06 Haziran 2015

Tarihi ve doğayı tümüyle ranta feda eden bir iktidar

Hangi büyük akılsızlık, doldurma toprağa gökdelen dikmeyi göze alıyor?

Seçime bir gün kala son bir yazı yazmak istedim. Dolaysız olarak siyasal değil, ama ekolojik/çevresel bir yazıcık. Çünkü bu konular gazetelerde belli bölçüde yer bulsalar da, sonuç olarak durumun ciddiyeti, giderek vahameti tümüyle anlaşılmış değil.

Ak Parti’nin Türkiye’ye bir zehirli armağanı, bence bir yandan imar olayını tam anlamıyla ranta yönelik biçimde ele alıp kendisine geniş bir imar rantçıları gurubu oluşturma ve siyasal egemenliğini bu sermaye tabanına dayama denemesi oldu. Öylesine ki, özellikle İstanbul’un her karış toprağı talana açıldı, tarihsel ve doğal güzellikleri önce birer-ikişer, sonra artık çıldırmış bir tempoyla feda edilmeye başlandı.

Bunun kaçınılmaz bir uzantısı olarak, Ak Parti insanoğlunun, herkesin ve hepimizin içinde yatan o kör hırsı, elimizdekini olabildiğince değerlendirmek, tüm toplumsal kaygıları biryana atarak paraya tahvil etmek dürtüsünü ayaklandırdı. Öylesine ki, artık çok azımızda tarihi ve doğayı koruma düşüncesi, çıkar sağlama dürtüsüne galip gelebiliyor Ve ülke görülmemiş bir yağmaya tümüyle açık biçimde, boynu bükük bekliyor.

Sadun BoroDaha üç gün önce kutlanan Dünya Çevre Günü bizim açımızdan ne acıklıydı... Gerçekten yağmadan koruyup kurtarabildiğimiz ne az şey kalmıştı... Denizlerin kahramanı, sularımızı ve ormanlarımızı korumanın yorulmak bilmez savaşçısı Sadun Boro’nun ölümü, tam da bu acı olaylara denk düşmüştü.

Örneğin giderek kıyılarını, sahillerini, korularını, yamaç ve tepelerini ısrarla yapılaşmaya açmak için çırpındığımız Boğaziçi. Doğal halleri kalmayan o güzelim Tarabya ve İstinye koyları... Kopya bir dev cami diktiğimiz Çamlıca gibi eşsiz bir seyir noktası... Yok etmeye başladığımız Validebağ Korusu...Hırsla kemirdiğimiz Beykoz ormanlarının son kalan bölümleri...

Ve Boğaz’a bunca kötülük yaptıktan sonra, o eski ve nostajik vapurların yerine suya salınan, yüzen birer apartımana benzeyen yolcu gemileri... Hafazanallah!...

Elbette o büyük cinayet, üçüncü köprünün ve yeni havaalanının yok ettiği Kuzey ormanları...Kanal-İstanbul denen çılgın projenin tümüyle yok etmeye söz verdiği Trakya’nın bakir kalan son köşeleri, tarımsal alanları, bitki ve ağaçları..

Tuzla’daki Ermeni Çocuk Kampını içeren Kamp Armen arazisi... Ki yeni sahibinin yüreği yumuşayıp onu ilgili vakfa bağışlama sözü bir büyük oyuna dönüştü bile... Kadıköy’de doldurulmak istenen o şiirlere geçmiş güzelim Kalamış koyu, o yok olmanın eşiğine gelmiş, gençliğimizde sandal kiralayıp denize açıldığımız Kurbağalıdere... Marmara’da illa da bilmem kaçıncı camiyi yapacağız diye tutturulan Büyükada, yapılaşmaya açılmak üzere olan Yassıada ve Bozcaada...  

Ataköy de ayrı bir facia. O iki milyonu aşan nüfusun tek sahiline bir beton ormanı dikmenin utancından sıyrılamadan, sermayenin şimdi iktidarla ortak olarak denizi doldurup yeni betonlar dikme tasarısı. Deniz daha önce de doldurulmuştu -yanlış biçimde... Ama en azından üzerine ya Maltepe sahilindeki gibi yeşil alanlar, ya da Yenikapı’daki gibi miting alanları yapılmıştı.

Ya şimdi? Hangi büyük akılsızlık, doldurma toprağa gökdelen dikmeyi göze alıyor? Gösterimdeki San Andreas Fayı filmine bir göz atsalar ya...Üstelik öylesine fütursuzlar ki, daha projeler tasdik edilmediği halde, yabancı yatırımcılar için özel tanıtım toplantıları yapıp bunu gururla söylüyorlar!...Nasıl bir aymazlık bu, ülkeye ve onun insanlarına karşı nasıl sorumsuzca bir tavır... Ve ne bitmeyen bir iştah!...

Ve de üzerlerindeki yapıların tarihsel, kültürel, estetik ve nostaljik değerlerine hiç saygı duymadan süretilen rant projeleri. Haince yıkılan Emek sinemasından sonra aynı akibeti bekleyen Alkazar, Yeni Melek, Lale, Elhamra...Beyoğlu’ndan kovulan İnci Pastanesi, Rejans, Hacı Baba, Ağa vb. eski lokantalar, kapanan sayısız tiyatro. Ve en son, AVM olmak için yıkılmayı bekleyen, en büyük şairimize adanmış Nazım Hikmet Vakfı.

Taksim’de yıkılmaya bırakılmış AKM. Gezi olayının henüz alınmamış intikamına gönderme yapan ve arada bir başını gösteren o meşum Kışla projesi....Bir büyük hayalet semt gibi duran o içburucu Tarlabaşı. Ve daha neler neler...

Bu yazı sonsuza dek uzanabilirdi. Eğer Anadolu’yu da katsaydım.... Böylece HES’lere açılmak istenen Karadeniz doğası veya Kaz Dağı meraları, Kapadokya’nın bağrına saplanmak istenen turistik tesisler, dağı taşı yapıyla dolmak üzere olan Bodrum, akibeti belirsiz İztuzu plajı, yıkılmak üzere olan eski Ermeni başkenti Ani, Ulu Cami’nin bir gökdelenler fonu önünde güdük kaldığı Bursa ya da Ankara’da karış karış gözden çıkarılmakta olan AOÇ- Atatürk Orman Çiftliği gibi örnekler de söz konusu edilebilirdi.

Eğer, ideolojiniz ne olursa olsun, bu ülkeyi tarihiyle, kültürüyle, geçmişiyle, doğasıyla gerçekten seviyorsanız...Ve bunlardan hiç olmazsa geriye kalanı korumak istiyorsanız...Yarınki seçimlerde tüm bunlar da oylarınızı etkilemeli değil mi?

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gerçek oyuncularla animasyonu harman eden özel bir film

Bu tam anlamıyla bir masal-filmdir...

Ülkemizdeki dinle laiklik arasındaki bitmeyen savaş üzerine

Ben bu filmi hayli sevdim doğrusu... Sonundaki trajik finale karşın... Benim için en ilgi çekici ilişki Ahmet'le Hakan arasında olandı

Türk sporu üzerine belgesel tadında bir deneme

Jeneriğinde yazılı tüm adların -elbette oyuncuları kastediyorum- gerçek sporcular olduğu nadir ve kıymetli bir film... O sporcuların anneleri-babaları ve tüm aile fertleri de öylesine doğal ki, sanki onlar da oyuncu filan değil...