08 Kasım 2012

Gazetecileri de konuşalım mı?

İktidar - medya ilişkileri her ülkede, her zaman sorunlu oldu. İktidarların medyaya nüfuz eğilimini...

 

İktidar – medya ilişkileri her ülkede, her zaman sorunlu oldu. İktidarların medyaya nüfuz eğilimini de, medya sahibi olan grupların iktidar iştahını da biliyoruz.
 
Peki, Türkiye’de, eski-yeni merkez medyada tanık olduğumuz gazeteciliği, sadece medya sahipleri – iktidar hattındaki ilişkilerin sonuçlarından ibaret sayabilir miyiz? Ya da şöyle soralım; maruz kaldığımız bir gazetecilik varsa, o gazeteciliği icra eden “gazeteciler” de olmalı değil mi?
 
“Maruz kaldığımız” icraatı, iktidar – medya sahipliği hattındaki ilişkilere pazarlayan bir gazetecilikten söz ediyorum.
 
Radikal’in 3 kasım cumartesi günü yayımlanan özel ilavesinde, AKP’nin iktidardaki 10 yılı çeşitli alanlarda değerlendiriliyordu. İlavenin medya bölümündeki şu satırlar; AKP iktidarının ilk yıllarında Başbakan’ın basın müşavirliğini yapan Radikal yazarı Akif Beki’ye ait:
 
“... Medya – iktidar ilişkilerinin bir daha düzeltilemeyecek biçimde bozulduğu, basın hürriyetiyle ilgili ciddi sorunlar yaşandığı gerçeği bir sonuç...
 
Sebep ise sadece ve tek başına iktidarın baskıcı politikalarına indirgenemez..
 
O politikaları davet eden, hatta kamu vicdanında meşrulaştıran şey, medyanın hataları, günahları ve yer yer siyasi parti gibi davranma yanlışlarıdır.”
 
Medyanın geçmişteki hatalarının iktidarın güncel baskısını “kamu vicdanında meşrulaştırdığını” öne süren, yani ifade özgürlüğü kısıtlamasını rasyonalize etmeye çalışan bir “gazetecilik” karşısındayız.
 
Beki, eski merkez medyanın iktidarlarla haşır neşir ilişkilerinden bahsederek sözü “baskının meşruiyetine” getiriyor.
 
Peki, eski merkez medyaya vaktiyle “kartel” diye muhalefet eden gazete ve televizyonlarda bugün yaşanan oto-sansüre, korkuya, baskıya ne diyeceğiz?
 
Yeni Şafak mesela, geçmişte nasıl hatalar yaptı da, Uludere için hükümetten özür isteyen Ali Akel’i derhal işten atması kamu vicdanında meşru karşılandı?
 
AKP adayı olarak TBMM’ye de giren Tevhit Karakaya’ya ait Star gazetesinin hatası neydi acaba, başyazar olarak transfer edilen Mehmet Altan’ın muhalefet de eden köşesini “meşru meşru” kapattı?
 
 

Hangi kamu vicdanı?

 
 
Bir de, iktidar baskısını “meşru” bulan “kamu vicdanı” meselesi var. Akif Beki, belli ki, uluslararası kamuoyundan söz etmiyor. Zira oralardan Beki’nin gördüğü gibi görünmüyor Türkiye. Misal, Gazetecileri Koruma Komitesi ve Avrupa Birliği’nin raporları; ifade özgürlüğü sorunları, oto-sansür ve medyaya iktidar baskısı konularında Türkiye’yi yerden yere vuruyor.
 
İçeride nasıl bir “kamu vicdanı” var, derseniz, Yeni Şafak’ta yazan Yusuf Kaplan’ın Hazal Özvarış’la paylaştığı şu görüşlere bakalım:
 
“Dün derin devletten bahsediyorduk ama bugün de siyasi iktidarın bir ‘gizli iktidar’ı var. Bu kişiler kurumlarda, şurada burada inandıkları ilkeleri hiçe sayacak işler yapıyorlar. Ben bunu bir Müslüman olarak protesto ediyorum.
 
Bence muhafazakâr medya dediğiniz medya kendisine ihanet ediyor, kendi ilkelerini çiğniyor. İkincisi, iktidarın çok fazla yanında, yöresinde dolaşıyor; bu çok yanlış bir şey. ‘Bundan önce de başkaları bunu yapıyordu’ denilebilir, ama ben bunu yapamam. Başkaları yapmışsa yapmış, bunun faturasını ödemiş veya ödememiş. Bu beni ilgilendirmiyor ama ben böyle bir ilkelliği, böyle bir vicdansızlığı yapamam.” (T24, 18 Haziran 2012)
 
İçerideki “kamu vicdanı”na bir başka örnek, İslamî hassasiyetle hak temelinde örgütlenen Mazlumder’in, bir dönem AKP milletvekilliği de yapan başkanı Ahmet Faruk Ünsal’dan:
 
“Bugün basın özgürlüğü konusu inanılmaz kötü. Düşünün köşe yazarları veya basın patronları, doğrudan isim verilerek ya da ima yoluyla siyasi iktidarı en üst düzeyde kullanan kişiler tarafından afişe ediliyor. Gazeteciler ve televizyon programcıları ya köşelerinden atılmak, ya programlarını yapamamak durumunda kaldılar. Türkiye’de basın konusu bence içler acısı.” (T24, 4 Kasım 2012, Hazal Özvarış)
 
Durum böyleyken, basın müşavirliğinden sonra yayın yönetmenliği, medya grup başkanlığı, televizyon programcılığı ve yazarlıkla geçimini sağlamaya çalışan Akif Beki’nin iktidar baskısına meşruiyet ikram eden görüşlerini nasıl değerlendirmeliyiz?
 
Yasemin Çongar’ın, Gazetecileri Koruma Komitesi’nin Türkiye raporunda aktarılan şu görüşü belki fikir verebilir, okuyalım:
 
“Türkiye’de gazetecilikte inanılmaz para var, diyen Çongar, paranın ‘şoförleri ve özel asistanları’ olan ama mücadele edecek cesareti olmayan elit gazeteciler arasındaki kayıtsızlık kültürünü şiddetlendirdiğini öne sürdü...”
 
Peki sonuç?
 
Elbette gazetecilerin bir önkabul olarak “muhalif” olması gerekmiyor. Ama mesele bu değil. Mesele, bazı gazetecilerin ne karşılığında “muvafık” olduğu.
 
Hülasa dün böyleydi, bugün de böyle; Türkiye’de vicdanları zorlayan gazetecilik iyi para ediyor!
 
(Taraf/08.11.2012)
 
 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?