28 Şubat 2012

28 Şubat mağduru İskender Pala'nın muktedir olarak portresi...

Prof. İskender Pala önemli bir edebiyatçı, 28 Şubat döneminin sembol isimlerinden biri.

 

 
Prof. İskender Pala önemli bir edebiyatçı, 28 Şubat döneminin sembol isimlerinden biri.
 
Semboldür, zira kendisi gibi araştırmacı, çalışkan, üretken, mutedil biri bile sırf eşinin başörtüsü nedeniyle 28 Şubat barajının altında kalmıştır.
 
En iyisi, kendi adını taşıyan internet sitesine de giderek baştan alalım.
 
1958 yılında Uşak'ta doğmuş İskender Pala.  1979'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirmiş, 1983'te  divan edebiyatı dalında doktor, 1993'te doçent derecelerini almış, 1998'de profesör olmuş. 
 
İskender Pala, çalışmalarıyla Divan edebiyatının günümüzdeki en önemli isimleri arasına girdi. Bu alanda araştırmalar yayımladı, seminerler, dersler verdi. Şiirler, romanlar, hikâyeler yazdı, çalışmaları Türkiye Yazarlar Birliği'nden Türk Dil Kurumu'na kadar birçok kurum tarafından ödüle değer görüldü. Hemşehrileri tarafından Uşak'ta "halk kahramanı" seçildi.  "Babil’de Ölüm", "İstanbul’da Aşk", "Katre-i Matem" ve "Şah&Sultan" romanlarının  baskıları yüz binlere ulaştı. Türk Patent Enstitüsü tarafından marka ödülüne layık görüldü ve adı tescillendi.
 
Büyük bir hayran kitlesine de kavuşan Pala'nın “Divan şiirini sevdiren adam” olarak adını çıkaran geçmişinin kısa hikâyesi böyle.
 

28 Şubat’ta ordudan atılan bir denizci

 
Üniversiteyi bitirdikten sonra Hülya Pala ile evlendi. İlk çocuğu doğduğunda hayatının kendisine göre en yanlış kararlarından birini alarak askerliğe karar verdi ve bahriye subayı oldu. Yıllar sonra, "Üniversite yıllarından sonra yanlış bir karar ile asker olmuş, gülle bülbülle sohbet ederken birdenbire üniformayla postalla uğraşmaya başlamıştım" diyecekti.
 
Deniz Kuvvetleri'nde akademik araştırmalar da yaparak görevini sürdürürken 28 Şubat süreci onu da menziline almaya başladı. Eşi başörtüsü takıyor, araştırmaları sırasında okuduğu eski eserler "zararlı yayın" sanılarak not ediliyordu. İlk işaretler orduevlerinin kapısından verilmeye başlanmış, eşiyle bu kapılardan geri çevrilir olmuştu. Fişlemeler, ihbarlar vs. derken, emekliliği hak etmesine 2,5 ay, evet  2,5 ay kala Yüksek Askeri Şûra kararıyla ordudan atıldı!
 
Ordudan atılma sürecini, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan'ın, o sırada Kuzey Deniz Saha Komutanı olan emekli oramiral İlhami Erdil ile sohbet ederken, bir ara bahsinin geçmesi üzerine "Ha bizim İskender’den söz ediyorsunuz" diye yakınlığını hissettirmesinin de hızlandırdığı söylenir.
 
Ancak Erdoğan'a yıllarca bu durumdan bahsetmez. "Erdoğan öyle demese de atılacaktım" der. "Ama belki o arada 2,5 ay sonraki emekliliğe hak kazanabilirdim."
 
Toprağa verene kadar ordudan atıldığını annesine söylemez Pala. Ordunun "Peygamber ocağı" olduğuna inanan annesini hayal kırıklığına uğratmak istemez.
 
Ordudan atıldıktan sonra iş için çaldığı birçok kapı, 28 Şubat’çıların verdiği sicil nedeniyle yüzüne kapanır. Ta ki, İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş kendisini danışmanlığa davet edene kadar.
 
Sağdan elbette, ama soldan da seveni çok oldu Pala'nın. Misal şair Haydar Ergülen'in, dün Cumhuriyet'te yayımlanan yazısına "Doğrusu ünlü romancı, edebiyat adamı ve Divan şiiri uzmanı İskender Pala'dan beklemezdim" satırlarıyla başlaması, Pala'nın çalışmalarından haberdar olan hemen her kesimde uyandırdığı bu etkiyi yansıtır.
 

Politik komediyi sapıkça müstehcenlik sandı

 
Pala'dan neyi beklemezmiş Ergülen?
 
"Mağdur" portresi işte burada "muktedir"e evriliyor Pala'nın. Gerçi, Orhan Alkaya'nın T24'teki yazısında da okudunuz meseleyi.
 
Ama onu da baştan alalım. Zaman gazetesinde yayımlanan geçen haftaki yazısında "öğrencilerin hocalarına itiraz etmemesini" de salık veren bir yazar olarak karşımıza çıkan Pala, 14 Şubat'ta kendi tarihine 28 Şubat'ın bile beceremediği bir kayıt düştü.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen "Günlük müstehcen sırlar" adlı oyunla aynı başlığı taşıyan yazısında büyük bir gafa imza atmakla kalmadı, mağduru olduğu ihbarcılığa bu kez kendisi soyundu. 
 
Oyunun afişinde yer verilen "16+" işaretinden hareket ederek "iki teşhirci sapığın müstehcen sırlarının anlatıldığını" öne sürdü. İzlemediği anlaşılan bu politik komedi için şunları yazabildi:
 
"Elbette müstehcenlik diz boyu, ama içinde seyirciyi ilgilendirecek ne bir hayat dersi, ne bir erdem, ne de tiyatronun genel amacına yönelik bir toplum eleştirisi var. Eğer bu oyunun amacı seyirciye teşhircilik hakkında hayat dersi vermek ise buna devlet parasıyla bayağılıktan başka ne denir? Seyirciye hakaret de cabası. Peki repertuarın diğer oyunlarındaki % 80 cinsel sululuk ve müstehcenliklere ne demeli?"
Afişteki  “+16”nın müstehcenlikle ilgisi yoktu, ama Pala "düpedüz, vergilerimizle üretilen oyunların sanat olmadığı veya sanat diye bayağılıkların yutturulmaya çalışıldığı"ndan dem vuruyor, "ödenekli tiyatroların bunu yapamayacağını" savunuyor ve devam ediyordu: 
 
"Devlete ait tiyatrolar (...) hayatın aynası olacak, toplumu bilinçlendirecek ve sanat yoluyla eğitecek, 16+ gibi bir laubalilik ile uçuk fanteziler ise o kapıdan içeri giremeyecektir. Yoksa sanattan uzak ve sığ konuları topluma cinsellik ve erotik soslarla yutturmaya çalışan işletmeler açmak devlet veya belediyelerin görevleri arasında değildir.
 
O halde soru şudur: Kenan Işık, (belediyenin) Kültür Sanat Danışmanı sıfatıyla, acaba Günlük Müstehcen Sırlar'ın neresinde durmaktadır? İBB Şehir Tiyatroları, halkın vergileriyle bu tür oyunlar üretiyorsa tiyatro mu amacından sapmıştır, tiyatrocular mı kaliteli üretimden düşmüştür? Yahut bir ay tek, bir ay çift maaş alan tiyatrocularımız, kaliteli oyunlar üretmek için dizi setlerinden vakit mi bulamaz olmuşlardır?.."
 
İskender Pala'nın belagati, kendisini düşürdüğü seviyeyi de bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Ancak yazısının başında bir bölüm var ki, bir iktidarın mağdurunun başka bir iktidarın müptelası olmaya doğru evrimi açısından üzerinde durmayı gerektiriyor. Şöyle başlıyor Pala yazısına:
 
"Kenan Işık iyi bir dosttur. Sohbetinden her zaman lezzet almış, entelektüel kimliğinden haz duymuşumdur.
 
Şimdi yazacaklarımı bir dostluğun gereği; samimi bir eleştiri kabul edeceğinden şüphem yok.
 
Sayın Başbakan'ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde Şehir Tiyatroları Sanat Yönetmeni olarak iyi bir rol oynadı ve sahnelerden sıçrama yaparak siyasi aktörler arasına da girdi. İdeolojik kimliğinden hiç taviz vermedi, Sayın Başbakan'ın güven ve iltiması sayesinde AK Parti'li kadrolar tarafından daima itibar gördü, toplantılara çağrıldı, akıl danışıldı veya sunuculuk yaptı. Sayın Başbakan'ın himayesi ile halen ATV'nin icra kurulu üyesi ve Büyükşehir Belediyesi'nin Kültür Sanat danışmanı..."
 
Demek ki neymiş, Pala'ya göre Kenan Işık ne olduysa "Sayın Başbakan" sayesinde olmuş!
 
Geçelim. Biz İskender Pala'nın bir paragrafa sığdırmayı becerdiği "Sayın Başbakan"ları saymaya çalışırken Işık'ın yanıtı gelmişti.  Pala, “Şimdi merak ediyorum, Kenan Işık dostumuz kimlerden yana acaba” diye sormuş, Işık sözünü esirgememişti:
 
“Benim durduğum yer elbette ki yazıdan da anlayacağınız gibi İskender Pala’nın durduğu yer değil. Sayın Pala bunu böyle bilsin ve bir daha bana ‘dostum’la başlayan böyle saçma sapan sorular sormasın.”
 

‘Başörtüsüyle sınanmıştım, şimdi kalemimle sınanıyorum’

 
Hayatını "sınanmak" üzerinden ele alıyor Pala. Misal, "İnsanların kaderleri her çağda farklı imtihanlara tabi tutulur. 28 Şubat'ta eşimin başörtüsü ile sınandım. (Şimdi) Ben elbette kalemimle sınanıyorum. Her defasında yeni bir kitap yazarken bazıları 'Şimdi çakılacak' diye bekliyor diye sınanıyorum" diyor.
 
Bir de, Tuluhan Tekelioğlu'nun "Bir solcunun, hatta iktidar karşıtı bir aydının düşünce ve ifade özgürlüğünü nereye kadar savunursunuz" sorusu üzerine "Sonuna kadar" diye başladığı bir cevap var:
 
"Sonuna kadar! Hatta dost olabilirim onunla. Benim özgürlüğümün senin özgürlüğünle ortak harmanlanabileceği yere kadar birlikte yürümek. Düşüncem insanların kendi hayatlarını insanlık içinde ürettiklerine göre değerlendirmektir..."
 
Demek ki, "özgürlüklerin ortak harmanlanabileceği yer" buraya kadar Pala için. Darbe karşıtı bir oyun da olsa fark etmez, adında "müstehcen" geçiyorsa özgürlük buraya kadar!
 
Evet, kalemiyle de sınandı ve “Müstehcen Sırlar”da çakıldı İskender Pala. İktidara fena halde müptela olmuş diliyle çakıldı. Mağdurluk muktedirliğe, vaktiyle çelebi bir çizgi gibi yüzüne yerleşen tebessüm sırıtkan bir maskeye, özgürlük geyiğe dönüşüverdi hikâyesinde.
 
Bu haftaki salı yazısında ne diyecek bilmiyorum. Ama, “Müstehcen Sırlar’dan sonraki ilk yazısında “hocalarına itiraz etmemeleri” tavsiyesinde bulunduğu öğrencilerden de topuk selamı bekleyen bir hali vardı.
 
Yazık.
 
Ne diyebiliriz hocam, o çok sevdiğin mısradan başka...
 
"Aldanma ki şair sözü elbette yalandır..."
 
 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?