12 Ağustos 2014

Soma hüznü ve Pirus zaferi

Sonuç Pirus zaferidir. Çünkü son dönemlerin en adaletsiz ve saldırgan kampanyasına rağmen Erdoğan 30 Mart oyunun aynısını almıştır

Seçimden bir gün önce T24’te yazdığım “Düşün, onlar oy bile kullanamayacak” başlıklı yazımda şöyle demiştim:

 

“Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok” diyenlerin aday olduğu seçimde ölü işçilerin oyu olmayacak. Bu Pazar oy kullanamayacak binlerce ölü işçiyi, belki bu seçimde ilk kez oy kullanabilecek ölü gençleri düşün, sonra vicdanın ne söylüyorsa onu yap.”

 

Bu yüzden Soma seçim sonuçlarına özellikle  ve merakla baktım. Soma seçim sonuçlarının sembolik önemi vardı. Çünkü bir kaç ay önce Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamının yaşandığı ilçede ortaya çıkacak sonuç toplumsal tepki ve sorumluların siyaseten cezalandırılması konusunda önemli bir ipucu olacaktı. İnsanlar yanı başlarında ölen işçiler için, hemşehrileri için ne tepki vereceklerdi? Doğrusu, Soma’da AKP oylarında bir miktar azalma olur diye düşünmüştüm. Yanılmışım. AKP Soma’da  oy kaybetmek bir yana oyunu artırmış.

 

30 Mart Belediye başkanlığı seçimlerinde  AKP 29 bin 403 oy (yüzde 43.6), MHP 19 bin 434 (yüzde 28.8) ve CHP 15 bin 78 oy almış.  Çatının toplam oyları 34 bin 500 civarındaymış. HDP’nin oyu ise 416’ydı. Peki, 10 Ağustos’ta Soma’da ne oldu? Erdoğan  29 bin 479 bin oy (yüzde 47.2) alırken, İhsanoğlu 31 bin 276 ve Demirtaş bin 576 oy aldı.

 

Bu sonuçlar oldukça ilginç ve hazin. Erdoğan pek çok yerde olduğu gibi katılım düşüklüğünden kaynaklı olarak oy oranını yükseltmekle kalmamış, 30 Mart’ta aldığından 76 daha fazla oy almış. 30 Mart yerel seçimlerinde belediye başkanlığı için AKP’ye oy atanların 76 fazlası, 10 Ağustos’ta Erdoğan için oy kullanmış. Sonuç olarak, Somalılar AKP’ye ve Erdoğan’a siyasi bir fatura kesmemiş.

 

Bu hazin ve acı verici bir tablo. 301 madencinin ölümü üzerinden henüz üç ay geçti. Siyasi ve idari sorumluların hiçbiri istifa etmedi ve hesap vermedi. Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan Soma’ya gittiğinde ölümleri “normal” olarak göstermiş, tepki gösterenlerin üzerine yürümüştü. Üstelik Erdoğan’ın danışmanı Yusuf Yerkel bir madenci yakınını tekmelemişti. Hiç olmazsa, o tekmeye bir cevap olmalıydı canım kardeşim. Bunca ölüme, bunca acıya ve bunca hoyratlığa, hiç olmazsa vicdanınla baş başa kaldığında  bir tepkin olmalıydı. Belki sen madenci değilsin, belki senin yakının ölmedi ama senin de yüreğin biraz sızlamalıydı canım kardeşim.

 

Ah kardeşlerim ne diyeyim...

“bu ölümlü, bu yaşanası dünyada

bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diye yalanla besliyor sizi”

 

“İkinci kez” halk oyuyla...

 

Soma hüznünden sonra gelelim seçimlerin genel değerlendirmesine. Cumhurbaşkanlığı seçimi kazanan açısından bir Pirus zaferi olarak da okunabilir. Erdoğan ikinci kez, halk oyuyla seçilen cumhurbaşkanı (CB) oldu. Önce bunun üzerinde durmakta yarar var. Söz birliği edilmişçesine CB’nin ilk kez halk oyuyla seçildiği söyleniyor. Bu olgusal olarak yanlış, hatalı bir iddia. Biçimsel farkları olsa da Türkiye’de sandıktan çıkan ilk CB darbeci Kenan Evren’dir. 7 Kasım 1982’de yapılan bir Anayasa plebisiti ile Anayasanın geçici 1. maddesi uyarınca Evren CB seçilmişti. Anayasa referandumu ve Evren’in CB kampanyası birlikte yürütülmüş, Anayasa için verilecek olan “evet” oylarının aynı zamanda Evren için de evet anlamına geleceği Anayasa’da açıkça yazılmış ve plebisit öncesinde açıklanmıştı. Böylece Evren hileli ve anti-demokratik bir seçimle ve yüzde 91.4 halkoyu ile sandıkta CB seçilmişti. Tarihsel olgular keyfi olarak değerlendirme dışı bırakılamaz.

 

Denebilir ki Evren’in seçildiği 1982 referandum koşulları ile 10 Ağustos karşılaştırılamaz. Bu kısmen doğrudur. 1982 referandumu serbest ve eşit bir yarış değildi. 10 Ağustos ise kısmen serbest ama asla eşit ve adil bir yarış değildi. Eşitsiz propaganda imkanları, büyük bir mali güç ve  kamu kaynakları kullanılarak devasa eşitsiz bir kampanya yürütüldü.  YSK yasaklarına rağmen yayınlanan “korsan” kamuoyu araştırmaları ise toplumsal algı açısından bir başka talihsizlik oldu. Bir diğer ifadeyle 10 Ağustos 2014, 7 Kasım 1982 Anayasa ve Evren referandum sonrasının en eşitsiz ve adaletsiz yarışı olmuştur. Bunun için yüzlerce örnek verilebilir. Ama gerek yok, izan ve vicdan sahibi olan herkes bu adaletsizliğin ve eşitsizliğin farkında.

 

Pirus zaferi

 

Sonuç Pirus zaferidir.  Çünkü son dönemlerin en adaletsiz ve saldırgan kampanyasına rağmen Erdoğan 30 Mart oyunun aynısını almıştır. 56 milyon seçmenden 21 milyon oy almıştır. Seçmenin yüzde 37’sinden onay almıştır. Geçerli oyların yüzde 51.7’sinin oyunu aldığı için Erdoğan yasal açısından CB seçilmiştir.  Ancak ciddi bir toplumsal meşruiyet sorunu vardır. Kampanya sırasında demokrasinin ve hukukun temel kuralları ihlal edilmiş, seçimlerin eşitliği ve adilliği ilkesi berhava edilmiş ama sonuçta Roma’ya girilmiştir. Ancak geriye dönüp bakıldığında kamplaştırılmış bir toplum, çiğnenmiş hukuk vardır. Seçime katılım oranlarının düşüklüğü seçimin galibidir. Toplum ve seçim mühendisliğinin bütün imkanları kullanılarak elde edilen bir Pirus zaferi ile Çankaya fethedilmiştir ama o kadar. Pirus zaferinden sonra gerçek bir zafer kazanmak zordur.

 

Kuşkusuz buradan seçimin asıl mağlubuna ulaşıyoruz. Yaklaşık 5 milyon seçmeni sandığa götürmekte başarısız olan çatı partilerinin yönetimleri seçimlerin asıl mağlubudur. Seçimlerin ne kadar adaletsiz ve eşitsiz koşullarda yapıldığı mazeret olamaz. Toplam 16 milyon seçmen sandığa gitmemiştir. 30 Mart’a göre yaklaşık 5 milyon seçmen oy kullanmamıştır. Sandık başına gitmeyenlerin kişisel sorumlulukları elbette büyük ama onları sandığa çekecek çalışmayı beceremeyenler ve etkin bir kampanya yapamayanlar asıl ve siyasi sorumlulardır. Kral çıplaktır ve Çatı partileri büyük bir hezimete uğramıştır. Zırva tevil götürmez. Mazerete sığınmanın alemi yok.

 

Seçmenin tek galibinin Selahattin Demirtaş olduğu görülüyor. 2.7 milyondan 3.9 milyona çıkan bir oy söz konusu. Bu oyların büyük ölçüde sosyalist soldan ve CHP’den geldiği sır değil. Demirtaş’ın kişisel tutum ve söyleminin de bu sonuçta çok etkili olduğu tartışma götürmez. Örneğin, 30 Mart İstanbul kampanyasındaki gibi bir tarz tercih edilseydi bu oy alınamazdı. Demirtaş’ın sağlamış olduğu oy artışı ve sağladığı sempati nasıl bir muhalif dil kurulması gerektiği konusunda önemli bir gösterge. Bu oyların bir bölümünün ödünç oy olduğu gerçeğini göz ardı etmeden, bu tarzın devamını getirmek Türkiye’de demokratik ve muhalif siyaset açısından oldukça önemli.

 

Sonuç olarak adaletsiz ve eşitsiz bir seçim ile Türkiye tarihinin en tartışmalı cumhurbaşkanı seçilmiş oldu.

 

Bir yanda Soma hüznü bir yanda Pirus zaferi... Şairin sözleriyle bitirelim:

“demeğe de dilim varmıyor ama-kabahatin çoğu sende canım kardeşim”

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Özel madenlerde işçi ölümleri oranı, kamu madenlerinden 16 kat daha fazla!

Siirt’teki katliam açık maden sahalarında yaşanan ilk katliam değil

Dünden bugüne üniversiteye karşı bitmeyen kötülük

Kimsenin şüphesi olmasın, bu hukuksuz ve haksız karar er geç ortadan kalkacak...