Doğrularla yanlışlar bir selin içinde birbirine sarılmış, birbirine karışmış sürükleniyor.
Medyada olup bitenler üzerine okuduklarım, bunu düşündürüyor bana.
Mevzu güncel, Yılmaz Özdil'in geçen cuma günü çıkmak üzere Hürriyet'e gönderdiği yazı, gazete yönetimi tarafından "Doğan Yayın Grubu ilkelerine uymadığı" gerekçesiyle yayımlanmadı. Gazete yönetimi malum işadamının ifadelerine atıfla "millete koymak", "kucağına oturtmak" ifadelerini de kullandığı yazısının bazı bölümlerinin değiştirilmesi isteğinin Özdil tarafından reddedildiğini duyurdu.
Yazısı yayımlanmayınca önce Özdil'in istifa ettiği, ardından da Hürriyet tarafından işten çıkarıldığı haberleri geldi. Hürriyet'ten yapılan iki açıklamada da, bu konuda bir bilgi yoktu. Özdil istifa mı etti, işten mi çıkarıldı, yoksa durum "pata" mı, şu ana kadar hiçbir doğrudan bilgiye sahip değiliz.
Hem 'bidon kafalı', hem 'adaletin tokmağı'
Yılmaz Özdil'in bir medya eliti olarak icraatı ve yazıları malum. Soma'daki maden katliamında can verenleri AKP mitinglerine gittikleri için ölmeye müstehak bulmak da var Özdil'in külliyatında, Roboski'de katledilen çocukların kaçakçılıktan ne kadar iyi para kazandıklarını iddia etmek de. Unutulmayan eserleri arasında, 14 Nisan 2010 tarihinde yayımlanan "Yumruk" başlıklı yazısı da var. Bu memleketin cezaevlerinde büyük ezalar çekmiş, misal Diyarbakır Cezaevi'nde işkencelerden geçmiş bir Kürt siyasetçiye, Ahmet Türk'e yapılan ırkçı saldırıyı, "Yumruğunu 'adaletin tokmağı' yerine koyup, Ahmet Türk'ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu" diyerek onaylayabildi Özdil.
"Bu ülkedeki pek çok kişi"nin Özdil'in köşesindeki vasfı duruma göre değişiyordu. Misal, "pek çok kişi" Özdil'in sevmediği siyasi partiye oy verince "bidon kafalı" oluyor, 70 yaşına merdiven dayamış çileli bir siyasetçiyi yumruklayınca "adaletin tokmaklığı"na terfi ediyordu.
Özdil'in, Cem Uzan'a ait olduğu dönemde yöneticisi olduğu Star gazetesindeki icraatını geçiyorum. Merak edenler, T24 yazarı Hakan Aksay'ın, bir döküm de içeren dünkü yazısına bakabilirler.
O yumruk Tayyip Erdoğan'a atılsaydı?
Özdil olayı üzerine yapılan yorumlar "sansür"den "bidon kafalı Hürriyet'ten atıldı"ya geniş bir yelpazede dile getirildi. Haklı olarak; "Hürriyet'in yayın ilkeleri neden Soma, Roboski, Ahmet Türk meselelerinde Özdil'in görüşlerine engel olamadı" sorgusu da yapıldı.
Burada küçük bir parantez açalım. Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, Ahmet Türk yazısında "şiddeti onaylar bir hava doğurduğu" için Hürriyet'teki köşesinde Özdil'i eleştirmişti. Özdil, daha sonra Bildirici'nin eleştirisine, adını anmaya da gerek duymadan, "okur temsilcisi arkadaş bunun utancıyla yaşasın" cevabını verecekti. Hürriyet'in Özdil'i transfer ettiği sırada birinci sayfadan yaptığı anonstaki ifadeyle, "büyük yazar" utanacak değildi elbette yaptığından. İhtimal utanmadığı için Roboski ve Soma incilerini de ekledi külliyatına.
Peki, hangisi doğru? Özdil'in yazısı editoryal süzgece mi takıldı, yoksa sansüre mi?
Türkiye'de "nüfuz kâğıdı" haline getirilmiş gazeteler söz konusu olduğunda cevabı zor bir soru bu. Olağan koşullarda, gazetelerin editoryal müdahaleyi gerekli bulabilecekleri ifadeler var Özdil'in yazısında. Ancak o yazı "yayın ilkeleri nedeniyle yayımlanmadı" derseniz, "Peki yayın ilkeleri Ahmet Türk'e saldırıyı onaylayan yazıyı neden önleyemedi" ve benzeri sorulara muhatap olursunuz. Ya da şöyle diyelim; Ahmet Türk'e savrulan o yumruk Başbakan Tayyip Erdoğan'a atılsaydı Yılmaz Özdil Hürriyet'teki yazısında "adaletin tokmağı" diyebilir miydi? Bunu diyebilse, Hürriyet, Ahmet Türk örneğinde olduğu gibi, yazıyı yayımlayabilir miydi?
Demek ki "yayın ilkeleri", en ziyade muhafazaya mazhar kişiler söz konusu olduğunda işleyebiliyor. Ama yayınlardaki saldırılara karşı öncelikle korunması gereken insanlar için değil, gücünden korkulanlar için devreye sokulan şeyin adı "ilke" olamaz.
Hürriyet'in günahlarıyla aziz olmaya çalışanlar
Özdil olayı üzerinden Hürriyet eleştirisi yapan diğer mahalleye gelince... Hürriyet'in günahlarıyla aziz olamazlar. Zira o mahallede cereyan eden şey, her türlü iktidara müptela Türkiye medyasının, öldürmeyen, ama süründüren bir hastalıkla malul olduğunun kanıtı.
İktidara müptela yayıncılığın en üst düzeyde ve en acımasız örnekleri veriliyor hükümete yakın medyada.
AKP'nin, Türkiye'nin çok partili hayatta görmediği bir iddiayla peş peşe dokuz sandık zaferi kazanması ve 12 yıl tek başına iktidar olması, basın özgürlüğü açısından acı bir tecrübeyi de ifade ediyor.
Başka sektörlerde işleri bulunan medya patronlarının gazeteleri, ya gönüllü olarak ya da baskıyla "nüfuz kâğıdı" gibi işlev görüyor. Mesele, bu dönemde çok daha yoğun olsa da, her dönemde söz konusu olan siyasetin medyaya baskı eğilimlerinden önce medya sermayesindeki çarpıklıktan kaynaklanıyor. Enerjiden turizme, bankacılıktan madenciliğe birçok sektörde işleri bulunan medya sahipleri, diğer işleri için baskıyı adeta satın alıyor!
Medya elitlerinin rolü
Gazete ve televizyon yöneticileri, program ve köşe sahipleri, kısaca medya elitleri de var bu tablonun içinde. Önemli bir bölümü, gerçeklerin porsiyonlara bölünmesi, ayıklanması, çarpıtılması, kamuoyunun yanıltılması ve kışkırtılması işinde gazeteciliği araçsallaştırıyor.
Adalet, utanma, hak, hukuk, vicdan yok bu bahiste.
Mevki, makam, imkân, şöhret veya miktar cinsinden, fark etmez, gözünü diktiği yükseklikler için alçalanlar bir şey kaybeder mi?
Kaybetmek, öncesinde sahip olmayı haber verdiğine göre, hayır. Onlar onurla, utançla, adaletle, sevgiyle, insan olmakla zar atmıyor. Bu nedenle sadece kazanıyorlar.
Gazetecilik ihsan bekleyen, yaltaklanan, kışkırtan bir iş, adalet duygusunun nicedir ziyaret etmediği bir meslek hâline geldiyse, bunda iktidardan herhangi bir şekilde sebeplenen medya elitlerinin de payı var.
Elde ettikleri imkânlarla karştlarına nefret kusarken kabaran benlikleri, yakın gelecekte bugün yazdıklarının, bugün yaptıklarının sorumluluğunu göğüsleyebilecek mi acaba?
Kimlerin tuttuğu iplerin ucunda oynadıkları belli olanlar iktidarsız kalınca ne yapacaklar?
Evet, iştahın vicdana zaferidir bu. Ama gerçeğin bu kadar tartışmalı bir kavram olamayacağını öğrenecekler. Ve gerçekleri çarpıtmaya çalışırken elde ettikleriyle onur kazanamayacaklarını...