03 Nisan 2015

Kabul edin, hiçbiriniz terör belasını konuşmuyorsunuz

Otoriter yönetim yanlıları demokrat, meşru muhalefet yapmak isteyenler darbeci, darbeye sığınanlar özgürlükçü oldu

Kutuplaşma bir yandan, lümpenleşme öte yandan aklımızı, dilimizi, kalemimizi esir aldı. Her konuşma ve tartışma meseleleri anlamak üzerine değil, kutuplaşmadaki kendi pozisyonlarımızı yeniden, yeniden hatırlatmak ve ilan etmek üzerine kurulu. O nedenle tartışmalar münazaraya ve münakaşaya döndü. Müzakere, ikna, uzlaşma aklımızda, gönlümüzde yok. 

Aktörleri, boyutları, katmanları, dinamikleri çeşitlenmiş, son derece karmaşık hale dönüşmüş hayat ve meseleler 140 karakterlik veciz cümlelerle anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışılıyor. Fikri derinlik yerine köpürmüş ama bir yandan da sığlaşmış diller, paragraflar dolu her yer. Sığ fikirler lümpenleşmiş hareket ve tutumları üretiyor. 

Bu hengâmenin doğal sonucu olarak da doğruyu, normali, makul olanı kaybettik. Bu denli karmaşıklık ve belirsizlik esaslı hayatı anlamanın referansları Recep İvedik zekâsı ve tavrı olunca da her kavramın kendi içeriği değil, şu günlerdeki tarafların yüklediği anlamları geçerli. 

Aşağıdaki fotoğraftaki gibi her şey. Dikkatinizi çekmiştir, asfalt olması gereken yollar kaldırım taşı, kaldırım taşı olması gereken kaldırımlar da asfalt kaplanmış. Fikri ve siyasi hayatımız tam da bu fotoğraftaki gibi. Belki de “demokrasi ne demek?” kadar basit bir sorudan, yeniden düşünmeye başlamamız gerekiyor.
 

Terör, yorum mu haber mi?  

 

Örneğin son üç günün olayları etrafındaki tartışmalara bakın. Kimse terör falan tartışmıyor. Herkesin siyasi ön kabulleri, önyargıları, bagajları, beklentileri, ihtirasları var. Konuşulan budur! 

Terörün gerekçesi her ne olursa olsun, açık ve net karşı çıkılmadan, konuşulabilir mi? Yorum yapılabilir mi? 
Terörist eylem ile meşru siyasi muhalefet birbirinden ayrılmadan, her şey meşru muhalefet ya da her şey terör ilan edilebilir mi?

 

Habercilik yasaklanabilir mi?

 

Bugünün hayatında teknolojiye ulaşabilirlik ve kullanabilirlik bu kadar yaygınlaşmış ve kolaylaşmış iken haber yasağı uygulamaları makul müdür? Uygulanabilir mi? Haber ve bilginin devletin denetimi dışına çıktığı böylesi bir dünyada geleneksel medyaya yayın yasağı koymak mümkün müdür?
Yanlış yayıncılık, yanlış bilgi yasaklarla engellenebilir mi? 
Peki, yayıncılık, habercilik her önüne gelen bilgi ve haberi kontrol etmeden, insani, ahlaki, vicdani ilkelere vurmadan okurun, izleyicinin önüne boca etmek olarak anlaşılabilir, uygulanabilir mi?

 

Terör haberi suç mu yanlış mı?

 

Terör haberini vermek ile galeyana neden olmak, toplumun ruh halini manipüle etmek, teröristlerin propagandasına alet olmak aynı şey mi?

Teröristi canlı yayına bağlamak, terör propagandasına aracılık etmek habercilik sayılır mı? 

Peki, yanlış habercilik yapılıyorsa, olan şey suç mu, yanlış ve hatta ahlaksızlık mı? Bunun kararını kim verecek, yargıçlar mı siyasetçiler ya da meslektaşları mı?

Yargı kararı olmadan gazetecilere örneğin cenaze törenine alınmamak kararını siyasiler verebilir mi?

Ahlaki, mesleki, siyasi doğrulara yanlışlara karar verme ve uygulatma gücü yalnızca iktidar sahiplerinde olabilir mi? Olursa yarın iktidar sahiplerinin başka hangi alanların ahlaki standartlarını koymaya kalkışmalarını ne, hangi yöntemle engel olabilecek?

 

Eylem ile zihniyet aynı suç kapsamında mı?

 

Aynı gün Balyoz yargılanmalarında beraat kararı çıktı. Yukarıdakilere benzer sorular bu dava etrafında da geçerli. Ergenekon dâhil tüm bu davalar siyasi idi, karar da zamanlaması ve içeriği itibariyle siyasi. Darbe için eylem içinde bulunanlar ile zihniyet olarak darbeyi meşru görenler aynı çuvala doldurulmaya çalışıldı ve tümü yargı yoluyla cezalandırılmaya kalkışıldı. Bu zorlama nedeniyle bazı insanlar gadre uğradı, eza çekti. Evet, ama bu ülkede hiç mi darbe olmadı, hiç mi darbe hazırlığı yapılmadı, hiç mi darbe yoluna açmak için provakatif eylemler gerçekleştirilmedi?

Eylemle mahkemeler, zihniyetle siyasi zemin yoluyla hesaplaşmadığımız için, zihniyeti de suça dâhil etmek adına zorlama, uydurma delillerle dosyalar kabartıldığı için ülke darbeci geçmişle yüzleşme fırsatını kaçırdı. 

Üstelik gerçekten otoriter yönetim zihniyetinde olanlar darbe karşıtı ve demokrat,  iktidara muhalefeti meşru zeminde yapmanın yolarını arayanlar darbeci, korkularından darbeye sığınanlar özgürlükçü oldu bu ülkede.  

Önce her şeyi bir kuşku bulutuyla sarmalayıp, şimdide her şeyi aklamak gayreti demokrat olmak, teröre bile makul gerekçe aramak da muhalefet yapmak mı?  

Görünen o ki bu gerilim seçimlere kadar sürecek. Elbette 7 Haziran akşamı çıkacak tablo bu tartışmaları bitirme potansiyeline sahip. Ya da tablo, 8 Haziran sonrası tartışmaların ve gerilimin daha da kuvvetlenme olasılığı var. 

İç-dış, iktidar-muhalefet her bir aktörün siyasi ihtirasları uğruna her şeyi göze aldıkları, her şeyi meşru gördükleri günlerden geçiyoruz. Yandaşıyla karşıtıyla medya da, entelektüeller de her yanlışa zihni meşruiyet ve gerekçe üretmeyi kendilerine iş edinmiş görünüyor. Bu ortamda umarım daha da saçma olaylarla karşılaşmayız.

 

Yazarın Diğer Yazıları

CHP’nin önündeki seçenek: Düzene muhalefet mi, düzenin içindeki muhalif olmak mı?

Sadece siyaset tarzının ve sözcülerinin değil çok şeyin yeniden düşünülmesi ve değişmesi şart. Strateji olmadan taktik hamlelerle gelen bugünkü kazanım kalıcı olmayabilir. CHP’nin bu kararı verebilmesi için yalnızca yeni bir lider ve yeni bir ruh aramaya değil dünyayı, dünyanın gidişatını, olanı ve olması gerekeni, o dünyanın Türkiyesi için hayalini ve iddiasını düşünmesi gerek

CHP'nin önündeki büyük fırsat: Geleceği belirleyecek aktörlerden birisi olabilecek mi?

Kutuplaşmanın, kimlik gerilimlerinin yükseldiği, ortak yaşama iradesinin, “biz” duygusunun azaldığı bir dönemde CHP bir fırsat yakaladı. Şimdi CHP’nin önündeki yolu belirleyecek iki önemli nokta var. Birincisi bu seçimdeki başarıyı nasıl anlamlandıracağı, ikincisi dünyayı ve zamanın ruhunu yeniden anlamlandırarak, yalnızca kadrolarında değil kendi iç yapısında, zihniyetinde, tüzüğünde, programında nasıl bir değişim geçireceği...

CHP yerellerdeki yaygın ve güçlü iktidar fırsatını doğru kullanabilecek mi?

Partilere sadakat çözülüyor ama henüz karşı tarafa olan olumsuz duygular aşılabilmiş değil. O nedenle muhafazakârlar, sekülerler ve Kürtler sandık başında aynı oy pusulasını kullanıyor olsalar da o pusulaya aynı anlam gözüyle bakmıyorlar. Sekülerler ve Kürtler gidişatı değiştirmek için oy verdi, partisinde gidişatı değiştirme kapasitesi görmeyenler de sandığa gitmedi. Muhafazakârlar iktidara itirazlarını göstermek için sandığa eksik gitti. Bu eğilimler kalıcı mı? Araştırılması gereken konu bu