12 Eylül 2015

Ünlü dedektifin yaşlılık günleri

İngiliz usülü edebiyatın ve polisiyenin tadını bilenler, 'Mr. Holmes'e özellikle bayılacak

BAY HOLMES  VE MÜTHİŞ SIRRI  (Mr. Holmes) X X X X

 

Yönetmen: Bill Condon
Senaryo: Jeffrey Hutcher
Görüntü: Tobias A. Schliessler
Müzik: Carter Burwell
Oyuncular:  Ian McKellen, Laura Linney, Milo Parker, Hattie Morahan, Hiroyuki Sanada, Patrick Kennedy, Roger Allam/ ABD-İngiltere ortak-yapımı.

 

İyi ki İngilizler var!...Dünyamıza o kadar güzel şeyler armağan ettiler ki....Shakespeare’den Charles Dickens’e, Jane Austen’den Virginia Woolf’a, demokrasiyi getiren Magna Carta’dan büyük savaşı bitiren ‘Büyük Çıkartma’ya, kraliçe Victoria’dan Winston Churchill’e, Frankenstein’dan Dracula’ya, The Beatles’dan The Rolling Stones’a. Ve daha neler neler...

Bunların arasında kuşkusuz Sherlock Holmes de var. Tüm zamanların en önemli dedektifi. Polisiye romanda bir zirve, zekanın emrine girmiş gerilimde bir aşılmamış üstad. Ve Conan Doyle’nin kahramanı, yüzyıl sonra hala ilginç olmayı, yeni romanlara ve filmlere esin vermeyi sürdürüyor.

Böylece, Doyle mirasçılaıının izni ve onayıyla Mitch Callen’in yazdığı yeni bir romandan yola çıkıyor film. Holmes bu kez çok yaşlanmıştır. 30 yıldır mesleğini terk etmiş, Sussex yakınlarındaki bir kasabada yaşamaya başlamıştır. Yanında herşeyine bakan ‘housekeeper’i Bayan Munro ve küçük oğlu, tam zeka küpü bir velet olan Milo olduğu halde...

Ve Holmes sürekli gidip gelen belleği ve karmakarışık anıları  içinde, özellikle üç şeye yoğunlaşmıştır. Biri sonuna dek gidemediği son macerası: bir adamın gelip kendisinden karısı üzerine bir esrarı çözmesini istediği olay. Bunu çözememesi zaten onun mesleğini bırakıp köşesine çekilmesine yol açmıştır.

Bir diğeri, yıllar önce Japonya’ya kadar gitmesini gerektiren bir ilişki. Oraya zihni canlandıran bir tür bitkiyi ele geçirmek için gitmiştir, ama karşısına çıkan, yıllar önce İngiltere’ye gidip orada kaybolan babasını arayan bir genç adamdır. Ayrıca tam bir doğa ve hayvanat meraklısı olan Holmes, çevredeki arı kovanlarına ilgi duymakta ve özellikle küçük Roger aracılığıyla arıların yaşam serüvenini izlemektedir. 

Görüldüğü gibi, başlarda  çok da ilginç gözükmeyen ve klasik Şerlok Holmes entrikalarını aratan öykücükler...Ama yetenekli Amerikan yönetmeni, Gods and Monsters, Kinsey, Dreamgirls gibi son derece farklı, ama hepsi de başarılmış filmlerin yaratıcısı Bill Condon, harika bir senaryodan yola çıkarak karşımıza inceliklerle dolu bir film getiriyor. Heyecanı ve ilginçliği ‘crescendo’ halinde  yükselen film, karmaşık olaylar örgüsünü ustalıkla çözüyor, aykırı gözüken öykülerinin içini dolduruyor ve o farklı kişiliklere hayat veriyor.

Bu yaklaşım, son yılların o alabildiğine cilalı, ama o ölçüde kof Holmes filmlerine öylesine zıt düşüyor ki...Özellikle Guy Ritchie’nin iki filmine, en çok da sonuncusu olan (ve bence gayet başarısız) iki bölümlük Şerlok Holmes ve Gölge Oyunları’na...Kendi adıma, bu filmi ikisinin toplamına değişmem!...

Böylece Holmes artık hayatının sonlarına doğru zekasından ve sezgisinden geri kalanı, sadece en küçük şeylerden çıkardığı gerçekler uğruna değil, geçmişin o saplantı olmuş olaylarını çözmede de kullanıyor. O ölmüş kadının anısını temize çıkarıyor, o kayıp Japon’un oğluna ulaşıyor, o küçük oğlanın geleceğin detektifi, belki de Şerlok’u olmasına zemin hazırlıyor. Bal arılarından değil, eşek arılarından korkulması gereğini de hepimize öğretiyor...

Bu son derece zarif film, ayni zamanda bir oyunculuk şöleni. Özellikle iki isim olağanüstü. Öncelikle deneyimli İan McKellen. Bugün 76 yaşında olan bu büyük oyuncunun yaşlı Holmes’i kolay unutulmayacak.

Laura Linney’in hizmetçi bayan Munro’su da da yine sıradışı bir oyunculuk gösterisi. Doğrusu küçük Milo Parker de bana geleceğin bir büyük oyuncusu olarak gözüktü.

Sonuç olarak İngiliz usülü edebiyatın ve polisiyenin tadını bilenler, özellikle bayılacak.

 

Eski filmlere bir saygı gösterisi

 

İLİŞKİ DURUMU: KAÇAMAK  (She's Funny That Way) X X X 

 

Yönetmen: Peter Bogdanovich
Senaryo: P. Bogdanovich, Louise Stratten
Görüntü: Yaron Orbach
Müzik: Edward Shearmur
Oyuncular:  Owen Wilson, İmogen Potts, Debi Mazar, İlleana Douglas, Rhys İfans, Jennifer Aniston, Kathryn Hahn, Will Forte, Austin Pendleton, Sydney Lucas, Cybill Shepherd, Quentin Tarantino/ Amerikan filmi.

 

Onca emektar yönetmenin dönüş yaptığı bu hafta (Jonathan Demme, Wim Wenders, M. Night Shyamalan), araya bir de Peter Bogdanovich sıkışmış: en eskisi. 1939 doğumlu, asıl ününü 70’lerde yapmış ve sinema yazarlığından gelen tam bir sinema, özellikle de eski Hollywood hastası.

Nitekim onun tam 14 yıl sonraki bu dönüş filmi, büyük ölçüde vaktiyle ‘screwball- comedy’ denen ve özellikle sözlü esprilere dayanan o hınzır, geveze, dur-durmak bilmeyen güldürülere bir saygı duruşu, eski deyimiyle bir ’nazire’. 

Konuyu anlatmak, hatta özetlemek bile olay değil. Kabaca, bir Broadway yönetmeninin yeni sahneleyeceği oyun için hazırlık dönemi. Ama son derece çapkın yönetmen asıl amacı oyunculuk olan bir lüks fahişeyle bir gece geçirirse...Sonra o kadın, oyunu için en ciddi aday olarak karşısına çıkarsa...

Yönetmenin kıskanç oyuncu eşi, mahçup yazar ve karısı, herşeye karışan ünlü bir kadın psikiyatr, lüks fahişeyi unutamayan bir yaşlı adam, onun kadının peşine taktığı ve aslında yazarın da babası olan özel hafiye...Ve bu kahramanların hemen hepsi, bir gece ünlü bir İtalyan lokantasında biraraya gelirse.....

Bogdanovich bu tiyatro kokan senaryoyu belli bir işleklikle anlatıyor. Bir yandan Broadway’e ve tiyatro dünyasına pek de özgün olmayan bir bakış. Öte yandan, eski usül bir komedi yaparken sinemanın geçmişine saygı duruşu.

Ki zaten Fred Astaire’in söylediği bir şarkıyla açılan ve aslında adı da (She’s Funny That Way) sevilen bir eski şarkı olan filmde, başta Audrey Hepburn birçok oyuncu anılıyor, kimi filmlere göndermeler yapılıyor. Bu filmlerden biri, Ernst Lubitsch imzalı Cluny Brown (1946) bir sahnesiyle karşımıza da geliyor, çünkü o sahnedeki diyalog filmde aynen kullanılmış!...

Ayrıca Fransız sinemasından belli bir etki de var: özellikle Alain Resnais’nin tiyatro üzerine filmlerinden...Cybill Shepherd, Tatum O’Neal gibi bir dönemin Bogdanovich  oyuncuları küçük rollerde karşımıza gelirken, Quentin Tarantino da finalde sürpriz yapıyor: elbette daha çok eleştirmenlere...Ama filmin ağırlığını asıl Owen Wilson ve güzel İmogen Potts taşıyorlar. Psikanalistte Jennifer Aniston da destek veriyor.

Tüm bunlar eğlenceli ve oyalayıcı. Yine de filmin pek yükseklerde uçmadığı ve andığı türe bir başyapıt eklemediği söylenebilir.

Yarın: ZİYARET  

 

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"