27 Aralık 2012

Bela

Yılsonları gelince mutlaka yılın siyasal veya popüler olayları sıralanır, değerlendirilir. Peki,toplumsal açıdan bu yılın olayı nedir?

Yılsonları gelince mutlaka yılın siyasal veya popüler olayları sıralanır, değerlendirilir. Peki,toplumsal açıdan bu yılın olayı nedir?

Bu yılın, hatta son dört beş yılın toplumsal olayı derinleşen siyasal ve toplumsal kutuplaşmadır. Üstelik bu durum geleceğimiz için büyük bir beladır.

Siyasal kutuplaşma konusunda bilinmeyen yok. AK Parti yandaşlığı ve karşıtlığı ekseninde gelişen siyasal kutuplaşma her beş kişiden üçünü pençesine almış durumda. Hangi konu tartışılırsa tartışılsın bu üç kişi, kategorik olarak AK Parti yandaşlığı– karşıtlığı üzerinden bakarak bir pozisyon alıyor, tercih ve tutum geliştiriyor.

Konu veya vaka ne olursa olsun gerilim “nasıl olursa olsun iktidarı düşürmek” isteyenlerle“nasıl olursa olsun iktidarı sürdürmek” isteyenler arası tartışmaya dönüşüyor.

Bu yarılma yalnızca siyasi aktörlerden ibaret değil. Hemen tüm kurumlar ve kümeler bu kutuplaşmanın bir ölçüde içinde. Bakın ODTÜ olayları tartışmasında açıklama yapan üniversitelerin yöneticilerine. Üniversite yöneticileri ne örgütlenme ve ifade özgürlüğünü, ne de üniversitelerde bilimsel özgürlüğü ve özerkliği tartışıyor. Onlar bu kutuplaşma ortamında pozisyonlarını, kendi taraftarlarına ve ötekilere ilan etme ihtiyacıyla konuşuyor.

Her olay, birinci gün içeriğiyle konuşulmaya başlanıyor ve giderek bir siyasal kutuplaşma malzemesine dönüşüyor, dönüştürülüyor.

Uludere katliamını bile siyasal kutuplaşma malzemesine dönüştürmeyi başarmış siyaset, göreceksiniz ODTÜ olaylarını da kutuplaşma malzemesi hâline getirecek.

Böyle olunca da hiçbir vaka bir tartışma sonrası siyasi uzlaşmaya, siyaset marifetiyle yeni bir zihniyet veya kurum-kural değişikliğine ulaşmıyor.

Bir yandan Kürt meselesi etrafında gündelik hayatın içinde Türk-Kürt kutuplaşması gelişiyor. Öte yandan ve asıl önemlisi, siyasal kutuplaşma hayat tarzları üzerinden toplumsal kutuplaşmaya dönüşüyor. Hatta büyük ölçüde dönüştü bile. Bakın etrafınıza, kullanılan ürün ve hizmetlerde ya da satın alınan markalarda, yaşanılan mekânlarda, tercih edilen tatil köylerinde, alışveriş merkezlerinde, hastanelerde, kargo şirketlerinde bile kutuplaşmanın izlerini göreceksiniz.

Kutuplaşma aklımıza, yüreğimize duygusal ambargo demek. Gündelik hayattaki tercihlerimize rızamızla sınırlamalar koymak demek. Asıl önemlisi de yalnızlaşmaya razı olmak ve yalnızlaşmak demek.

Bu belanın virüsünü kapınca, önce kendimizi, kimliğimizi kendi aidiyetlerimiz ve taleplerimiz üzerinden değil öteki üzerinden tanımlamaya başlıyoruz. Ötekini tanımlarken de empati kurarak değil, ötekine atfettiğimiz kötücül niyetler ve korkularımız üzerinden tanımlıyoruz. İkinci aşamada artık negatif, olumsuz ne varsa ötekilere atfetmeye başlıyoruz. Öteki kötülüklerin, başa gelenlerin, değiştirilemeyenlerin şeytani simgesi hâline dönüşüyor. Öteki yeniden tanımlanıyor, giderek daha kötücül daha “şeytani ötekilere” inanılmaya başlanıyor.

Kutbun birine kendimizi ait hissetmeye başlayınca, o kutuptaki diğerleri gibi davranmaya, düşünmeye başlıyoruz. Yani bir çeşit gruba uymak adına taklitçiliğe başlıyoruz. O kutuptakilerin okuduğu gazeteler, gittiği filmler, dinlediği müzikler, seyrettiği TV kanalı modaymış gibi takip edilmeye başlanıyor. Bir kutbun üyesi olmak, o gruba ait olmak ve giderek grup kimliğini içselleştirerek kendi kimliğini bırakıp grubun kimliğini kendi kimliği kılmaya dönüşüyor.

Ötekilere karşı aşırılık, nefret ve hoşgörüsüzlük giderek aklımızda ve yüreğimizde kabarmaya başlıyor. Kendimizin de içinde olduğu kutbun, kendimiz gibi olduğu varsayılan diğer bireylerinden de “ortak ötekinin” düşman olduğu (darbeci ya da şeriatçı ya da bölücü Kürt olduğu inancı) aynı körü körüne bir inanç beklentimiz başlıyor.

Her bir kutbun amaçlarında, korkularında, dertlerinde, taleplerinde farklılık olmakla beraber kullanılan yöntemler aynı. Herhangi bir durum ve tartışmada “ama” dememeniz, “bir de şöyle düşünsek” dememeniz bekleniyor. Karşı kutba empati, karşı kutbu dinleme çabası engelleniyor, giderek ötekilerle aynı kefeye konulma tehdidi hep tepemizde duruyor.

Kendi küçük hayat alanlarımızda yalnızlaşmamak için daha büyük yalnızlaşmaya razı hâle geliyoruz.

Bela olan yalnızca yalnızlaşmak da değil. Hayatlarımızı, hayat kalitemizi çoğaltmamaya, yükseltmemeye razı hâle geliyoruz.

Diğerleriyle, ötekilerle önce iletişimi sonra işbirliği alanlarımızı kısıtlıyoruz. Bu kısıtlama giderek karşılıklı beslenme, çoğalma olanaklarını yok ediyor. Bir süre sonra göreceğiz ki gündelik hayatımızda eksilmeler başlamış.

İktidar partisi değişse bile ya da siyasi aktörler daha barışçı bir siyaset tarzına dönse bile, toplumsal kutuplaşma gündelik hayatımızda derin yarıklar ve yüksek duvarlar bırakmış olacak.

 

(Taraf - 27 Aralık 2012)

Yazarın Diğer Yazıları

CHP’nin önündeki seçenek: Düzene muhalefet mi, düzenin içindeki muhalif olmak mı?

Sadece siyaset tarzının ve sözcülerinin değil çok şeyin yeniden düşünülmesi ve değişmesi şart. Strateji olmadan taktik hamlelerle gelen bugünkü kazanım kalıcı olmayabilir. CHP’nin bu kararı verebilmesi için yalnızca yeni bir lider ve yeni bir ruh aramaya değil dünyayı, dünyanın gidişatını, olanı ve olması gerekeni, o dünyanın Türkiyesi için hayalini ve iddiasını düşünmesi gerek

CHP'nin önündeki büyük fırsat: Geleceği belirleyecek aktörlerden birisi olabilecek mi?

Kutuplaşmanın, kimlik gerilimlerinin yükseldiği, ortak yaşama iradesinin, “biz” duygusunun azaldığı bir dönemde CHP bir fırsat yakaladı. Şimdi CHP’nin önündeki yolu belirleyecek iki önemli nokta var. Birincisi bu seçimdeki başarıyı nasıl anlamlandıracağı, ikincisi dünyayı ve zamanın ruhunu yeniden anlamlandırarak, yalnızca kadrolarında değil kendi iç yapısında, zihniyetinde, tüzüğünde, programında nasıl bir değişim geçireceği...

CHP yerellerdeki yaygın ve güçlü iktidar fırsatını doğru kullanabilecek mi?

Partilere sadakat çözülüyor ama henüz karşı tarafa olan olumsuz duygular aşılabilmiş değil. O nedenle muhafazakârlar, sekülerler ve Kürtler sandık başında aynı oy pusulasını kullanıyor olsalar da o pusulaya aynı anlam gözüyle bakmıyorlar. Sekülerler ve Kürtler gidişatı değiştirmek için oy verdi, partisinde gidişatı değiştirme kapasitesi görmeyenler de sandığa gitmedi. Muhafazakârlar iktidara itirazlarını göstermek için sandığa eksik gitti. Bu eğilimler kalıcı mı? Araştırılması gereken konu bu