18 Mart 2015

Ülkeyi ve kenti şirket gibi yönetmek: Sirkeci örneği

Cumhurbaşkanımız en önemli meseleleri muhtarlar toplantısı gibi seçkin ve elit bir kesimin önünde ele alıyor...

Evet, artık anlaşıldı. Bir ‘lapsus’ (istenmeden ağızdan kaçan söz) sonucu, ülkeyi bir A.Ş- Anonim Şirket gibi yönetmeyi ne denli istediğini açıklayan Cumhurbaşkanımız (ama aynı zamanda başbakan, aklınıza gelecek tüm bakanlar, ayrıca her yerin valisi, belediye başkanı ve her konunun uzmanı olarak!), her yere artık AKP’nin de değil, kendisinin kişisel damgasını vurma telaşı içinde proje üstüne proje açıklıyor, beyanat üstüne beyanat veriyor.

Ülkenin ve dünyanın en önemli meselelerini, örneğin haftalık muhtarlar toplantısı gibi en seçkin ve elit bir kesimin önünde ele alıyor, mesajlar yağdırıyor. Maliye Bakanı’ndan Merkez Bankası Başkanı’na, Obama’dan Hollande’a herkese ne söyleyeceği varsa, önce muhtarlara açıklıyor. Hadi bizimkiler neyse, ama yabancı devlet adamlarına nerede, hangi toplantıda bizimkinden zılgıt yediklerini açıklamaya kalksanız, beceremezsiniz!... Sahi, muhtarın İngilizcesi neydi?

Bu arada İstanbul için düşünülenler ve bunlardan açığa çıkanlar gerçekten ürpertici. Bu kentte özellikle tüm bir Cumhuriyet tarihinin, kökenleri elbette Osmanlı’ya dek uzanan ve ortak bellek denebilecek şeye mâl olmuş özellikleri, mekânları ve yapıları sinsice bir gayretle yok ediliyor.

Sırf yok etmek değil, aynı zamanda o alanları, o mekânları olabildiğince sermayeye peşkeş çekmek, rant kapısı haline getirmek. Ve bunu yaparken de aileyi, eşi-dostu, yakınları ve yandaşları gözetmek...Yani tam bir ticari şirketin yapacağı biçimde, o mantıkla....

Yalnızca geçen Pazar ve sadece Hürriyet gazetesinde açıklanan projeler korku vericiydi. Örneğin ‘Sirkeci Değişiyor’ başlıklı geniş haber... Ne imiş? Tüm bu alan ve tren hattı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devrediliyor. Trafik yeraltına inecekmiş, banliyö trenleri kalktığından sadece sembolik bir tren hattı kalacakmış: Süs gibi... Sirkeci Garı ve diğer yapılar Kent Müzesi ve ‘butik otel’ olacakmış. Denize kazık çakılarak oluşturulacak platformda ‘konser alanı’ yapılacak, 4 bin metrekarelik alanda gezi alanları oluşturulacak. Ama dikkat: Tüm bölgede tek katlı ticari alanlar, yani açıkçası dükkanlar ve kafeler de öngörülüyor.

Tüm bunları iyi ve hayırlı şeyler saymak için, gerçekten saf olmak ve önceki AKP damgalı uygulamaları bilmemek gerekiyor. Neresinden başlamalı?

Öncelikle tren gibi çağdaş şehirciliğin yeniden ilgi duyup canlandırdığı bir ulaşım yolunu neden tümüyle kenara itip, dünyanın bütün büyük kentlerinde hala işlev gören ve üstelik kuşaklar boyu belleklerde yer eden garlarımızı elimizden alıyorsunuz?

O Sirkeci garı ki, daha önceki yüzyılda Orient Express’in varış noktası olup Batı kültüründe özel bir yer tuttuğu kadar (onca kitabı ve filmi hatırlayın!), tüm bir 20. yüzyılda da Batı’ya, özellikle de Almanya’ya göçün hareket noktasıydı. Bugün hala bu işlevi görebilir, üstelik korunması gereken banliyö treninin de çıkış noktası olabilir.

Benzer biçimde, İstanbul için kaçınılmaz olan vapurları da yok ediyorsunuz. Çünkü aynı proje, Sirkeci-Harem hattını ve dolayısıyla bu iki büyük iskeleyi de ortadan kaldırıyor. Artık ne gerek var: Boğaz altından geçildiğine göre...

Peki ama sırf faydacılığa ve pratik çözüme dayalı bu projeler, hiç bu kentte insan gibi yaşamayı öngörmüyor mu? Biraz tarih bilgisi, bir nebze hayal gücü, bir tutam duygusallık, bir küçük şiir içermiyor mu?

Örneğin Boğaz’ı Marmaray’la değil de vapurla geçmek, martılara bakarak hayal kurmak, sevdiği gençle bir vapurun arkasında oturup kalbini açmak? Pardon, unuttum; siz böyle şeyleri sevmezsiniz. Vapurdan inen gençleri gözetleyip kılık-kıyafetlerine, hal ve tavırlarına eleştiri yağdıran da siz değil miydiniz? Ne işleri var, kısa etekleri ve erkek arkadaşlarıyla vapurda?  Örtünüp Marmaray’la geçsin keratalar!... 

Sizler, nereden takıldıysanız, her şeyi yerin ve de denizin altına almayı marifet sayıyorsunuz. Bu projelerin ne kadar büyük ve pahalı yatırımlar olduğu malum. Ama görgüsüz bir yeni zengin edasıyla, bu paraları saçıyorsunuz. Üstelik yaptığınız artık demode bir şey. Hiçbir çağdaş ve turistik kent, ulaşımını böylesine yerin altına indirmiyor.

Hele İstanbul gibi bir kentte, dış ülkelerden uçakla veya arabayla gelenlerin sahil yolundan ve Sirkeci’den kente girmeleri, dünyanın en güzel girişlerinden biri, belki de birincisidir. Bunu onca turistin ve vatandaşımızın elinden almaya ne hakkınız var?

Kentin başka yerlerinde trafiği yeraltına aldınız da ne oldu? Ortaya çıkan çirkinliklere bakınız: Başta Taksim ya da Açıkhava Tiyatrosu’nun önü olmak üzere... Gidin Paris, Londra veya Berlin’e..Bu büyük turistik kentlerde, turistin otobüslerle tüm kenti gezip görebilmesi temel bir ilkedir. Oralarda turistler Concorde meydanından da geçerler, Etoile meydanından da... Picadilly’den de geçerler, Trafalgar’dan da... Oralarda da yoğun trafik var. Ama hiçbiri trafiği tümüyle yeraltına almayı düşünmedi, düşünemez. Güzel bir kenti insanlar ve de turistler için kolayca gezilir-görülür kılmak esastır.   

Sizlerse yayalaştırma görünümü altında yine ranta oynuyorsunuz. Bu projede de onca dükkânın, onca lokantanın kimlere gelir sağlayacağı açık değil mi? Bir kez daha, kentin bu kez tam yüreğindeki bir alanı, kendine göre oluşmuş, tarihiyle, geçmişiyle, toplumsal önemiyle belleklerimize ve de sanatımıza (hatta dünya sanatına) yansımış bir büyük kent parçasını yok ediyorsunuz.

Cafcaflı laflar ardında bir kez daha o ölümcül (kentlerimiz ve doğamız için ölümcül) iki başlı canavar ortaya çıkıyor: Bir yandan rant yaratmak ve öte yandan, kente ne pahasına olursa olsun, damganızı vurmak...

Daha ne diyeyim, Allah layığınızı versin!...Diğer konulara yer kalmadı, gelecek sefere.... 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vay... Vay... Vay... Hoş geldin Kılıçdaroğlu

Özgür Özel, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu; hepsi bence eşit düzeyde önemli, yürekli, sorumluluk ve bilinç sahibi siyasetçilerimiz... Ama bir kenara atar gibi olduğumuz Kılıçdaroğlu, bu çıkışla aralarındaki onurlu yerini almış bulunuyor. Onu artık hiç unutmayacağız

Bir kadın casusun inanılmaz marifetleri ve gerisi

Temposuyla ve kadıncıl yanıyla olduğu kadar içerdiği teknoloji, giysilerin özenli zenginliği ve teknolojisinin gücüyle göz dolduran bir film...

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

"
"