17 Mayıs 2010

AKP, zinayı tekrar suç yapmayı düşünür mü?

Türkiye tarihinde ilk kez bir siyasi lider, gizlice elde edilen yatak odası görüntüleri nedeniyle partisinin başından istifa etmek zorunda kaldı...

Türkiye tarihinde ilk kez bir siyasi lider, gizlice elde edilen yatak odası görüntüleri nedeniyle partisinin başından istifa etmek zorunda kaldı. Türkiye'nin bu süreci, siyasete bir çıta kazandıracak davranışlarla geçirdiğini söyleyebilir misiniz? Hem CHP Ankara Milletvekili Nesrin Baytok'la gizli görüntüleri elde edilen Deniz Baykal'ın istifasının ardından ana muhalefet cephesinde yaşananlar, hem de Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, olayı “özel hayat” sınırları içinde saymamaya vardırması, bu soruya olumlu yanıt vermemize olanak bırakmıyor.
Başbakan'ın, haberdar olur olmaz yayınını durdurmakla övündüğü görüntüleri alabildiğine kullanarak yaptığı konuşmalar, cinsiyet ve kadın üzerine inşa edilen tek taraflı bir ahlak anlayışını “en veciz” ifadelerle örnekliyor:
“Eşlerine ihanet edenler mağdur sayılamazlar... Eline, diline, beline sahip olmayanla yola çıkılmaz... Bu özel hayat değil, orası kendi evi, kendi yatak odası değil... Toplumun midesi bu kadar geniş mi...”

Başbakan dini inancı siyasette araçsallaştırıyor

Başbakan'ın, Baykal'ın “komplo” olarak nitelendirdiği tuzaktan hükümeti sorumlu tutmasına tepki göstermesi anlaşılabilir. Ancak bu ifadeler, artık Başbakan'ın tepkisini değil, ana muhalefet lideri ve milletvekiline kurulan tuzağı kullanma, bu yolda eşleri, çocukları ve torunları bile mağdur etmekten çekinmeme iradesini sergiliyor.
İnsanlığın ilk “kurumu” olarak ailenin, muhafazakârlığın da en önemli yuvası olduğunu biliyor Başbakan. Toplumun önemli bir bölümünün (Boğaziçi Üniversitesi araştırmasına göre yüzde 71'inin), “kadının en önemli görevinin evinde kocasına ve çocuklarına hizmet etmek” olduğunu düşündüğünü biliyor. Erdoğan, bu nedenle, Baykal-Baytok olayında “görüntülerin yayınını derhal durduran bir yüce gönüllülük” çizgisini sürdüremiyor. İhtimal bu nedenle, tuzak görüntülerini, dini inancı da araçsallaştıracak ölçüde meydanlarda kullanmakta tereddüt etmiyor.
Bu anlamda Baykal; belki tuhaf gelecek ama, CHP'nin kamusal alanda insanları sınırlayan geleneksel çizgisinin o insanları ittiği ailelerinin içinde daha da muhafazakârlaştırdığı gerçeğinin de bedelini ödüyor!
Gerekçesi ne olursa olsun, ana muhalefet lideri ile milletvekilinin uğradığı saldırıyı aydınlatma sorumluluğu karşısında bulunan Başbakan'ın, “özel hayat” için koyduğu “nikâh” şartı kabul edilemez. Türk Ceza Kanunu reformu sırasında Başbakan'ın kendisi de, özel hayatları “suç konusu” yapmakta ısrarlı olamamıştı. “Zina”nın suç olmaktan nasıl çıktığını ve tekrar nasıl suç sayılamadığını hatırlayın.

Zina, suç olmaktan nasıl çıktı ve geri dönemedi?

Zina, aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişkiyi ifade ediyor.
1926 tarihli eski Türk Ceza Kanunu 440. maddesinde kadınlar, 441. maddesinde de erkekler için “zina suçu”nu düzenliyordu. Fakat kadın için sadece “cinsel ilişki”nin  yeterli sayıldığı suç erkek için “kendi ikametinde veya diğer bir yerde başka bir kadınla herkesçe bilinecek surette ve karı-koca gibi yaşama” koşullarına bağlanıyordu!
Anayasa Mahkemesi,  bu düzenlemenin eşitliğe aykırı olduğu itirazı üzerine 23 Eylül 1996'da 441. maddeyi iptal etti. Mahkemenin verdiği 1 yıllık sürede yeni düzenleme yapılmayınca zina erkekler için suç olmaktan çıktı. Ancak bu iptal üzerine bu kez zina sadece “kadın suçu” haline gelmişti. Bu eşitsizliğe de itiraz üzerine Anayasa Mahkemesi 23 Haziran 1998'de 440. maddeyi iptal etti.
TBMM, 2004 yılında iktidar ve ana muhalefetin uzlaştığı metin üzerinde Türk Ceza Kanunu reformunu görüşürken, AKP “zina”nın tekrar suç sayılması için girişimde bulundu. Bugün Erdoğan'ın “ihanet”le suçladığı Baykal 2004'teki AKP'nin bu girişimini “ihanet” sayacağını açıkladı. Avrupa Birliği de, zinanın tekrar suç sayılmasının tam üyelik müzakerelerine geçişi etkileyebileceğini duyurdu.
Tepkiler üzerine “zina” yerine 1 yıl ceza öngören “cinsel sadakatsizlik suçu” formülünü gündeme getiren AKP, uzlaşma sağlanamayınca bu girişimden de vazgeçti ve yeni TCK 26 Eylül 2004'te yasalaştı.

Siyaset 'töre cezası' peşine düşmemeli

Siyasi ve özel yaşamlarında bir bedel ödemek durumunda kalan Baykal ile Baytok'un durumunu meydanlara taşımakta tereddüt etmeyen Başbakan Erdoğan'ın, “zinanın tekrar suç olarak tanımlanması ve cezalandırılması” konusunda bir planı var mıdır, bilmiyoruz. Ancak Başbakan, kendi onayıyla Türk Ceza Kanunu'na dönemeyen bir durum için “töre cezası” peşine düşmekten vazgeçmeli, siyasal rekabeti rakiplerinin, eşlerinin, ailelerinin onurunu kırma noktasına vardırmamalı.
Erdoğan, Baykal için, Hacı Bektaş Veli'ye atfedilen “eline, beline, diline hâkim ol” öğüdünü hatırlatıyor. O öğüt, kendisi ve yönettiği ülke için de doğru yolu gösteriyor...
Başbakan diline sahip olmalı...

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?