ABLUKA X X X 1/2
Yönetim ve senaryo: Emin Alper
Görüntü: Adam Jandrup
Müzik: Cevdet Erek
Oyuncular: Mehmet Özgür, Berkay Ateş, Tülin Özen, Ozan Akbaba, Müfit Kayacan/ Paprika Film- Liman Film yapımı
|
İlk filmi Tepenin Ardı’nı (2012) çok sevdiğim/ sevdiğimiz Emin Alper ikinci filmiyle çıtayı yükseltiyor. İlk kez Venedik festivalinde gösterilip ödül alan film, sonra da Adana’dan en iyi film dahil beş ödülle dönmüştü. Ve işte biraz gecikmeyle karşımızda...
Film İstanbul varoşlarında kötü bir yerleşme, yoksul yaşam koşulları ve tüm bunların getirdiği yoğun bir isyan duygusunun sürekli düzene karşı çıkmaya, marjinalliğe ve başkaldırıya teşvik ettiği semtlerden birinde geçiyor. Bir tür Gazi Mahallesi yani...
Tam 20 yıl içerde yattıktan sonra çıkan Kadir, aslında şartlı tahliye edilmiştir ve emniyetin amacı, onu bu belalı semtte olup bitenler için muhbir olarak kullanmaktır. Emniyet görevlisi Hamza ona işinin inceliklerini anlatır; bu onun içerden kurtulmak için son şansıdır, kimsenin bir şey bilmemesi koşuluyla...
Semtte çöp toplayıcısı olarak çalışan ve çöplerde bulduğu bin bir şeyi ayni zamanda olup biteni -örneğin bomba yapımını!- anlamak için ayırmayı deneyen Kadir, bu arada çok uzun zamandır görmediği kardeşi Ahmet’i de bulur: çocuklarını alıp kaçan karısı yüzünden bunalıma girmiş, çılgınlığın ve intiharın eşiğine gelmiş yıkık bir adam olarak...
İki kardeş yıpranmış ilişkilerini canlandırmayı denerken, on yıldır ortada gözükmeyen ortanca kardeşleri Veli’yi de bulmaya çabalarlar. Arada yardımsever ve eğitimli bir çift, Ali ve Meral de onlarla belli bir dostluk kurar.
Filmin en başarılı yanı, sürekli eylem halinde, otoriteye baş kaldırmış, asi ve denetlenemez bir kent parçasını canlandırması. Yalnız semt sokakları değil, uzaklarda da zaman zaman patlayan, bir ateş yığını ya da havai fişek gösterisi gibi gözüken bombalar. Hepsi birden ateşe verilen ve birer meşaleye dönen çöp bidonları...
Böylesine ürkünç, hazin ve gergin bir dekor içinde insan yaşamları, elbette bu paranoyanın altında eziliyor. Kadir siyasete bulaşmadan işini görmeye çalışırken, ailesinden geri kalanla ilişki kurmayı deniyor, ama başaramıyor.
Ahmet ise kişisel sorunlarını çözmeyi hiç beceremiyor. Kaçan karısından alamadığı hırsını sanki hayvanlara yöneltiyor, civardaki başıboş köpekleri tüfeğiyle vurup duruyor!. Ona refakat eden iki serserininse aslında o köpek etlerini pazarladığı anlaşılıyor!...
Ama köpek celladı Ahmet, sonunda öldüremeyip yaraladığı bir tanesine tutulacak ve onu evine alacaktır: belk en iyi, hatta tek dostu yapmak üzere!...Bu da filmi çağdaş Türk sinemasının köpeklere olan ilgisinin yeni bir örneği yapıyor: Sivas’tan hemen sonra!...
Film İstanbul’da öne çıkan birkaç semtin dışında özellikle Doğu/ Güneydoğu Anadolu’da benzer bir atmosferi neredeyse gündelik olarak yaşayan birçok kent veya kasabayı akla getiriyor... Diyarbakır’dan Hakkari’ye, Silvan’dan Nusaybin’e, Yüksekova’dan Lice’ye...
Özellikle seçim öncesinde çığ gibi çoğalan kör bir terörizmin, düşman gruplar arasında ölüm-kalım savaşımıyla zehirlenen yaşamların ve üstütüste yığılan cesetlerin ülkesine dönen Türkiye’nin bu durumu, çok öncesinden tasarlanıp çekilen bu filmin sanki öngördüğü bir gerçeklik olup çıkıyor. Bu da filmin büyük şansı: Türkiye açısından değil, ama filmin kendi varoluşu ve misyonu açısından...
O ışıltısız kenar mahallede yaşananların bize sunduğu teroristler, olayları bastırmaya çalışan polis gücü ve işi-gücüyle meşgul sade halk üçgeni arasında sıkışıp kalmış aile, belki filmde yeterince işlenip güçlü biçimde ortaya çıkamıyor. Belki senaryo tüm bu bölünmüşlüğü ve onun herbir unsurunu yeterince ele alıp işlemeyi başaramıyor.
Ama filmin küçük kusurlarına karşın, o esir alınmış kent kendi soluğunu alıyor. Emin Alper yine belgesele yakın bir anlatım, ödün vermeyen bir gerçeklik duygusu, ekonomik ama işlevsel bir kurgu yaratıyor.
Ve elbette oyunculuk. Gösterişsizlikleri içinde trajedi kahramanlarına yakışır bir dramatik güç kazanan kardeşler, gizemini sonuna dek koruyan Ali-Meral ikilisi. Ve diğerleri.
Baş rol sayılabilecek Kadir’de Mehmet Özgür, hiç abartısı olmayan, hatta kimi zaman aşırı ekonomik gözüken modern bir oyun veriyor. Bence asıl sürpriz kardeşi Ahmet’e Berkay Ateş’ten geliyor. O da çok sade bir çerçevede başlayan kompozisyonunu giderek geliştiriyor ve zirveye çıkarıyor. Her daim iyi oyuncu Tülin Özen de öyle.
Sonuç olarak ülkemizin bugün yaşadığı paranoyadan sarsıcı bir kesit veren önemli bir film. Sinema sevdalıları kadar, ülke sorunlarına ilgi duyanlar da görmeli.
İmza günlerine bekliyorum...
Sevgili okurlarım. T24 gibi çok okunan bir siteyi kişisel konular için kullanmak istemem, bunu hiç yapmadım da...
Ama, gelecek yıl (2016’da) yazarlığımın 50. yılı doluyor. Ve şu günlerde de tam 50. kitabım çıktı: Yeşilçam’dan 100 Portre.
Bu benim için elbette çok sevindirici. Ayni zamanda, bu en zor hayata geçebilen kitabım oldu. Çünkü sinemamızın 100. yılında, son on yıldır daha iyi bir kamerayla çektiğim sayısız sinemacının portrelerinden özenle yaptığım seçmeyi birer deneme olmasına çalıştığım yazılarla destekleyen bir albüm-kitap bu...
Ve hiç taviz vermeden, görsel açıdan da kusursuz bir kitap hayal ettim. Kağıdıyla, baskısıyla, renkleriyle...Ama bu pahalı bir projeydi. Ve iki yıldır gerçekleşemedi, köşede kaldı.
Ama sonunda Horizon yayınevi kitabı çıkarmayı yüklendi. Ve tam istediğim gibi bir sonuç aldık. Karşılıklı birçok özveri pahasına...Kitap Cumartesi (yarın) başlayan TÜYAP kitap fuarında, Horizon yayınları standında satışa sunulacak. Şimdilik sanıyorum hiçbir kitapçıda yok.
Ben yarın, Çarşamba ve gelecek Cumartesi günleri 14- 16.00 saatleri arasında üç imza günü yapacağım. Gelirseniz, lütfen uğrayın. Mutlu olurum.
Yarın: GİZLİ DOSYA