23 Şubat 2014

'Gezi dinamikleri Türkiye'nin tageszeitung’ını yaratabilir'

Kooperatif gazete olarak sermaye ve iktidara bağlı medyanın dezenformasyonunu kıran taz. die tageszeitung, bağımsız gazetecilikte Türkiye için de örnek teşkil ediyor

taz. die tageszeitung bir gazete. Ama sadece bir gazete değil. Alternatif medya için örnek bir model. Özellikle Türkiye medyası göz önünde bulundurulduğunda modeli de aşan bir şey. Topluma umut aşılayan bir yaşam alanı, gazeteciliği olması gerektiği yerde tutan, -bugüne değin kaybettirilen- gazetecilik değer ve etiğini yapısında taşıyan bir oluşum. Merkezi Berlin’de bulunan taz, 1970’lerden itibaren varlığını sürdürüyor. Sol’da duruyor ama en temel ilkesini kime, ne şekilde olursa olsun yapılan haksızlıkları ortaya çıkarmaya dayandırıyor. “Bizden” olana iltimas geçmiyor, hatta “bizden” olanları daha çok eleştiriyor. Haberciliğini dünyada ve ülkesinde devlet, iktidar ve sermaye çevrelerinin neden olduğu yıkım ve olaylar etrafında örme konusunda çaba sarf ediyor. Özellikle ülkemizde, o çok kullanılıp, içi boşaltılan  ‘objektif’ ‘doğru habercilik’ anlayışı konusunda hassas davranıyor. Bu yüzden de diğer medya organlarının emsal aldığı bir gazete olmakla kalmıyor sadece, yönetim-iktidar çevrelerinin de göz yumamayacağı, gizli de olsa kendini hizaya çektiği, hatta saygı duymak zorunda kaldığı basın kuruluşu olarak bir gazetenin nasıl olması gerektiğiyle ilgili duruş sergiliyor.

Peki, taz tüm bunları nasıl sağlıyor? Türkiye’deki medyanın neredeyse tamamının iktidar ve sermaye alanlarıyla iç içe geçerek; çoktan gazete olma işlevini yitirdiğini; tetikçi, politik aygıt, reklam-pazarlama organı gibi çalıştığını bir kez daha söylemeye gerek yok. Zira tüm bunlar biliniyor. Asıl sorun sol ve alternatif çevrelerin çürümüş egemen medya karşısına olması gerektiği gibi çıkamamasında yatıyor. Türkiye’de onlarca alternatif gazete olmasına rağmen her biri varlığını zorlukla, aksak bir şekilde sürdürüyor. Daha da önemlisi alternatif de olsa, her gazetenin bir sahibi (ekonomik), bir ideolojisi, bağlı olduğu bir çevresi bulunduğundan tam anlamıyla bağımsız bir medya işlevini yerine getiremiyor. Ama çok daha önemlisi egemen medya, iktidar ve sermaye gibi bir alanın organıyken, alternatif medya da -başka bir düzlemde- dar bir alandan besleniyor. Tam da noktada, Türkiye’ye taz yapısında bir kooperatif gazete gerekiyor. Parayı verenin düdüğü çalmadığı, bir çevrenin ideolojik yapısına göre hareket edilmediği, yönetiminin çalışanlardan oluştuğu, kimsenin işten atılmadığı, mekanizmanın aşağıdan yukarıya işlediği bir gazete. Yaklaşık yedi yıldır taz’ın çalışanı olan (muhabir-editör) Deniz Yücel, taz’ı anlattı.

 

Sansür ve baskıya karşı ‘ne yapmamalı?’

-taz nasıl oluştu, hangi koşullar böyle bir gazetenin doğmasına neden oldu?

Taz, Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) eylemlerinin ardından uygulanan baskılar nedeniyle doğdu. 1977’de RAF’ın cezaevinde bulunan örgüt mensuplarının serbest bırakılmasının ardından, Alman İşverenler Sendikası Başkanı Hans Martin Schleyer kaçırıldı. Alman medyası bu konuda büyük bir otosansür uygularken, devlet bütün sol çevrelere yönelik çok sert baskı yaptı. Ama Alman medyası buna da sessiz kaldı. Böylelikle, bağımsız ve etkili gazetecilik de kendini dayatmış oldu.

-Somut anlamda kurucuları kimlerdi, nasıl başladı?

70’lerin sonunda Almanya’daki sol, Türkiye’den farklı bir süreçten geçti. 68’in akabinde Türkiye’ye benzer şekilde gelişmiş olan Maoco, Hocacı, anarşist, silahlı vs. katı örgütlenmeler dağılma sürecine girdi. Aynı zamanda 1977’deki olaylar- Schleyer’ın kaçırılmasından sonra Filistinli bir grup RAF’lılara destek için bir yolcu uçağını kaçırmıştı – solun şiddeti ve silahlı mücadeleyi yeniden tartışmasına sebep oldu. Diğer tarafta, kadın, çevre, nükleer enerji karşıtlığı, savaş karşıtlığı, ev işgalleri gibi yeni konular önem kazandı ve sol bu konuların etrafında önceki frakiyonlaşmayı önemli oranda aşarak yeniden bir araya geldi. taz’ı da, Yeşiller Partisi’ni de bu ortam yarattı. Yani taz, bir parti ve grubun değil de, yeni solun kapitalizme karşı kapsayıcı bakış açısıyla 1978’de yapılan bir kongrede kuruldu. Hatta Lenin’in “Ne yapmalı?” tezini baz alarak “Ne yapmamalı?” anti-teziyle ironik bir ilişki kurularak.

Böylelikle aktivist ve daha önceden alternatif dergilerde, yayınlarda çalışmış olan insanlar bir araya gelerek kurucu ekip oluşturdular. İçlerinde gazetecilik okuyan, profesyonel tek bir gazeteci bulunmuyordu. İlk deneme sayısı 1978’de çıktı. Aktivizmden gelen bir alışkanlıkla şu yazı girsin, bu yazı girmesin tartışması yaparak, adı da günlük gazete olan gazeteyi dört günde çıkarıyorlardı. Genel yayın yönetmeni yok, hiyerarşi yok. Nisan 1979’da yayın hayatına geçildi. O günden bugüne de devam ediyor.

-Toplumsal süreci göz önünde bulundurursak, Türkiye’de de böyle bir gazete kurulabilir mi? 

İhtiyaç vardır. Ve Gezi önemli bir kolektif deneyimdi, böylesi deneyimler kırılma noktaları oluşturabilir, yeni şeylerin yaratılmasına yol açabilir. Kaldi ki, Gezi’nin birleştirici bir gücü vardı. Bu birleştirici gücü esas alan ve aynı zamanda profesyonel gazetecilik ilkelerine dayanan bir gazete de çıksa hoş olur, güzel olur.

-Buradaki egemen medya dışında var olan alternatif gazeteleri nasıl değerlendiriyorsunuz peki?

Türkiye’de sol referanslı, muhalif birçok gazete var fakat hiçbirini bağımsız olarak görmüyorum. Sonuçta var olanlar kendi çevreleri, ideolojileri ve partilerinin düşünceleriyle sınırlılar. Ve bu partizancılık sadece yorumlara, manşetlere değil, aynı zamanda haberciliği de yansıyor.

-taz’a dönersek, nasıl bir yönetim ve hiyerarşiye sahip?

Gazete ilk yılarında anarşizan bir ruhla ve aktivistlerle devam etti. Dolayısıyla oturmuş bir yöntem yoktu. Ama zamanla kurumsallaştı, profesyonelleşti. Buna mesleği öğrendi de diyebiliriz. Sonra genel yayın yönetmenliği ve iki yılda bir seçilen idari yönetim sistemi oturdu. İdari yönetim, yani şirketin yönetimi toplam 5 kişiden oluşuyor. Bütçe planını bu yönetim yapar, genel yayın yönetmenliğini belirler ve görevden alır. Ama bunu yaparken, sadece editörler arasından seçilen bir birimin onayı gerekir. İdari yönetimdeki 5 kişiden 3’ü çalışanlar arasından seçilir, diğer 2’si de gazetenin idari müdürleridir. Ancak çalışanların dışındaki, şirketin sahibi olan 13 bin kooperatif üyesinin gazeteye karışma hakkı yoktur, sadece iki müdürü görevden alma gibi bir hakkı vardır. Bir de yönetimi denetleyen denetleme kurulunu seçerler. Kısaca; bu yapının amacı bir yandan profesyonel çalışmayı sağlama, diğer yandan ilk günlerin katılımcı, demokratik ruhunu koruma arasındaki ince dengeleri ayarlamaktır.

-Gelir kaynağı…

Gazetenin altmış bin tirajı var. Asıl gelir kaynağı abonelerden oluşuyor. İlk başta geniş yelpazede sol aktivistlerden oluşan abone profili, bugüne kadar bir hayli genişleyip, çeşitlenmiş durumda.

 

Liberation , İl Manifesto…

-Gazete kurulurken, herhangi bir gazete örnek alınmış mıydı?

Gazete kurucularının örnek aldığı iki gazete var. Biri, kurulduğu dönemde solu toparlamaya çalışan (birkaç yıl önce bir medya kuruluşuna satılan) Liberation diğeri de, 70’lerde İtalya’da komünist partiden ayrılan ve yeni sol hareketi temsil eden bir grubun kurduğu, -halen yayın hayatını sürdüren- İl Manifesto.  

- taz, kooperatif gazetecilik olarak biliniyor. Bu sisteme nasıl geçildi?

Doksanların başında taz çok ciddi bir kriz yaşıyor. O sıralar Der Spigel gibi büyük medya grubu taz’ı almak istiyor. Çalışanların arasında -satılmasından yana olanlarla olmayanlar- çok sert tartışmalar başlıyor. Editörlerin büyük bir kısmı satmaktan yana. Şiddetli geçen bir tartışma sonucunda, muhasebe, reklam, teknik, ilan bölümü gibi içerikten sorumlu olmayanların tümü satılmasından yana olmayıp kooperatif kurulmasını istiyorlar. Oylamaya sunuluyor ve kooperatif kuruluyor. Bununla birlikte de gazeteye yeni bir iç tüzük getiriliyor. Bu iç tüzükte, genel yayın yönetmeni ve bir de yardımcısıyla birlikte, gazetenin nasıl yönetileceği gibi şeyler belirleniyor.

-Der Spigel buna çok bozulmuştur herhalde…

Almanya’daki büyük medya grupları Türkiye’deki gibi değil ama. Yani oradaki hangi büyük medya şirketi olursa olsun burada NTV’nin yaptığı gibi onlarca tecrübeli çalışanını gözden çıkarmayı göze alamaz. İktidarla mesafesini her zaman korur. Almanya’daki hiç bir medya grubu, medya dışında inşaat, AVM gibi sektörlerde aktif değildir.

-taz reklam alıyor mu?

Küçük reklamlar, bazen de tam sayfa reklam aldığı oluyor. Ama gazete için reklamın hiç bir önemi yok. Gazetenin yıllık bütçe planlaması yapılırken reklam sıfırdan hesaplanıyor. Yani reklam gelirse de gazete için ekstra oluyor. Gazetenin temel bütçesinde, planlamasında yer almıyor.

-Kooperatif sistemini biraz daha anlatır mısınız? Kimler yer alıyor?

Kooperatifin çalışanlar ve dışardan oluşan iki tür üyesi var. Bu üyelikte, asıl söz sahibi olanlar da çalışan üyelerdir. Yani gazetede bir yılını dolduran -hangi birimden olursa olsun- kooperatif üyesi olabilir.

-Yönetimsel açıdan çalışanların ve genel yayın yönetmeninin rolü nedir?

Editörlerin genel yayın yönetmenini yüzde altmışaltı oyla görevden almak, uygulamaları veto etmek gibi hakları vardır. Gündelik yayıncılıkta kararlar konferanslarda verilir. Böylelikle, hem yazarların, hem de birimlerin otonomileri vardır. Bu benim bazen çalıştığım kapak birimi için de geçerlidir. Genel yayın yönetmeni çoğu zaman moderasyon görevi üstlenir. Ama son söz hakkı vardır ve bu hakkını da bazen kullanır. Bu arada, taz, 5 yıldır genel yayın yönetmeni olan Ines Pohl ve ondan önce 11 yıl aynı görevi yapan Bascha Mika ile birlikte, Almanya’da kadın genel yayın yönetmeni olan tek ulusal yayındır.

-taz, Almanya’da nasıl bir yerde duruyor, nasıl görülüyor?

Almanya’da tüm büyük gazetelerde ve dergilerde taz ekolünden geçen insanları bulabilirsiniz. taz, Alman gazetesinin bir nevi staj alanı konumundadır. Bizim gazetenin Alman medyası üzerindeki etkisi de çok büyüktür.

-Farklı seslere yer veriliyor mu?

Farklı sesler derken, gazetenin iç tüzüğünde azınlığın düşüncesinin görüşüne yer verilmesi zorunluluğu vardır örneğin. Yani on kişi aynı görüşteyse on birinci kişinin farklı görüşten olması önemsenir ve buna yer verilir. Örneğin, hükümet politikalarını beş kişi eleştirdiyse, farklı düşüncede olan başka bir kişi yorum bölümüne girip o görüşünü yazar. Zaten o birim de öyle çalışır. Bu iç tüzükte vardır.

-Köşe yazısı formatını nasıl oluşturuyorsunuz? Ya da böyle bir format var mı?

Bizde köşe formatı diye bir şey yoktur. Şöyle ki, bir kültür toplum sayfası vardır ve bu sayfada da Türkiye’de olduğu gibi sadece kültür haberleri, kitap, müzik, film tanıtımı olmaz; toplumsal konular da işlenir, köşe yazısı tarzında makaleler de olur. Tüm bunların yanı sıra, bir tane köşe formatı vardır. O tek köşede de, ilgili bölümün yılda bir kere belirlediği, -sayısı onu geçmeyen- içerden ve dışardan kişiler yazar. Esas kanaat yazıları ise, yorum sayfasında bulunur. Bir de ana sayfada gündeme ilişkin tema ve yorum yazısı yer alır. Bu yorumları, gündeme göre daha fazla konunun uzmanı olan arkadaşlar yazar. Daha sık yorum yazanlar da vardır, daha az yazanlar da. Ama ilkesel olarak kanaat yazıları her gün farklı insanlar tarafından kaleme alınır. Bu, Almanya’da nerdeyse tüm gazetelerde böyledir. Muhabirler, editörler ve yazarlar arasındaki ayrım, Türkiye’de olduğu kadar keskin değildir.

-Bütçenin abonelere dayandığını söylemiştiniz. Kaç bin aboneniz var? Çalışanların tümü kadrolu mu?

Kırk beş bin abonemiz var. Çalışan sayısı ise iki yüzün üstünde. Bunların bir kısmı kendi istekleriyle part-time çalışıyor. Merkezde çalışanlar ise yüz doksan civarında. Hamburg sayfalarını hazırlayan büronun yanı sıra, Almanya’nın çeşitli bölgelerindeki ve yurtdışındaki muhabirlerle birlikte bu sayı iki yüzü geçiyor. Ama tümü kadrolu değildir.

-İşten atılmalar oluyor mu? Gazeteye alımlar nasıl oluyor? Bir de ücretler…

İşten atılma olmuyor bizde. İşe alırken de buna birim şefleri karar veriyor. Alınan kişiyi diğer birimlerin veto etme hakkı vardır. Ama işe alındıktan sonra çıkarma olmaz. Ama zaman zaman kırgınlık içinde ayrılmalar oluyor tabii. Ücretlerimize gelince, diğer medya çalışanlarından daha az. Ama bu gazetenin bütçesi ve kaynağıyla ilgili bir şey. Aldığımız parayla elbette kira dahil, giderlerimizi karşılıyoruz ama piyasadan daha az alıyoruz. Çalışanların ücretleri arasında bazı farklar var o da yaptığı işe göre belirleniyor. Ayrıca kimin ne kadar aldığını herkes bilir, bu herkesin görebileceği çizelgede yazar. Genel yayın yönetmeni dört yüz-beş yüz Euro fazla alır ama neredeyse 24 saat oradadır. Bir muhabir ise işini bitirince gider.

-Gazete hep aynı çizgide mi gitti şimdiye değin?

Bugüne değin gazetenin sağa kaydığı durumlar da oldu. Ama gazete hep solu referans aldı. Daha özgür ve daha eşit olmayı önemsediği için çeşitli konularda, çeşitli fikirler de gazeteye yansıdı. Ama bizim gazetede hiç kimse vatan-millet-bayrak uğruna bir argümantasyon geliştirmedi.

-Son soru; baskı, tehdit, ceza gibi uygulamalara maruz kaldınız mı?

Hakkımızda davaların açıldığı olduğu, polis birkaç kere baskın yaptı. Ama gazete şimdiye kadar kapatılmadı, haberleri sansürlenmedi. Baskınların nedeni de yasadışı bir grubun ya da “suç” teşkil eden bir olayın elimizde bulunan bazı kaynak bilgileri içindi. Bizden istendi biz de “kaynağı koruma hakkımız vardır, bunu veremeyiz” diyerek karşı koyduk

-Teşekkür ederim…

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!