23 Kasım 2011

Devlet özürü, devlete Dersim tazminatı ödetebilir...

Erdoğan'ın Dersim katliamı konusundaki açıklamaları için yapılacak tek niteleme budur; tarihî.


“Tarihi” sıfatı, medyanın en çok aşındırdığı sıfatlardan biridir. Haber metinlerinde yerli yersiz kullanımı “tarîhi” sıfatını kelimenin tam aksi yönde bir hafifliğe savursa da, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Dersim katliamı konusundaki açıklamaları için yapılacak tek niteleme budur; tarihî. Erdoğan, devlet terörü konusunda devlet adına özür dileyen ilk Başbakan olarak tarihe önemli bir kayıt düşmüş bulunuyor.
Başbakan, Ankara'daki AKP il başkanları toplantısında Dersim katliamı nedeniyle ilgili olarak “özür” meselesine önce “Devlet olarak özür dilememize mani bir şey yok. Ama iradeyi kullanan CHP'dir” ifadesiyle girdi. Ardından, devlet adına özür dilediğini şu kesin ifadelerle kayda geçirdi:
“Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa, böyle bir şey literatürde varsa, ben özür dilerim ve diliyorum.”
Evet, böyle bir şey literatürde var ve bunun çok önemli sonuçları da var. Erdoğan'ın konuşmasına ilişkin bazı noktaların altını çizelim. Ancak buna başlamadan önce, Erdoğan'ın 12 Haziran seçimleri kampanyasında sergilediği tutumu Dersim açıklaması sırasında da yineleyerek Kemal Kılıçdaroğlu'nun Aleviliğini "Açıkla, konuş, söyle, gocunma" diyerek tartışma konusu yapma eğiliminde ısrar etmesinin talihsizik olduğunu not edelim.

Katliamda Celal Bayar'ın adını ilk kez telaffuz etti
Erdoğan, Dersim konusunda tek parti rejiminin partisi CHP'yi katliamla yüzleşmeye ve özür dilemeye çağırırken Başbakan olarak devlet adına özür dileyerek, bu konuda en doğru tutumu gösterdi. Zira dönemin bütün siyasi aktörlerini bünyesinde barındıran tek parti rejiminin kadroları, Dersim katliamı konusunda devlet adına da bir muhasebe yapmayı gerektiriyor. Nitekim Erdoğan da, hem özür dileyerek, hem de AKP'yi mirasçısı saydığı Demokrat Partinin kurucusu ve ilk genel başkanı Celal Bayar'ın adını Dersim katliamı belgeleri eşliğinde ilk kez telaffuz ederek bu muhasebeyi yaptığını gösterdi.

Açıklanan dönemde 1 İnönü, 2 Bayar hükümeti var

Erdoğan'ın örneklerini verdiği katliam ve sürgün belgeleri 1936, 1937, 1938 ve 1939 yıllarına ilişkindi.  1936 ve 1937 yıllarında 7. İnönü Hükümeti görevdedir. 1 Mart 1935 – 1 Kasım 1937 yılları arasında görev yapan bu hükümetin Başvekili İsmet İnönü'dür. İzmir Milletvekili Mahmut Celal Bayar da 7. İnönü Hükümeti'nde İktisat Vekili (bakanı) olarak görev aldı. Bayar, 6. İnönü Hükümeti'nin de İktisat Vekili olarak üyesiydi.
Erdoğan'ın Dersim katliamı ve sürgününe ilişkin okuduğu belgelerin bir bölümü de 1938 ve 1939 yıllarına ilişkin. Bu dönemdeki ilk hükümetleri kuran isim ise Celal Bayar'dır. 1. Bayar Hükümeti 1 Kasım 1937 – 11 Kasım 1938 döneminde görev yaptı. Atatürk'ün ölümünden bir gün sonra çekilen 1. Bayar Hükümeti'nin ardından 2. Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü yeni hükümeti kurma görevini de Celal Bayar'a verdi. Bu görevlendirmenin ardından kurulan 2. Bayar Hükümeti 11 Kasım 1938 – 25 Ocak 1939 tarihleri arasında görev yaptı. 25 Ocak 1939'dan 9 Temmuz 1942'ye kadar da Refik Saydam'ın kurduğu iki hükümet görev yaptı.

Ali Çetinkaya Bayar hükümetlerinde de vardı

Bu dönemde kurulan hükümetlerin programlarında iki nokta dikkat çeker. Birincisi; en ayrıntılı hükümet programı ve ekonomi planı Bayar hükümetleri tarafından Meclis'e sunulmuştur. İkincisi; hiçbir hükümetin programında Dersim'in D'si bile geçmez.
Bu dönemdeki hükümetlere ilişkin son ilginç not da, Başbakan Erdoğan'ın İnönü hükümetlerini eleştirirken örnek vererek eleştirdiği birkaç isimden biri olan ve seri idamlara imza atan İstiklal mahkemelerinin unutulmaz isimleri arasında yer alan Ali Çetinkaya'nın (Kel Ali),  Celal Bayar'ın kurduğu iki  hükümette de Nafıa Vekili (Bayındırlık Bakanı) olarak yer almasıdır.
Celal Bayar'ın 1 Kasım 1937'de TBMM'ye sunduğu hükümet programı incelendiğinde onlarca kez “Şef'in gösterdiği yol”dan söz edilerek Atatürk'e referans verilir. Celal Bayar, programında rejimi de sık sık “Kemalist rejim, Kemalist rejimimiz” diye anar. (Hükümetler ve Programları – TBMM Basımevi / 1988)
Erdoğan'ın Başbakan olarak “devlet” adına özür dilemesi, özetlemeye çalıştığım bu tablo nedeniyle tarihî bir gerçeğe tekabül ediyor.  Zira, Dersim katliamı, evet tek parti rejiminin tek aktörü CHP döneminde işlenmiştir, ancak o dönemdeki hükümetleri kuran ve içinde yer alanlar arasında 1946'da Demokrat Parti'yi kuran kadrodan da, başta Celal Bayar olmak üzere, önemli isimler vardır.

Atatürk'e tek gönderme

Erdoğan konuşmasında, Dersim olaylarından Atatürk'ü esirgemeye özen gösterdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Baskın Oran, geçen pazar günü Taraf'ta, Dersim katliamından Atatürk'ün habersiz olmasının mümkün olmadığının altını çiziyordu.  Ayşe Hür'ün, Taraf'ta yayımlanan ve linklerini verdiğim "Atatürk mü, İnönü mü, Bayar mı sorumlu", "Atatürk Dersim'i vuracağız dedi, vurduk" ve "1937-1938'de Dersim'de neler oldu?başlıklı yazıları, bu konuda son derece önemli belgeler ve tanıklıklara dayanarak net saptamalar içeriyor.
Ancak Erdoğan, resmi belgelerden örnekler verdiği konuşmasında Atatürk'e hiçbir atıfta bulunmadı. Erdoğan'ın konuşmasında Atatürk'e yapılan tek gönderme, dolaylı olarak yapıldı. Zira AKP il başkanları toplantısı için hazırlanan kürsüye çıkan Erdoğan'ın arkasına asılan Türkiye bayrağı ile kendi fotoğrafının arasında büyük bir Atatürk resmi bulunuyordu. “Bütün bu sürgünlerin, öldürmelerin altında İsmet İnönü'nün imzası var. Atatürk öldükten bir ay sonra İsmlet İnönü Cumhurbaşkanı, Celal Bayar da Başbakan'dı” diyen Erdoğan'ın tutumu, Dersim'de sürgün ve askeri operasyonlara ilişkin belgelerin altında Atatürk'ün imzasına rastlanmadığı anlamına mı geliyor, bilmiyoruz.

CHP de artık özür çıtasının karşısında

Erdoğan'ın konuşmasının önemli sonuçlarından biri, CHP'ye ilişkin olarak doğacak gibi görünüyor. “Gerekiyorsa ben devlet adına özür dilerim, diliyorum.  Eğer CHP adına özür dilenecekse, 'Yeni CHP'nin genel başkanıyım' diyorsun, sen özür dile' sözleriyle Kemal Kılıçdaroğlu'na çağrı yapan Erdoğan, önemli bir not da düştü: “Tuncelili bir genel başkan, tarihiyle yüzleşmek adına CHP için bir fırsattır.”
Evet, Erdoğan'ın “Başbakan” olarak Dersim katliamı için devlet adına özür dilemesi, CHP'yi de özür çıtasının önüne getirmiş bulunuyor. Kendi başlattığı tartışmada CHP'nin bu tutumdan kaçınması, her şeye rağmen daima CHP'yi ve Atatürk'ü sahiplenmiş olan Dersimliler'in unutmayacağı bir tutum olabilir. Nitekim bu cepheden ilk özür açıklaması, Başbakan'ın özüründen yaklaşık iki saat sonra CHP Diyarbakır İl Başkanlığı'ndan gelmiş bulunuyor. Diğer yandan Erdoğan son çıkışıyla, "CHP tarihiyle yüzleşmekten kaçmaz. Peki ülkenin Başbakanı olarak kendisi özür dilemeye hazır mı" diyen Kılıçdaroğlu'nu, kendi sözleriyle de "özür" çıtasının karşısına bırakmış oluyor.
Erdoğan'ın konuşmasının en önemli sonucu ise, devlet terörü adına bu topraklarda dilenen ilk “resmi özür”den kaynaklanıyor. Resmi sayılara göre yaklaşık 15 bin, çeşitli kaynaklara göreyse yaklaşık 50 bin kişinin katledildiği ve sürgüne gönderildiği büyük bir insanlık suçundan söz ediyoruz. Hukukta zamanaşımına uğramayan insanlık suçları, sadece özürle telafi edilemez. Devlet özürü, iki açıdan hukuki sonuçlar doğurur. Bunlardan birincisi, sorumlulardan ceza hukuku bağlamında hesap sorulmasıdır ki, buna imkân bulunmuyor. Çünkü o dönemin siyasi, askeri ve bürokratik hiçbir temsilcisi hayatta bulunmuyor.

Devlet özürü devlet tazminatı da gerektirebilir

Devlet özürünün ikinci hukuki sonucu maddi ve manevi tazminat ödenmesi olasılığıdır. Devlet aleyhine hükmedilmesi muhtemel  bu tazminatların, katledilenlerin ailelerine, hukuki ifadeyle mirasçılarına ödenmesi gerekir. Dersim katliamı için ailelerin yapabileceği başvurulara 2004 yılında çıkarılan “Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun”  dayanak olamayacak. Çünkü, devlet ve öldürülenlerin aileleri arasında “sulhen”, yani anlaşmayla çözüm öngören bu kanun “devlet terörü” ayrımı yapmıyor, ancak başvuruları, olayın meydana gelmesinden sonra 1 yıllık süre ile sınırlıyor.
Sulhen çözüm için yeni bir yasal düzenleme gerekebilir, ancak buna gerek kalmadan aileler doğrudan mahkemelere de başvurabilir. Bu durumda, katledilenlerin saptanmasında resmi kayıtlar önemli olacak.
Bu arada, CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, geçen yasama döneminde, Şubat 2010'da, Dersim katliamından zarar görenlere ve yakınlarına devlet tarafından tazminat ödenmesini içeren bir yasa teklifi hazırladığını hatırlatalım. Teklifin ayrıntılarını T24'ün haber sayfalarında okuyabilirsiniz.

Kılıçdaroğlu ailesi de tazminat alabilir
Türk Ceza Kanunu'nun “İnsanlığa Karşı Suçlar” başlığını taşıyan 77. maddesi  “Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez” hükmünü taşıyor.
Erdoğan'ın “Başbakan” olarak devlet terörünü kabul eden özürü, Dersim'de katledilenlerin aileleri için önemli bir hukuki süreç başlatacak. 40 dolayında mensubu Dersim'de katledilen Kılıçdaroğlu ailesi de, Başbakan'ın özürüyle başlayan süreçte devletten tazminat alabilir...
Türkiye Cumhuriyeti, devletin kendilerine karşı insanlık suçu işlediği vatandaşlarından özür dilemesine ilk kez tanık oluyor. Bakalım, daha önce örneği görülmeyen bu durumun insan haklarına ilişkin içtihatları nasıl inşa edilecek...

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?