UZAY YOLCULARI X X X ½
(Passengers)
Yönetmen: Morten Tyldum
Senaryo: Jon Spaihts
Görüntü: Rodrigo Prieto
Müzik: Thomas Newton
Oyuncular: Jennifer Lawrence, Chris Pratt, Laurence Fishbourne, Michael Sheen, Andy Garcia
Amerikan filmi
|
Norveç kökenli yönetmen, özellikle Enigma ile uluslararası boy gösteren Morten Tyldum’un filmi, bilim-kurgu alanında gayet farklı bir yapım olarak göz dolduruyor. Ve görülmeyi hak ediyor.
Film gelecek günlerde dünyamızdan kalabalık bir grubu bir gezegene götürmek için yapılan bir yolculuğu anlatıyor. Ve biz son derece ikna edici, geniş ve pırıl pırıl bir uzay teknolojisi görünümü içinde yol alan Avalon uzay gemisini keşfediyoruz
İçinde kimselerin gözükmediği gemide ilk hareket eden, ’dondurulmuş’ yatan genç bir adam oluyor Ve yatağından doğrulup kalkıyor. Bu teknik uzman, bir tür ‘tamirci’ olan Jim Preston’dur.
Preston koca gemide kendinden başka insan bulamıyor. Tek bulabildiği barmen Arthur’un ise aslında insan görünümlü bir robot olduğu anlaşılıyor!.. Hiç görünmeden sadece konuşan ve bilgi kırıntıları veren makinalardan öğrenebildiği, bize de gerçeği gösteriyor: geminin 5200 üzerinde yolcu ve mürettebatından hepsi aslında uykudadır.
Çünkü bu tam 120 yıl sürecek bir yolculuktur ve sadece 30 yılı aşılmıştır. Yani hedefi olan Homestead kolonisi için daha 90 yıl vardır!...
Ve koca gemideki tek ‘uyanık’ kendisidir. Yani tek başına geçireceği neredeyse bir yüzyıl vardır. Uzun süren bir panik yaşayan Jim, sonunda bir ‘uyuyan güzel’ keşfediyor: NewYork’lu gazeteci-yazar Aurora Lane. Ve onu da uyandırarak kendine bir eş bulmayı başarıyor.
Bu ilgi çekici film, son yılların o bilim-kurgusal masal ve bitmeyen bir özel efekt yağmuru gibi kendilerini izletip bizleri de serseme çeviren filmlerden –belki Arrival- Geliş’in dışında- 180 derece farklı bir yol izliyor. Yumuşak ve ağırbaşlı bir tempoyla, sakin bir kurguyla odak noktasına insanı alıyor.
Daha doğrusu bir ikiliyi. Ve böylesine ürkünç bir macera içinde birbirlerine destek olmaya çabalayan, giderek aşık olan bir kadınla erkeğin öyküsünü.
Özellikle ilk yarıda bu başarıyla gerçekleşiyor. Ve kendimizi
Chris Pratt ve Jennifer Lawrence’in kişilikleriyle özdeşleşen Jim ve Aurora’nın ilişkisine bağlıyoruz.
İkinci yarı tam anlamıyla bir aşk hikayesine dönüşünce, film biraz klasikleşiyor ve hafiften tavsıyor. Yine de özlediğimiz Laurence Fishbourne’in canlandırdığı yaşlı ve hasta bir teknisyenin de katkısıyla yumuşak, ama çarpıcı bir finale doğru ışınlanıyoruz!..
Michael Sheen’in harika bir Arthur çizdiği, Andy Garcia’nın şöyle bir görünüp kaybolduğu film, sapasağlam bir teknolojinin üzerine insanı temel alarak ruhumuzu okşuyor. Ve ve İnsanlık Durumu’nun kimi temel konularına doğru uzanıyor. En başta da dediğim gibi görülmeyi hak eden bir film