01 Şubat 2013

Tükürdüğünü Yalamak…

Bencileyin mesleğin sonuna yaklaşmış, yeterince yorulmuş ve yine bencileyin bir türlü mesleğe nokta koyamamış bir arkadaşımla sohbet ediyoruz

Bencileyin mesleğin sonuna yaklaşmış, yeterince yorulmuş ve yine bencileyin bir türlü mesleğe nokta koyamamış bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Son günlerde AKP’nin önde gelen kimi milletvekili ve yöneticileriyle yemek masalarında filan bir araya gelmiş. Sohbet sırasında öğüt vermiş:

- Şu genel başkanınıza söyleyin, öfkeden kasılmış bir suratla ekranlara çıkıp önüne gelene, farklı düşünene  giydirmekten vazgeçsin.  Millet kavga edeni pek sevmez sizinkine bakansa ‘bu kavga etmekten başka bir şey bilmez’ der…

AKP içinde epey yüksek yerlere gelmiş bir siyasetçi boynunu bükmüş:

- Diyemem. Üstümü çizer. En iyisi sen benim yaptığımı yap.

- Ne yapıyorsun sen ?

- O konuşurken televizyonun sesini kapatıyorum…

Başkanlarının yüzüne söyleyemediklerini  arkalarından söyleyen AKP’lilerin ayıbı beni ilgilendirmiyor. Ama genel başkanlarını  astığı astık kestiği kestik gören ve buna boyun büken zihniyet midemi bulandırıyor.

Dahası genel başkanları parti içinde astığı astık, kestiği kestik olabilir ama partisinin dışına çıktığında  “Ben dedim, öyle olacak” kostaklanmaları pek  tutmuyor.

Kendince ve kendi düzeyinin elverdiğince her konuya maydonoz oluyor. Ekmeğin renginden, kadınların kaç çocuk doğuracağına, AB ile ilişkilerimizden, çocuklarımızın nasıl yetiştirilmesi gerektiğine her konuda bir şeyler söylüyor.

Peki sonra ne oluyor?

Pek çoğuna kimse kulak asmıyor, yurttaş bildiğini yapmakta devam ediyor. Bizimkine de tükürdüğünü yalamak kalıyor. Açık açık yalayamayacağından, konuyu kapatıp, suskunluk duvarlarının ardına saklanıp kamuoyunun unutma yeteneğine güvenmeyi yeğliyor. (Laf aramızda kamuoyumuzun unutma yeteneği de epey gelişkindir).

Hatırlayın: Bir ara  “Halkımız idam istiyor. İdam cezasını geri getireceğiz” diye tutturdu.  Kendi bakanları, partisinin önde gelenleri bu zırvaya nasıl kılıf bulacaklarını şaşırdılar.

Ne oldu ?

Hatırlayın: “Kürtaj cinayettir” diyecek kadar ipin ucunu kaçırmış, zembereğini boşaltmıştı.

Ne oldu?

Hatırlayın:  Her kadın üç çocuk doğurmalı” diye tutturdu. Ardından yetmemiş olacak ki zam yaptı dört, beş çocuğa kadar çıktı.

Ne oldu?

Millet “Başbakan böyle buyurdu” deyip çocuk yapma, var olanın sayısını artırma seferberliğine mi girişti ?

Daha sayayım mı ?

*    *    *

Hatırlayın: Başbakanın son incisi AB’den çıkıp Sanghay İşbirliği Örgütüne katılmak kararıydı.

Ne oldu ?

Ne olabilirdi ki ?

Türkiye dış politikasının 50 yıllık projesi bir anda çöp sepetine atılır, AB tepelerine dönüp “Bu kadar nazlandınız, sabrımızı taşırdınız. A-ha biz de sizden vazgeçtik, Çin ve Rusya ile nikah masasına oturacağız”  denebilir mi ? Denecekse bile bu bir kişinin tercihine bırakılabilir mi ?

Eğer bu çıkış, AB tepeleriyle sıkı bir bezirgan pazarlığı yürütmek için ortalığı kızıştırmak amaçlı değilse Başbakan bugüne kadar pek çok olayda gördüğümüz gibi bu kez de tükürdüğünü yalamak zorunda kalacak; yani Sanghay Beşlisi muhabbetinin toplumsal belleğin derinliklerinde yitip gitmesini yeğleyecek…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim