11 Haziran 2016

Ve Panayır Köyden Gider: Taşrada şehvet, dehşet ve cinayet

The Conjuring: Çiğnenmiş korku sakızlarından biri daha…

VE PANAYIR KÖYDEN GİDER    X  X  X  ½

Yönetim ve senaryo: Mete Sözer
Görüntü: Nate Cornett
Müzik: Andy Summers
Oyuncular: Cem Davran, Engin Altan Düzyatan, Açelya Devrim Yılhan, İlyas Salman, Meral Çetinkaya,  Ercüment Balakoğlu, Mete Buyurgan, Haluk Yüksel, İsmet Ünlen, Abdullah Ünlen, Nebil Sayın, Nizami Selvi, Ertuğrul Karakaya, Fuat Onan
Cadavre Films yapımı

 

   Genç bir yönetmenin ilk filmi. İki yıldır birkaç festival dolaşmış, ödüller almış. Ama ilk kez gösterime giriyor. Üstelik yazarı, yönetmeni benim gibi mimarlıktan geliyor. İlgi duymaz mıyım?

   Yoğun bir haftada, bu ilginin ödülünü de aldım. Çünkü karşımızda son derece farklı bir Türk filmi var. Bir tür kırsal kesim fantastiği kuran. Ve biraz Onur Ünlü’yle akrabalığı bulunan...

   Film, ahalisinin çoğu - özellikle gençleri - çekip gitmiş, sanki bir avuç yaşlısı kalmış ve onların da genç ve güzel Filiz’in hizmet ettiği bir kahvede buluştuğu bir köyde geçiyor. Birden bir yabancı çıkıp geliyor. Koyu kırmızı, yelekli kostümü içinde gerçekten son derece ‘yabancı’ duran ortayaşlı, gizemli bir adam...

  Köyün nisbeten genç sakini Ali, bebekken sobaya düştüğü için (!) yüzünde oluşmuş yanıklarla dolaşan ve sanki bu kazada ruhu da zedelenmiş bir adamdır. Yabancı boş bir eve yerleşip gizemli amacının peşine düşerken, Ali de bir anlamda onun peşine düşecektir.

   Bu arada, geçmişte bir düğünde yaşanmış bir dram ortaya çıkar. Ve özellikle Filiz’in yaşamındaki drama bir ışık düşürür. Tam o sırada çıkagelen bir gösteri ekibi köyü panayır yerine çevirecek, ama bu da kısa zamanda bir tür dehşet panayırına dönüşecektir

   Bu tuhaf filmin şüphe yok ki kendine özgü bir çekiciliği var. Özellikle Amerikan sinemasının taşrayı bir uğursuz mekan olarak gösterme merakı bilinir: en çok da David Lynch’den beri...

    Bizdeyse son dönemde hızla artan taşra/kırsal kesim filmlerine karşın, bu pek denenmedi. Kimi Reha Erdem filmlerindeki belli fantastik ögelerin ve dediğim gibi, Onur Ünlü filmlerinin dışında...

   Bu film, bu alanda ilgiye değer bir adım. Baştan sona yarattığı bir tedirginlik duygusu,  geçmişle o gün arasında ustaca kurulan köprü bu amaca hizmet ediyor. Ve finale doğru üst üste yığılan suçlar, tam bir dehşet atmosferi yaratıyor. 

   Cem Davran ve Engin Altan Düzyatan, belki ilk kez farklı birer  karakter yaratmada sanki birbirleriyle yarışıyorlar. Açelya Devrim Yılhan tek başkadına hayat veriyor. Kalabalık sayılabilecek karakter oyuncuları ise, birbirinden tuhaf kimlikleri ve sağlam oyunlarıyla hikayeyi destekliyor.

   Filmin görüntü ve müziği yabancı yeteneklere emanet edilmiş. Özellikle müziği yapan Andy Summers’ın unutulmaz The Police grubunun gitarcısı olduğunu hatırlatayım. Sonuç olarak  bu film, türünde bir başarı. Meraklıları kaçırmasın....  


Çiğnenmiş korku sakızlarından biri daha…
 

KORKU SEANSI - 2          X  X
(The Conjuring - 2)

Yönetmen: James Wan
Senaryo: Carey Hayes, Chad Hayes, J. Wan, David Leslie Johnson
Görüntü: Don Burgess
Müzik: Joseph Bishara
Oyuncular: Patrick Wilson, Vera Farmiga, Madison Wolfe, Francis O’Connor, Lauren Esposito, Benjamin Haigh
Amerikan filmi

 

   Ne tuhaf şey… Amerikalılar bize özellikle korku türünde kolay inanılmayacak, aşırı dinsel (yani Hristiyan) ögelere dayalı ürkünç öyküler anlatıyorlar. Ve üstelik bunları o ünlü “gerçek bir bir olaydan alınmıştır” etiketiyle sunuyorlar

   İlk Korku Seansı filmi (2013) hemen aynı kadroyla çekilmişti. Yönetmen James Wan, senaryoda Hayes kardeşler, baş oyuncular olarak Patrick Wilson-Vera Farmiga ikilisi.

   Film 1970’lerde geçiyor ve bir aileye musallat olan şeytani güçlerin, ‘öbür alem’le teması başarmış olan Warren çifti tarafından def’edilmesini öykülüyordu. Ve yine ‘gerçek bir olaydan’ lafı vardı.

  Bu kez olay yıllar sonra Londra’da geçiyor. Arada ABD yine benzer travmalar yaşamış, örneğin ünlü Amytville faciası polis tarihine geçmiştir: bir evin içinde yaşanan korkunç  kıyım… Ki o da yine ünlü bir filme konu olmuştu.

   Bu kez benzer bir olay, Londra banliyösünde bir evde yaşanıyor. Dört çocuğuna tek başına bakmaya çabalayan bir annenin evine, evin önceki sahibinin ruhu musallat oluyor. Ve kızlardan birinin içine giriyor. Kilise işe karışınca, ondan aldığı bir davet sonucu ABD’den kalkıp gelmek ve ‘şeytana karşı’ savaşmak yine karı-koca Warren’lara düşüyor.

  Böyle bir filme ne denebilir? Çiğnenmiş sakızların, yapılagelmiş işlerin iyice cilalanıp yeniden sunulması. Ve bir kez daha hıristiyanlık inancına ve o inancın içinde önemli yer tutan ‘şeytan’ figürüne sığınma. Öyle ki, akla sürekli türün başyapıtı ünlü The Exorcist- Şeytan filmi ve takipçileri geliyor.

   Sanattan ve özgün yaratıştan yoksun olsa da, bezirganlığı olan bir film. Yani iyi çekilmiş, efektleri yerli yerinde, dönem ve mekan duygusu veren. Ve gereğince korkutan…

    O nedenle değil mi, populer IMDB sitesinden çok yüksek bir ortalama almış: 8.9!.. Ama bizim aynı hayranlığı duymamız mümkün değil. Bir kez daha, türün onulmaz meraklılarına…

 

Devam filmi de kof çıktı

SİHİRBAZLAR ÇETESİ -2             X  X
(Now You See Me 2)

Yönetmen: John M. Chu
Senaryo: Ed Solomon
Görüntü: Peter Deming
Müzik: Brian Tyler
Oyuncular: Jesse Eisenberg, Mark Ruffalo, Woody Harrelson, Daniel Radcliffe, Dave Franco, Lizzy Caplan, Michael Caine, Morgan Freeman, Dave Varshofsky
Amerikan filmi

 

   Temelde sihirbazlığa dayanan filmler 2000’lerde yeniden ilgi görmüştü. Ve ben bunlardan en az üçüne, The İllusionist - Sihirbaz (Neil Burger, 2006), The Prestij - Prestij (Christopher Nolan, 2006) ve L’İllusioniste - Sihirbaz (Sylvain Chomet- canlandırma filmi, 2010) başyapıt muamelesi yapmıştım. Üçü de öylesine özgün ve şiirseldi ki…

   Sonra NowYou See Me - Sihirbazlar Çetesi geldi. Transporters serisinin üne kavuşturduğu Louis Leterrier imzalı, zengin kadrolu ve cilalı bir film. Ama öylesine kof ve yüzeyseldi ki, kendi adıma tatmin olmamıştım.

   Şimdiyse devam filmi geliyor. Ve ilk filmin çok yetersiz finalini biraz açıklıyor: demek amaç bu devama yol açmakmış!.. Yine Dört Atlı denen baş kahramanlarımız, bu kez modern teknoloji dünyasının üçkağıtlarını sergilemek amacıyla, bir büyük soyguna giriyişorlar. Ama aslında, bu girişimin ardında bir teknoloji dehası olan süper-üçkağıtçı Waltar Mabry vardır. Oyuna yeni katılan Harry Potter, yani Daniel Radcliffe kimliğinde…

  Kadronun gerisi hemen hiç değişmemiş. Dört Atlı’da yine Jesse Eisenberg, Woody Harrelson (ama bu kez bir de ikizine kavuşuyor!) ve benim Montgomery Clift ve Tom Cruise karması olarak gördüğüm Dave Franco var. Kadın kahraman ise bu kez Lizzy Caplan olmuş.

    Mark Ruffalo eski rolünü yinelerken, arka planda yine o ünlü ikili, Morgan Freeman ve Michael Caine var.

  Ama tüm bu kadro, kimi göz okşayan çekimler (örneğin o gizemli oyun kağıdının elden ele dolaşması bölümü çok hoş!) ve parlak cila, hikayenin yetersizliğini ve senaryonun kofluğunu örtemiyor. Ne gerçekten izlenecek sağlam bir entrika var, ne yaşayan karakterler. Üstelik yazıdan görselleştirmeye tüm çabalar açıklamaya değil, daha da karıştırmaya yönelik. Sanırım düşkırıklığına uğrayanlar az olmayacak…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"