30 Temmuz 2014

Kin mi, korku mu?

Tayyip Erdoğan’ı çığırından çıkmış bir kin ve iktidarı kaybetme, en azından paylaşma korkusu sardı

Tamam bayram tatilindeyiz.

Tamam -bencileyin- tatil yapmayan ya da yapamayanlar bunaltıcı sıcaklarla boğuşmakta. Bu koşullarda İstanbul’da Çağlayan Adliyesinde olup bitenlerin ne kadar iyi ve ne kadar yakından izlendiğini bilemiyorum.

Dünün “kahraman”, bugünün “paralel yapı” polisleri sorgulanıyor; hatta sorgulanamıyor; polisler polisleri adliye binasının giriş salonunda çembere almış, kaçmalarını önlemekte; AKP’nin yasa torbasının içine tıkıştırıp çıkardığı yasa ile tutuklama ya da serbest bırakma kararları artık özel olarak görevlendirilen sulh ceza yargıçları tarafından veriliyor.

Polislerle ilgili kararı verecek olan yargıçın odasında “Kaç İsmail” komedisi oynanıyor; İsmail kaçıyor; İsmail’in kimliği  nihayet açıklanıyor; MİT ajanı değil, TEM’de görevli bir polis olduğu belirtiliyor; ancak bir TEM polisinin o hakimin odasında ne aradığı üstüne “tık” yok.

Cemaat’a yakın kalemler canlarını dişlerine takmış gözaltındaki polisleri savunuyorlar. AKP medyası da canını dişine takmış, gözaltındaki polislerin marifetlerini sayıp dökmekte.

Ortadoğu fokur fokur kaynarken, nasılsa vakit bulan Başbakan ise Yalakaspor – Çokyalakaspor maçında santrafor oynayıp 15 dakikada üç gol atıyor.

(Yeri gelmişken: Bu harikulade yazı konusunu sadece bir gün sonraya bırakışımdan yararlanıp muhteşem bir hiciv yazısı döktüren Hakan Aksay’a hepinizin önünde teessüflerimi bildiririm).

Yine bunca hengâme arasında bu ülkenin Başbakanı, Çağlayan adliyesinde gözaltında tutulan polislerin cep telefonlarının ellerinden alınmayışıyla ilgilenip Adalet Bakanına “Derhal telefonlar alınsın” talimatı verdiğini kasıla kasıla ilan ediyor…

Peki bütün bu hırgürü, bütün bu komedi sınırında olup bitenleri, ayrıntılardan arındırırsak geriye kalan ne?

Bazı polislerin görevlerini kötüye kullandıkları iddiası ile savcılık soruşturmasına uğramaları ve yargılanacak olmaları.

Bundan ibaret...

Derdim polisleri savunmak değil. Aynı polislerin Ergenekon davaları gibi Türkiye’nin darbecilerden kurtulmasını sağlayacak bir hukuk sürecinin nasıl içine ettiklerini; bizzat Tayyip Erdoğan’ın sırt sıvazlamalarından cesaret alıp nasıl kuruların yanına yaşları da doldurup bir hukuk sürecini bir intikamcılık ve hukuksuzluk rezaletine dönüştürdüklerini unutmak mümkün değil.

Derdim Başbakanın şahsında AKP iktidarının gözünü karartarak, porselen dükkanıa dalmış fil misalı zaten aşırı sorunlu yargı sistemini, hukuk düzenini tuzla buz etmeleri; tamiri çok zor  bir tahribata uğratmaları.

Bir başbakanın, aday olduğu cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasını yürütürken ülkenin en önemli sorunları arasına bir avuç polis memurunu (evet: Memurunu) oturtmasını; onların gözaltıdayken cep telefonu taşımaları gibi ayrıntılarla bizzat uğraşıp, Adalet Bakanı’na (İstanbul polis şefine değil, ülkenin Adalet Bakanı'na) konuyu çözmeleri için talimat vermesi doğal mı, bir Başbakan için anlaşılabilir bir tutum mu?

 

*    *    *

 

Bu tuhaf, bu zembereği boşalmış, frenleri patlamış otomobilden farksız  tutum nasıl açıklanabilir?

Kin?

2002’de iktidarı birlikte kurup pekiştirdikleri; ordu ve yüksek yargıdaki siyasal ve ideolojik düşmanlarını elele etkisizleştirdikleri Gülen Cemaati'nin şimdi onun karşısına geçmesinden kaynaklanan bir kin olabilir mi?

Olabilir!..

Korku?

Gezi olaylarını, diktatörler deviren Arap Baharı benzeri bir kalkışma olarak değerlendiren ve devlet şiddetini gözünü kırpmadan kullanmaya yönelten paranoyak analizi düşünürsek korku etkeninin de bal gibi geçerli olabileceğini görürüz.

O sınırsız bir iktidar peşindeyken, iktidardan pay isteyen her güç onda derin korkular yaratıyor.

 

*    *    *

 

Sonuçta kendilerini islami referanslarla tanımlayan iki güç, bu ülkede benzeri hiç yaşanmamış  bir savaşa tutuştular. Savaşın başlangıcı üç – dört yıl öncesine dayanıyor. Su yüzüne çıktığı 17 Aralık’tan bu yana sekiz ay geçti ve iki tarafta direnmekte, diz çökmemekte…

Tayyip Erdoğan’ı çığırından çıkmış bir kin ve iktidarı kaybetme, en azından paylaşma korkusu sardı.

Kin gözleri kör, vicdanları sağır ve aklı felç eder.

Korku o kini daha da koyulaştırır…

Arada olan hukuka, demokrasiye, insan haklarına olmasa, bu itiş kakışı çubuğumu yakıhp keyifle seyredeceğim ama ne çare…

Ortada ne hukuk kalıyor, ne demokrasi, ne insan hakları…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim