİHM Türkiye’yi, beş başvuruyu birleştirdiği davada dört kez mahkûm etti. Dink’in korunmadığını, cinayetin önlenmediğini ve cinayetten sonraki dava sürecinde özellikle devlet yetkililerinin etkin soruşturulmadığını kayda geçerek yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve etkin başvuru konusunda ihlal tespit etti. Bu arada, müfettişler ise biraz önce değindiğim bu yeni delile dayanarak ayrıntılı bir inceleme yaptı ve bu kez dokuz görevli hakkında soruşturma talep ettiler. Vali Güler yine Cerrah’ı ve İlhan Güler’i ayırdı ve geri kalanına izin verdi. Biz bu karara Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler yönünden itiraz ettik. Hatta Fatih Cumhuriyet Savcısı da Ahmet İlhan Güler için de soruşturma izni verilsin diye itiraz etti. Ancak, önceki kararı AİHM tarafından İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne aykırı bulunan İstanbul Bölge Mahkemesi'nin hâkimleri, sanki AİHM kararı yokmuş ve yeni bir delil de elde edilmemiş gibi hiçbir görevli hakkında soruşturmaya izin vermedi.”

 

Emniyet Genel Müdürlüğü'nden 'oybirliği'yle terfiler

 

Dink cinayetine ilişkin olarak Avukat Çetin'in anlattığı süreçte hiçbir emniyet görevlisinin hakkında soruşturma izni vermeyen idari yargı, daha sonra ilginç bir karar aldı. İstanbul 10. İdare Mahkemesi  “Hrant Dink'i korumadığı için İçişleri Bakanlığı'nın 'ağır hizmet kusuru' işlediğine” karar verdi. Yani bürokratlar suçsuz, bakanlık suçluydu!

Peki, valiliğin ve idari yargının soruşturulmasına izin vermediği isimlerden Ahmet İlhan Güler ne oldu?

Dink cinayeti öncesindeki gelişmeler konusunda en çok suçlanan birimin, İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğü'nün başında bulunan Güler, “1. sınıf emniyet müdürü” yapıldı. Mayıs 2011'de Emniyet Genel Müdür Vekili Bahrettin Demirer'in başkanlığında toplanan Emniyet Genel Müdürlüğü Terfi Komisyonu, Güler'i “oybirliği” ile terfi ettirmişti. Soruşturulmasına izin verilmeyen Güler için  komisyonun terfi gerekçesi neydi biliyor musunuz; “hakkında herhangi bir idari soruşturma yürütülmediği ve geçmişinde disiplin cezası olmadığı”ydı!

Devam edelim. Tetikçi Ogün Samast ile cinayetin ardından yakalandığı Samsun'da hatıra fotoğrafı çektiren Asayiş Şube Müdürü Yakup Kurtaran, bir dizi terfinin ardından Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı'na atandı! Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, kendisine bağlı Devlet Denetleme Kurulu'nun raporunda “Hrant Dink’i hedef haline getiren ve Dink’i öldüren kişinin eline bayrak vererek resim çektiren marjinal anlayış” ifadesiyle eleştirilen Kurtaran'ın durumundan rahatsızlığı da bu terfiyi engelleyemedi.

Nihayet geçtiğimiz cumartesi günü bir kez daha toplanan Emniyet Genel Müdürlüğü Rütbe Terfi Komisyonu, Dink cinayeti nedeniyle Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunda “kusurlu” bulunan Ali Fuat Yılmazer'i “birinci sınıf emniyet müdürlüğü”ne terfi ettirdi. Milliyet'ten Tolga Şardan'ın haberine göre, cinayet sırasında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi'nde “C Şube Müdürü” olan Yılmazer de “oybirliği” ile terfi ettirilmişti.

Cinayet sürecinde İstanbul'da ihmali, kusuru veya kasdı bulunduğu ya da “yetkili makamda olmak” faslından sorumluluğu olduğu düşünülmesine rağmen soruşturulmasına izin verilmeyenler arasında terfi etmeyen kaldı mı, bilmiyorum.

Hrant Dink, son yazısında bile aksini düşünüyordu, ama bu ülkede güvercinleri hep vurdular.

Ne dersiniz; “başkanlık sistemi” korur mu güvercinleri!

Güvercinleri vuranları, kanlı bir karanlığı bir kariyer patikası gibi gözümüze sokanları, bu düzeni kuranları değil...

Güvercinleri korur mu?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?