Siz hiç "Alo Cumhuriyet" dendiğini duydunuz mu.
Elbette "Alo Sözcü"yü de duymamışsınızdır.
Ama hepinizin mutlaka haberi vardır "Alo Fatih" hadisesinden.
İşte duyduğunuz ve duymadığınız "Alo"lardan ortaya çıkan müthiş gerçek:
"Siyasi baskı muhalif medyaya değil, esas hükümet yanlısı medyaya yapılıyor."
Evet, aynen böyle mantık yürütüyor yakın zamana kadar başarılı bir şekilde gazeteci taklidi yapan bir "yandaş medyacı".
Bu değerli tesbitten de anlıyoruz ki dünya basın özgürlüğü sıralamasında 154. sıraya düşen Türkiye'deki hükümet yanlısı medya aslında.
Kimse "Alo muhalif medya" demediği için de hükümet yanlısı olmayan medya dünya basın özgürlüğü sıralamasında Finlandiya'dan sonra ikinci sırada geliyor!
Demek ki neymiş, iki Türkiye varmış dünya basın özgürlüğü sıralamasında.
Biri ikinci sıradaki "muhalif medya..."
Diğeri de 154. sıradaki "hükümet yanlısı medya..."
Sakın ola ki milli iradeye darbe yapmaya kalkıp listeyi ters çevirmeyin.
Paralel olursunuz valla...
Aslında karşılaştığımız durum aynen "aramakla bulunmaz, meğer ki rastgele" kategorisinden...
"Her kula nasip olmaz böyle bir mantık yürütme, meğer ki 'yandaş medyacı' ola."
"Yandaş" biri, "medya" diğeri...
Bunları bir araya getirip ortaya bir "yandaş medya" çıkarmayı kolay mı sandınız.
Çok zordur arkadaşlar.
Normal bir memlekette "yandaş" olsan "medya" olamazsın, "medya" olsan "yandaş"...
Ama isterse bütün gemilerinin demirlerini gümüşten, yelkenlerini atlastan, halatlarını ibrişimden yapabilen bir milletin torunları olarak medyadan yandaş, yandaştan da medya üretebilen bir aşamaya vardık.
İşte "Yeni Türkiye"mizin nimetlerinden biri hamdolsun!
Bir de "Bu memlekette inovasyon yok" derler.
Alın size muhteşem bir "inovasyon harikası".
"Yandaş medya"; yani gazete ve televizyon sahibi kılığına girmiş ihaleci patronlarlarla onların havuzlarında gazeteci taklidi yaparak yüzenler...
Ama haksızlık da etmeyelim.
Türkiye'de basın özgürlüğü hep sorunlu oldu.
Tek parti dönemi zaten malum, "imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle"nin basını olarak herkes "görüş birliği"ndeydi.
"Çok partili hayat"ımız ise gazete sahiplerinin ve gazetecilerin toplu halde genelkurmay ile hükümetler arasındaki dengelerde, ayrışmalarda, çelişkilerde "basın özgürlüğü" aramasıyla geçti.
Kimi sırtını genelkurmaya dayadı, kimi de hükümetlere... İki odak arasında bol bol özgürlüğe kolon vurdular!
Genelkurmaya da hükümetlere de muhalif olanların durumu ise hiç değişmedi; gazeteler kapatıldı, gazeteciler cezaevlerine düştü, muhalefetten vazgeçmeyenler de "faili malum" cinayetlere kurban gitti.
Ancak, bugünlere gelinirken başka bir "medya düzeni" keşfedilmişti:
Medya sahibi olanlara devlet ihalesi vermek...
Yeni iktidar da bu düzeni sürdürdü elbette. Yandaş olan medya sahiplerine ihale verdi.
Yandaş olmayanların medyasını ya sattırdı kendi yandaşlarına ya da önce devletleştirdi, sonra ihale verdiği patronlara bir de medya verdi.
İşte size müthiş bir inovasyon.
Eskiden iktidarlar medya patronlarına ihale verirdi, şimdilerde ise ihale verdikleri patronlara bir de medya veriyorlar.
Ama yine de öyle kolay sanmayın "kap ihaleyi, al medyayı" düzenini.
Telefon her çalışta medya patronunun yüreği titrer "Acaba gerçek patron mu arıyor?" diye.
Bunların telefonda ağlamasını bile duyduk nitekim.
Hele yandaş medya çalışanının yüreği başka bir "pır pır" eder her telefon çalışında:
"Acaba patronum mu arıyor, yoksa patronumun patronu mu?"
Başka zorlukları da var elbette "yandaş medya" olmanın.
Örneğin sabah programında bütün gazetelerin birinci sayfalarını izleyiciye gösterip okuyormuş gibi yapacaksın, ama muhalif gazetelerin kıyıda köşede kalmış tek sütunluk magazin haberlerine odaklanacaksın.
Zaten onlara odaklanmayan TV kanalı olursa da onları "üst kurul"lar cezalandırır basın özgürlüğünün bir parçası olarak.
Baktın patronların patronu yılbaşına hiç yüz vermiyor, sen de o zaman yeni bir yıla girildiğini neredeyse okuyucundan bile gizleme maharetini göstereceksin.
Beceremezsen Noel Baba'yı "paralel" ilan et gitsin...
Daha ne zorlukları vardır "yandaş medya" olmanın, bilseniz.
Yani bir yandan manşet çekeceksin yaptığın gazeteye "Ekonomide büyük sıçrama" diye...
Sonra da yanındaki, arkandaki, önündeki arkadaşların işten atılacak "ekonomik kriz" nedeniyle.
Bu durum karşısında kolay mı sanıyorsunuz işini koruyabilmek için "daha fazla yandaş olduğumu gösterebilmem için ne yapabilirim?" diye kafa patlatmayı.
Valla değil Gezi Parkı'ndaki ağaçlarla, okyanus dibindeki yosunlarla bile röportaj yaparsın.
Gerçekleri yazmakta değil ama yalanları yazmakta vardır bir tek özgürlüğün. Bunun için de "medya etiği" kavramını "medya eteği"ne çevirip gevrek gevrek gülme yüzsüzlüğüne de erişmek gerekiyor.
Bir de "basın özgürlüğü yok memlekette" diyorlar. "Yandaş medya" değilseniz size ne basın özgürlüğünden?
Haberiniz yok galiba en çok baskının hükümet yanlısı medyaya yapıldığından.
Unutmayın bu ülkede gazeteciler tutuklanırken, insanlar "Özgür basın susturulamaz" diye bağırırken o zamanlar "yandaş" olan bazıları "Onlar gazeteci oldukları için değil, terörist oldukları için tutuklandılar" demişti.
Sonra "Onlar gazeteci oldukları için değil, terörist oldukları için tutuklandılar" diyen gazeteciler de tutuklanıp "Özgür basın susturulamaz" demeye başladığında geri kalan yandaş medya aynen şunu yazdı:
"Onlar gazeteci oldukları için değil, terörist oldukları için tutuklandılar."
Kolay mı sanıyorsunuz siz bugün "yandaş medya" olup, "asıl baskı hükümet yanlısı medyaya" derken bir gün diğer meslektaşları gibi terörist olmakla suçlanacağın günü beklemeyi.
Çünkü burası öyle bir ülke ki...
Her canlı bir gün "özgür basın susturulamaz" sloganını atacaktır!