09 Temmuz 2013
Türk Hava Yolları’nda (THY) Hava-İş Sendikası tarafından uygulanan grev ikinci ayına yaklaşıyor. Haziran ayı boyunca Gezi direnişinin ülke gündemine ağırlığını koyması nedeniyle, THY grevi biraz arka planda kalsa da gündemdeki yerini koruyor. THY grevi, gerek işverenin grev kırıcı yöntemlere yoğun biçimde başvurması, gerek greve katılımın sınırlı kalması, gerekse hukuksal boyutuyla son dönemlerin en tartışmalı grevlerinden biri olmuştur. THY grevini anlayabilmek için grevin arka planında yatan gelişmelere bütünsel biçimde bakmak yararlı olacaktır.
Hava-İş Sendikası 1964 yılından bu yana 50 yıldır THY ile toplu iş sözleşmesi bağıtlamaktadır. Bu 50 yıllık dönemde birçok uyuşmazlık ve grev söz konusu olmuştur. İlk grev uygulaması 1977’de gündeme geldi. THY yönetimi toplu iş sözleşmesinin bir dizi hükmünü uygulamayınca, Hava-İş Sendikası 1977 yılında “hak grevi” uygulama kararı aldı. Ancak grev, Demirel hükümeti tarafından “milli güvenlik” gerekçesiyle 30 gün süreyle ertelendi. Danıştay’ın erteleme kararını durdurmasıyla grev yeniden başladı. Demirel hükümeti, Danıştay’ın kararına rağmen bu kez 60 gün süreyle grevi yeniden erteledi. Ancak bu erteleme kararından sonra sendika greve devam etmedi. 1978 yılındaki grev ise başladıktan 3 gün sonra bu kez Ecevit hükümet tarafından ertelendi. 1980 yılında da toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine greve gidildi ve grev 84 gün sürdü. Bu grev sırasında işverenin yoğun grev kırıcı yöntemlere başvurduğu gözlendi.
12 Eylül sonrasında uzun bir durgunluk döneminin ardından 1989 Bahar Eylemlerinin etkisiyle pek çok sendikada yönetim değişti. Hava-İş Sendikasında da halen Genel Başkan olan Atilay Ayçin ve yeni bir ekip yönetime seçildi. Bunun ardından, THY’de 1991 yılında en büyük grevlerden bir yaşandı. 38 gün süren grevin ardından imzalan toplu iş sözleşmesiyle işçiler 12 Eylül dönemi boyunca kaybettikleri hakları büyük ölçüde kazandılar. Ancak grevin ardından çok sayıda sendika üyesi işten çıkarıldı. 1995 yılında alınan grev kararı ise Bakanlar Kurulu tarafından milli güvenlik gerekçesiyle ertelendi. Görüldüğü gibi havacılık sektöründe grev hakkının kullanımı yoğun biçimde engellenmiştir.
AKP döneminde de THY’de çalışma ilişkilerinde ciddi gerilimler yaşanmıştır. Bu dönemde THY’nin özelleştirilmesi ve sendikanın etkisizleştirilmesine dönük politikalar öne çıkmıştır. 2003 yılında THY’nin yüzde 51 hissesi halka arz edildi. Ancak halka arz işlemi ciddi bir “hülle” içeriyordu. THY’de halka arz işlemi sonucunda kamu payı binde 8 gibi bir farkla yüzde 50’nin altına düşürüldü. Ancak Ana Sözleşmede bulunan ve kamunun elinde olan C tipi altın hisse nedeniyle şirket biçimsel olarak özel, ancak fiili olarak yönetimi kamu tarafından atanan farklı bir niteliğe büründü. Böylece THY, AKP iktidarının atayacağı kişilerle fakat bir özel şirket gibi kamu denetiminden uzak bir biçimde yönetilecekti. Sonuçta THY, TBMM ve Sayıştay denetiminde olamadan her türlü harcama yapılabilir hale geldi. Böylece THY hukuken özel ama fiilen hükümetin denetimde bir şirket haline geldi. Bu değişiklikten sonra THY yönetimin sendikayı tasfiye ve etkisizleştirmeye dönük sistemli bir politika izlediği gözlenmektedir.
2007 yılı toplu iş sözleşmesi sürecinde işveren çalışanları grev oylamasına sürükleyerek sendikayı etkisizleştirmek istedi. Ancak işçiler grev oylamasında greve evet diyerek sendikanın etrafında kenetlendi. Bunun üzerine toplu iş sözleşmesi başarıyla sonuçlandı. Bu gelişme THY Yönetim Kurulu Başkanı Candan Karlıtekin’in görevinden ayrılmasıyla sonuçlandı.
2009 yılında ise bu kez işveren, THY ve THY Teknik A.Ş.’de yetki ve işkolu itirazları başlattı. THY Teknik A.Ş.’de yıllardan bu yana havacılık işkolunda iken, işkolu metal işkoluna dönüştürülmek istendi. Böylece sendikanın gücü zayıflatılmak istendi. Bu girişimde Hak-İş Konfederasyonuna bağlı Çelik-İş Sendikası da rol aldı. THY’de 22 ay, THY Teknik’te ise 25 aylık bir gecikme ile yetkiler alındı ve toplu iş sözleşmeleri bağıtlanabildi. Toplu iş sözleşmesinde yaklaşık iki yıllık bir gecikmeye yol açan işverenin bu girişimi ilişkileri daha da gerilimli hale getirdi.
THY yönetimin sendikayı etkisizleştirme tutumunun 2011-2012 döneminde ayyuka çıktığı gözlenmektedir. THY yönetimi 23. Dönem toplu iş sözleşmesinde de yetki uyuşmazlığı çıkardı. 2011 Ocak ayında başlaması gereken bu sözleşme 12 ay gecikmeyle 2012 Şubat ayında başlayabildi. Ancak toplu iş sözleşmesi görüşmeleri yine tıkandı. Bunun üzerine sendika grev kararı aldı. Ancak işveren bu kez çalışma ilişkileri tarihinde benzerine pek rastlanmayan bir yola başvurdu ve “sipariş” üzerine havacılık sektöründe grevi yasaklayan bir yasa TBMM’de kabul edildi. Grev yasağı talebinin THY yönetiminden geldiği THY ile yakın ilişkileri olan AKP Milletvekili Metin Külünk tarafından açıklandı.
AKP Milletvekilleri tarafından verilen bir önerge ile korsan taksi ve başka konularla ilgili bir torba kanun teklifinin içine havacılık işlerinin tümünde grev yasağı getiren bir düzenleme sıkıştırdı. Kanun teklifi hızla Meclise indirildi. Bu esnada ilgili ihtisas komisyonu bile devre dışı bırakıldı. Bu grev yasağını “Havacılıkta grev yasağı hukuksuzdur” başlıklı yazımda ele almıştım.
Hava-İş bu girişimi önlemek için gazetelere yarım sayfalık ilanlar verdi. 23 Mayıs 2012’de THY Genel Müdürlüğü’nün önünde 4000’ne yakın üyesiyle uyarı eylemi yaptı. Ancak bu eylem ve girişimlerden sonuç alınamadı ve yasa 29 Mayıs 2012’de TBMM’de kabul edildi. Bu keyfi yasağı protesto etmek amacıyla sendika üyeleri 29 Mayıs günü barışçı bir toplu eylemle bu yasağı protesto ettiler. Bu eylemin sonucunda 305 Hava-İş üyesi işten çıkarıldı. Bu işten çıkarmalar sorunu daha da karmaşık hale getirdi. THY’de bugün yaşanan grevin arka planında böylesine kapsamlı gelişmeler yatmaktadır.
Barışçıl toplu eylem hakkını kullanan işçilerden 305’inin işten çıkarılması sendika ile THY yönetimi arasında gerilimi büsbütün artırmıştır. Sendika eylemin meşru ve demokratik olduğunu belirterek işçilerin işe iadesini istemiş ve işten atılan işçiler geri alınmak için çeşitli protesto eylemleri yapmaya başlamıştır. Öte yandan bu grev yasağının hukuksuzluğu anlaşılmış olacak ki, 7 Kasım 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6356 sayılı yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası ile havacılık sektöründeki grev yasağı kaldırılmış ve TBMM hatadan dönmüştür. Böylece grev yasağına karşı çıkan sendika ve işçiler haklı çıkmıştır. Aslında bu durum uzlaşma için önemli bir fırsattı. THY yönetimi bu yasal değişlik ve geri adımın ardından toplu eylem hakkını kullanan 305 kişiyi işe geri alabilirdi. Ancak THY yönetimi bunun yerine sendika ile gerilimi sürdürmeyi tercih etti.
Bu arada grev yasağını protesto ettikleri için işten çıkarılan işçilerin işe iadesine ilişkin davalar sonuçlandı. Yerel mahkeme tarafından verilen işe iade kararları işveren tarafından temyiz edilmiş ve davaların bir bölümü Yargıtay 7. Dairesi bir bölümü ise Yargıtay 22. Dairesinde karara bağlanmıştır. Yargıtay 7. Dairesinde görülen bazı davalarda yerel mahkemenin kararı onanarak işe iadeye karar verilmiştir. Konuya ilişkin ayrıntılar bu linkte yer almaktadır.
İşe iade davalarının bir bölümü ise Yargıtay 22. Dairesi tarafından karara bağlanmıştır. Yargıtay 22. Dairesi ise 7. Daireden farklı bir karara imza atmıştır. Grev yasağını protesto eden işçilerin eylemlerini uluslararası hukuka uygun bir toplu eylem ve demokratik bir tepki olarak değerlendiren 22. Daire, ancak bu eylemin son çare olarak ve ölçülülük ilkesi içinde kullanılmadığı gerekçesiyle yerel mahkeme kararını bozarak fesihleri geçerli saymıştır. Ancak 22. Daire, fesihler Disiplin Kurulu kararı alınmadan yapıldığı için fesihlerin haksız olduğu kararına varmıştır. Teknik olarak karışık görülen bu kararın anlamı, işçilerin kıdem tazminatlarının ödenmesi gerektiğidir. Mahkeme geçersiz fesih nedeniyle işçilerin işe iadesine karar vermemiş, ancak haksız fesih nedeniyle kıdem tazminatlarının ödenmesine karar vermiştir. 22. Dairenin bu kararı oldukça tartışmalıdır. Yargıtay, bir yandan son derece önemli bir adım atarak, ulusal mevzuatı bir kenara bırakarak uluslararası mevzuatı esas almış ve barışçı toplu eylem hakkını kabul etmiştir, öte yandan işçilerin ve sendikanın bu eyleme “son çare” olarak başvurmadığı gerekçesiyle toplu eylem hakkını fiilen kullanılmaz hale getirmiştir. Kararın ayrıntıları burada yer almaktadır:
16 Ocak 2013 tarihinde başlayan ve olağan olarak 60 gün süren toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde THY yönetiminin sendikanın hiç bir teklifini müzakereye yanaşmaması nedeniyle görüşmelerin 7. Gününde (2. Oturumda) uyuşmazlık tutanağı tutulmuştur. İkinci görüşmede uyuşmazlık tutulması toplu iş sözleşmesi görüşmeleri açısından pek olağan bir durum değildir. Bu durum işverenin sendikayı greve zorlamak istediğinin işaretidir. Yasal prosedürün tamamlanmasının ardından Hava-İş 10 Nisan 2013 tarihinde 15 Mayıs 2013’te uygulanmak üzere grev kararı aldı. Sendikanın açıklamasına göre, grev uygulama kararının geç bir tarihe bırakılmasının nedeni görüşmeler yoluyla bir çözüme ulaşılmasına imkan yaratılmasıydı. Ancak 15 Mayıs 2013 tarihine kadar bir anlaşma sağlanamadı ve grev uygulaması başlatıldı.
Greve yol açan uyuşmazlık konuları nelerdi? Bu taleplerin çok önemli bir bölümünün uçuş güvenliği ile ilgili olduğu görülmektedir. Ayrıca grev yasağını protesto eyleminde çıkarılan işçilerin işe iadesi de sendikanın taleplerinin önemli bir bölümü oluşturmaktadır. İlginç bir biçimde parasal konular uyuşmazlığın özünü teşkil etmemektedir. Greve neden olan uyuşmazlık konularının ayrıntıları şu bağlantıda yer almaktadır.
Türkiye’nin çalışma mevzuatında yer alan grevle ilgili düzenlemeler, grev hakkının kullanımından daha çok onun sınırlanması ve etkisizleştirilmesi zihniyetine dayalıdır. Greve sadece toplu iş sözleşmesi sonunda uyuşmazlık durumunda ve karmaşık bir yasal prosedür sonrası başvurulabilmektedir. Grev uygulamasının zamanına ve süresine sendika karar verememektedir. Kısa süreli uyarı grevleri yasal kabul edilmediği için sendikaların toplu iş sözleşmesi sürecinde elleri kolları bağlanmaktadır. İşverenler yasanın bu açmazlarını kullanarak sendikaları uzun süreli grevlere sürüklemekte ve grevleri kırmaya çalışmaktadır. Oysa kısa süreli grev ve iş bırakmalara olanak tanıyan bir sistemde işveren üzerinde baskı oluşturmak mümkündür. THY grevinde yaşanan tıkanıklığın önemli bir nedeni, Türkiye’nin greve ilişkin uluslararası hukuka aykırı mevzuatıdır.
15 Mayıs 2013 tarihinde başlayan THY grevinde birbiri ile bağlantılı iki önemli gelişme öne çıkmaktadır:
Birincisi işverenin grevi kırmaya yönelik çeşitli uygulamaları, diğeri ise sendika üyelerinin greve yeterince katılmaması.
Grev kararının gündeme gelmesiyle birlikte Maliye Bakanı Şimşek’in “Türk Hava Yolları yalnız değildir. Ne gerekiyorsa yaparız. Ulusal güvenlik ve turizm için çok önemli bir kuruluştur. Uçuşların aksamasını kabul edemeyiz” şeklindeki açıklamaları grev hakkının özünü zedeleyen bir tutum olmuştur.
Grevin daha başlangıç anında yoğun bir polis gücü Atatürk Havaalanına yığılarak grevin güçlü bir biçimde başlaması engellenmiştir. Sendika yöneticileri havaalanı önünden polis zoruyla çıkarılmıştır. Grev adeta bir polis ablukası altında başlatılmıştır. Olağan grev uygulamalarında sendika yöneticileri ve temsilcileri işyerine girerek grev uygulamasını başlatır ve üyelerinin greve katılmasını sağlar. Ancak yoğun polis önlemleri nedeniyle bu olanaklı olmamıştır.
Ancak daha da önemlisi grev öncesi ve sonrasında işverenin grevi kırmaya yönelik girişimleri olmuştur. Hava-İş Sendikasının açtığı davada görevlendirilen bilirkişi heyetince saptanan işverenin grev kırıcı girişimleri şunlardır: 6356 sayılı yasaya göre işveren, kanuni bir grev veya lokavt süresince, iş sözleşmeleri askıda kalan işçilerin yerine, sürekli ya da geçici olarak başka işçi alamaz veya başkalarını çalıştıramaz. Ancak bilirkişi raporunda yer alan bulgulara göre, THY’nin grev uygulamasına katılan işçilerin yerine, greve katılmayan bazı işçileri, THY ile organik bağı olan diğer hava yolu şirketi personelini ve dışarıdan getirdiği yeni işçileri, sürekli ya da geçici olarak çalıştırdığı anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporuna göre grev esnasında yasak olmasına rağmen, grevdeki işçilerin işlerini yaptırmak üzere yeni işçi alındığı tespit edilmiştir. THY yönetiminin hemen grev öncesinde 1100 yeni kabin memurunu grevcilerin yerine çalıştırmak üzere işe aldığı bizzat THY yönetimi tarafından grevci işçilerle yapılan bir görüşmede ifade edilmiştir.
İstanbul 5. İş Mahkemesince 08.07.2013 günü yapılan duruşmada; Greve katılan işçilerin yerine başka işçi çalıştırıldığını belgeleyen bilirkişi raporu sonucunu değerlendirerek greve katılan işçiler yerine başka işçi çalıştırılamayacağından başka işçi çalıştırılmasının ihtiyati tedbir yoluyla durdurulmasına sataşmanın bu şekilde önlenmesine karar vermiştir. Bu kararla THY yönetiminin grev kırıcılığı yaptığı mahkeme kararı ile kesinleşmiştir. Konuyla ilgili açıklama ve mahkeme kararını buradan okuyabilirsiniz.
İşveren tarafından greve dönük bir başka girişim ise grevin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla mahkeme tarafından durdurması girişimi olmuştur. Ancak THY işvereninin bu talebi İstanbul 2. İş Mahkemesi tarafından 20 Haziran 2013 tarihinde reddedilmiştir. Böylece işverenin grevin hukuksuz olduğu yönündeki iddiaları temelsiz kalmıştır.
THY grevi konusundaki bir diğer önemli tartışma konusu işçilerin greve katılımının sınırlılığı olmuştur. Greve katılan işçi sayısına ilişkin sağlıklı bilgiler olmasa da bu sayının 700 ile 1500 arasında olduğu belirtilmektedir. Hava-İş Genel Sekreteri Mustafa Yağcı’nın açıklamasına göre greve 1.500 kadar Hava-İş üyesi dönüşümlü olarak katılıyor (Radikal 20.06.2013). Kendilerini Grev Komitesi olarak adlandıran bir grup işçi tarafından yapılan 30 Haziran 2013 tarihli açıklamaya göre ise greve 700 işçi katılıyor. THY’de 6 bin uçucu personel olduğu ve 13 bin 500 civarında üyesi olan sendikanın üyelerinin önemli bir bölümünün THY’de çalıştığı dikkate alınacak olursa bu sayının oldukça sınırlı olduğu görülecektir. İşverenin grev kırıcı ve caydırıcı yöntemlerinin katılım azlığında önemli bir rolü olsa da sendika-üye ilişkisi açısından ciddi bir sorun olduğu gerçeği ortada durmaktadır. Greve katılımın sınırlılığı ciddi bir sendikal zaaftır. Öte yandan sınırlı da olsa greve katılan işçilerin varlığı ortadayken THY’nin operasyonlarının bundan hiç etkilenmiyor olması ancak rafine grev kırıcı yöntemlerle açıklanabilir.
Türkiye’de grev eğilimin son yıllarda ciddi bir düşüş içinde olduğu bilinmektedir. Bunun bir dizi nedeni olsa da grevleri etkisizleştirmeye dönük politikaların bu süreçte belirleyici olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye’de son yıllardaki grev eğilimi için bakınız.
THY grevi, son dönemlerde grevlere yönelik yeni bir tutumun ön plana çıktığını göstermektedir. Daha önce yoğun biçimde kullanılan grev erteleme yöntemi yerini grev kırıcılığına bırakmaktadır. Grev kırıcılığı ise grev hakkının özünü ortadan kaldıran hukuksuz bir yöntemdir. THY işvereninin, bugüne kadar gerilimi yükseltmekten başka bir işe yaramayan “Pirus zaferi” kazanma zihniyetini ve grev kırıcı yöntemleri bir kenara bırakması; sendikayı tasfiye ve etkisizleştirme yöntemleri terk ederek sendikayla uzlaşması hukukun ve aklın gereğidir.
İşçiler DİSK’le kimlik kazandı
Siirt’teki katliam açık maden sahalarında yaşanan ilk katliam değil
Kimsenin şüphesi olmasın, bu hukuksuz ve haksız karar er geç ortadan kalkacak...
© Tüm hakları saklıdır.